Nesrin ailesi ile birlikte mahalleye taşındığında henüz yedi yaşındaydı. Babası mahallenin hamamını satın almış, onu işletecekti. Daha önce oturdukları yerde de bir hamamları vardı ama annesi o mahalleyi kız çocuk büyütmek için pek uygun bulmadığından buraya taşınmışlardı. İlkokula bu mahallede kaydolmuştu o yüzden. O zamana kadar yanında annesi olmadan kapının önüne bile çıkmasına izin vermemişlerdi. Annesi de arada bir babasına yardıma gittiği için çoğu vakti hamamda geçmişti küçüklüğünün.
Bu mahallede hep birbirini bilen eski aileler oturuyordu. Üç katlı küçük apartmanlar ya da iki katlı eski müstakil evler vardı. Nesrinlerin evi müstakil bahçe içindeydi. Üst katta iki yatak odası bir banyo alt katta bir mutfak ve salondan ibaret küçük ama sevimli bir evdi burası. Eski evlerinin böyle oynayacak bahçesi olmadığı için Nesrin çok sevinmişti görünce.
Hemen yanlarındaki ev diğerlerinden farklı olarak iki katlıydı ama her katı ayrı daire olarak planlamıştı. İki daireye de giriş dışarıdan olduğu için apartman gibi değildi. Bir de en üst katta diğer dairelerin yarısı kadar bir çatı katı vardı ve boş duruyordu.
Hemen girişin üzerindeki ara katta Coşkun’lar oturuyordu. Nesrin’ler bu mahalleye taşındıklarında o da dokuz yaşındaydı. Onların eve yerleşmelerini balkondan ilgiyle izlemişti bütün gün. Keni evlerinin bahçesi olmadığından o evin bahçesine her zaman hayrandı. Evde bir çocuk olduğunu görünce hemen ertesi gün bahçe duvarının önüne gelip Nesrin’i görmeye çalışmıştı. Evin yerleştirme işleri olduğundan Sultan hanım eşiyle yeni hamamlarına gitmiyordu. O evde işleri yaparekende Nesrin hemen bahçeye fırlamıştı. Tabi bahçeden asla çıkmayacağına söz vererek.
Tabi bu arada bahçeden çıkmama sözü vermişti ama bahçeye birini alma ile ilgili annesi bir tembihte bulunmadığı için Coşkun’u görüp hemen çağırmıştı. İki çocuk birbirlerine isimlerini söyleyip hemen oyuna başlamışlardı. İkisi de uzun süredir böyle kapalı bir bahçede arkadaş bulup oynayamadıklarından oyalanma gereği hissetmemişlerdi. Zaten çocuklar birbirlerini uzun uzadıya tanıyıp güvenme ihtiyacı hissetmezlerdi yetişkinler gibi. Çünlü hiç bir çocuk diğerine bir yetişkinin verdiği zararı vermezdi kolay kolay. Kin tutmazdı çocuklar öte yandan yetişkinler gibi, öfekeleri, küslükleri çabuk sönerdi.
Sultan hanımın bir erkek kardeşi vardı, Sabri. Kocası onun evlerine gelmesini yasaklamıştı. Bu yüzden Sabri eniştesi işe gittikten sonra gelir, o gelmeden de kaçar giderdi. Nestin dayısının geldiğini babasına söylememesi için sürekli tembihlendiğinden artık iyice öğremişti. Zaten dayısı onunla hiç ilgilenmediği için onun gelip gitmesi ilgisini de çekmiyor aklında bile kalmıyordu.
