Hayal – Bölüm 2

Hayal annesinin çığlığını duyduğu gece kilerden bozma odada okuyup yazacakları bitince kapıyı hafifçe açıp dışarı çıktı. Neredeyse sabah ezanı okunmak üzereydi ve vücuduna çoktan uykunun ağırlığı binmişti. Yatağına gidecekken evin içinde o alışık olduğu horlama sesinin duyulmadığını farketti birden bire. Çünkü o sesi dinleyerek evdekilerin uyuyup uyumadıklarını kontrol ederdi her zaman. Babasının onun kilerden çıktığını görmesini istemiyordu çünkü.

Bu sefer onların uyanık olabileceklerini düşündü, bu saatte pek ayakta olmazlardı ama kavgadan sonra belki ikisinin de uykusu kaçmıştı diye düşünerek gidip kendini yatağa bıraktı ve başı yastığa değer değmez de uyuyuverdi.

Uyandığında aradan saatler geçmişti garip bir şekilde kimse gelip onu uyandırmamıştı da. Evi dinledi yeniden geceki sessizlik devam ediyor gibiydi. Acaba gece kavga edip sonra da dışarı mı çıkmışlardı ikisi birden. İyi de nereye gideceklerdi ki? Duvardaki saate takıldı gözü on ikiye geliyordu. Neredeyse öğlen olmuştu. Ani bir kararla kalktı yataktan ve annesi ile babasının yataklarını kontrol etti ikisi de orada değildi. Yatak odasının ışığı açık kalmıştı bir tek. Onu kapattı.

“Uyanıklar demek ki?” diye düşündü kendi kendine, annesi çoktan işe gitmiş olmalıydı zaten. Babasının ne zaman nerede olacağını ise ancak Allah bilirdi. Mutfağa gitti ve dolabı açıp bir parça peyniri aldı. Kapının arkasında asılı poşetten bir parça da ekmek koparıp peyniri arasına koydu ve ağzına tıktı hepsini birden. Sonra çaydanlığın altına musluktan su doldurdu. Sabah kimse kahvaltı etmemişti anlaşılan. Küçük çaydanlığın altındaki suyun kaynamasını beklerken ağzındaki kuru ekmek ve peyniri yuttu. Çaydanlık o kadar küçüktü ki, neredeyse üç bardak çay ancak çıkıyordu zaten. Tek güzelliği vardı az su aldığı için çabucak kaynıyordu. Evlerinde ailecek düzenli kahvaltı alışkanlığı olmadığı için kimsenin umurunda değildi çayın hemen bitecek olması. Annesinin gittiği bazı evlerdeki kadınlar ona kahvaltı hazırlıyorlardı. Kocaları işe gittikten sonra tek başlarına kahvaltı etmeyi sevmeyenler, sırf sohbet olsun diye onu tokta olsa masaya oturtuyor kahvaltı ettiriyorlardı. Arkasından da kahve geliyordu tabi. Hayal annesi ile gittiği zaman eğleniyordu böyle evlerde. Bir sürü konuşma dinliyor, hayatlar keşfediyodu çünkü. Bunlar yazdıklarına da malzeme oluyordu bazen.

Çayın suyu kaynadıktan sonra yarım kaşık çay attı demliğe ve üzerine biraz su ekledi. Evi böyle boş ve sessizken seviyordu. O zaman huzulu oluyordu her şey hatta eşyalar bile. Oysa annesi ve babası kavga ederken buzdolabı bile sinirli oluyordu sanki. Kapısı kapanmıyor, içine bir şeyler dökülüyordu. Tüp bitiyordu ya da. Aksi oluyordu her şey, aksilik yapıyordu. Oysa şimdi o horultulu ve homurtulu nefesler yokken evde çok güzeldi. Çaydanlığın çıkardığı garip ıslık, dışarının duvarlardan boğularak geçen sesi bir de.

Bardağına çay doldurdu ve kapattı altını, bir parça daha ekmek kopardı poşetten, dolabı açıp, bu defa iki zeytin koydu içine ve yine tıktı ağzının içine hepsini. Çayından bir yudum aldı. Tam o sırada kapı çalınınca ağzı tıka basa dolu gidip açtı.

“Hayal abla Ferda teyzenin bu gün gideceği kadın aramış annemi!”

“Anneme bir şey mi olmuş?” dedi Hayal elini ağzıyla kapatarak, telaşlanmıştı birden.

“Hayır ama işe gelmemiş onu soruyormuş!”

“Evde değil annem, çıkmış ben uyurken, yolda bir aksilik olduysa demek!”

“Tamam!” dedi Metin sonra koşarak kendi evlerine gitti. Evlerinde sabit telefon olmadığı için annesinin iş verenleri komşudn arıyorlardı onları. Babasının eski bir telefonu vardı cebinde ama ona kimse ulaşamazdı kolay kolay arayınca. Zaten biri arayıp bir şey söylese de hatırlamazdı.

İçinde tuhaf bir sızı hissetti oğlan gidince ama sonra trafikte bir aksilik olduğunu düşündü rahatladı. Daha önce de olmuştu benzer şeyler. Yollar kapanıyordu bazen, biri geçiyordu, bir kaza oluyordu, tamirat oluyordu. Yine de bu saate kadar varamadağına göre ya çok geç çıkmıştı annesi ya da baya ciddi bir tıkanma olmuştu. Mutfağa bulaşıkları kaldırmaya giderken vestiyer görevi görsün diye kapının girişine konmuş kapıları sökük gardrobun rafında annesinin çantasın farketti.

“Çantasını evde mi unutmuş ki?” dedi önce, “İyi ama o zaman otobüse binemezdi ki?”

Çantayı alıp içini karıştırdı. Belki de sadece cüzdanını almıştı yanına. Yapmadığı şey değildi. Cüzdan da çantanın içindeydi. Otübüs kartı ve biraz para da.

İçi yeniden cız etti.

Yatak odasına gitti koşarak, etrafa bakındı. Annesinin her zaman katlayıp koyduğu gecelik yoktu yastığının üzerinde. Koşup çamaşır makinasına ve kirliye baktı, dolabın içine baktı, oralarda da yoktu.

Henüz yüksek sesle söyleyemiyordu ama gece duyduğu çığlık ve arkasından deva eden sessizliğe takılmıştı kafası. Babası erkenden çıkıp gitmezdi çoğunlukla. Tamam bazen giderdi ama her zaman değil.

Gece hastalanıp hastaneye falan mı gitmişlerdi acaba? Kalbi iyice sıkışmaya başladı ama nerede olduklarını nasıl öğreneceğini bilemiyordu.

“Akşam olacak ve ikisi de eve gelecekler!” diye telkin etti kendini, annesi ne derdi hem “Kötü haber çabuk duyulur!” Kötü bir şey olmuş olsa muhakak şimdiye kadar haber ona gelirid. Hem niye kötü bir şey olsundu ki. Son zamanlarda okuduğu gerilim kitapları yüzünden böyle olmuştu mutlaka. Aklından bu düşünceleri silip, ütüyü yapmaya başladı. Annesi dünden rica etmişti ütüleri bitirmesini. Okul tatile girmişti, lise bitmişti. Üniversite sınavına girmişti ama öyle büyük bir beklentisi yoktu. Hatta hiç beklentisi yoktu. Mukadder teyzenin söylediği yerde işe girmek istiyordu. Mukadder hanım onu birine göndereceğini söylemişti. O filmleri falan çeken adama. Senaryo yazmayı öğrenmek istiyordu çünkü, o adamın yanında bu işin nasıl yapıldığını gözlemleyebilirdi. Hayallere dalarak ütüyü bitirdi. Saat ikiye geliyordu. Buzdolabını açıp dünden kalan yemekleri kontrol etti. Bir kişilik bir çorba, biraz kabak, çok az da bulgur pilavı vardı. Annesi bamya getirmişti iki gün önce. Gittiği evlerden birinden vermişlerdi. Aniden seyahate çıkmaları gerekince alışveriş için aldıkları kalmıştı dolapta.

Aslında bamyayı hiç sevmezdi ama başka da pişirecek bir şey yoktu evde. “Annem ne zaman limon sıkıyordu ki buna?” diye düşündü hatırlayamadı. Öyle sümük sümük olunca midesi bulanıyordu Hayal’in. Patates sandığına baktı, üç tane patates vardı. Bamyaları yerine bıraktı. Azıcık patates yemeği yapmaya karar verdi, bamyayı annesi yapabilirdi gelince.

Aklına yine annesinin çantası geldi. Neden evdeydi bu çanta, annesi unutsa bile durağa gidince farkeder geri gelirdi almaya. Acaba biri gelip kapıdan mı almıştı onu bu sabah. Bazen gittiği yerlerden araba yolluyorlardı öyle. Acaba varmış mıydı işe? Metin’e seslense bir daha aradılar mı diye ama arasalar çocuk zaten gelip söylerdi yine.

Patatesleri soyarken yazmayı planladığı senaryoları hayal etmeye başladı yine. Tarihi filmleri seviyordu o. Ama öyle saraylar, krallar falan. İlla padişah falan yazmak şart mıydı sanki? İnsan sadece kendi tarihini mi yazmak zorundaydı. Nasılsa o veya bir yabancı tarihe şahitlik etmemişlerdi ki. Ne kendilerinkine, ne başkalarınınkine. O halde isteyen istediği tarihi yazardı. Hatta varolmayanı bile. Zaten bir kurguydu bu, gerçek olmaya ihtiyacı yoktu ki.

Yemek yapmayı bitirdiğinde saat üç buçuk olmuştu.

“Zaman ne kadar ağır geçiyor bu gün!” diye düşündü. Normalde ev ona kaldığında daha da uzasın isterdi zaman ama bu gün annesini merak ettiği için çabucak akşam olsun eve gelsin istiyordu.

(devam edecek)

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s