Dayısının kumar bağımlılığı vardı, çoğunlukla da içki kokardı. Babası sürekli ablasından para tırtıkladığı için onu evden kovmuştu. Sadece parası bitince gelip Sultan hanımı buluyor, dil döküyor, istediğini aldıktan sonra da çekip gidiyordu. Henüz bir hayrını görmemişlerdi. Hatta Nesrin doğduğunda çocuğa takılan altınların bir kısmını çalmıştı. Sultan hanım kıyamayıp kendinin verdiğini söylesede sonradan Turan bey onun altınları çaldığından adı gibi emindi. Pisliğin tekiydi kısaca Sabri denilen adam. Sultan hanım anneleri babaları çoktan öldüğü için kendini kardeşinin annesi yerine koyup onu korumaya çalışıyordu ama o hep aynı kişiydi aslında. Delikanlılığından başlayarak her zaman baş belası olmuştu herkes için. Bir ara da alkolik olmuş ve tedavi görmüştü. İçmediğini söylüyordu artık ama bir metre uzaktan bile alınacak kadar alkol kokuyordu sürekli. Üstelik dili dolaşıp, yalpaladığı da oluyordu.
Coşkun’un babasının da manifatura dükkanı vardı şehrin merkezinde. Durumu mahallelinin çoğuna göre daha iyiydi. Oturdukları daire ile üst kattaki çatı katı dairesi onlara aitti. Alt katta onlarındı ve sürekli oturan bir kiracıları vardı. Her nedense Coşkun’un dedesi bu binayı yaparken bahçe yapmayı akıl etmemiş, binayı hemen kaldırıma sıfır bir şekilde yükseltmişti. Bir çok evde olduğu gibi arka tarafta da bir bahçesi yoktu bu değişik binanın. Üzerine yapıldığı arsanın her metrekaresi ev alanı için kullanılmıştı. O yüzden evin bir duvarı Nesrinlerin evinin bahçe duvarına yapışık gibiydi. Coşkun’un odası da o cephede olduğundan balkona çıkınca hemen bahçenin üzerinde gibi oluyordu. Bu nedenle hep çıkar bahçedeki ağaçları ve bahçeyi seyrederdi bir süredir. Hatta evde kimse oturmazken ara ara gelir bu bahçede oynardı da. Burada eskiden yaşlı bir karı koca oturduğunu anlatırdı Coşkun’un annesi. Onlar vefat edince iki çocuk aralarında bir türlü anlaşamadıklarından evi ne satabilmişler ne kiraya verebilmişlerdi. Ev üç yıl boş kaldıktan sonra nihayet Turan beyler satın almıştı. Ödemenin yarısını bir banka hesabına, kalanını diğer banka hesabına yatırmışlardı onlarda alırken. İki kardeş konuşmadığı için parayı ancak böyle paylaşabilmişlerdi. Emlakçıda bu iki huysuz kardeşten kurtulduğuna sevinmişti ev satılınca.
Daha tanıştıkları ilk gün Coşkun evin hikayesini anlatmıştı Nesrine.
“Böyle güzel bir bahçeyi nasıl satmışlar değil mi?” demişti Nesrin hemen akıl yürüterek.
“Satmasalardı senin olamazdı ama değil mi?” demişti Coşkun’da bilmiş bilmiş.
Sonra bu sohbeti unutup oyuna dalmışlardı yine. O ilk günden başlayarak daima birlikte oynamışlar, çok yakın iki dost olmuşlardı Coşkun ve Nesrin. Hava güzelken ikisi ödevlerini bile bahçede yapıyorlardı. Nesrin’in annesi Coşkun’un annesi ile tanışmış iyi anlaşmışlardı. Onların evinden bakınca bahçe olduğu gibi göründüğünden bazen kocasına yardıma gitse bile çocukları kadıncağıza emanet eder. O da balkondan ikisini kontrol eder, yesinler diye bahçeye yemek, pasta, börek indirirdi. Coşkun’un liseye başladığı yıl bir gece aniden uykusunda ölüverdi zavallı kadın. Hiç bir bilinen hastalığı yoktu. Doktorlar kalp krizi geçirdiğini söylediler. Babası sabah işe giderken karısı uyanmayınca farketmişti nefes almadığını. Coşkun okula gittiği için ona bir şey söylememişler. O ancak okuldan gelince öğrenmişti olanları. Nesrin ile aynı okula gidiyorlardı ama o iki sınıf yukarıda olduğu için o sene liseye geçmiş okulu değişmişti.
Nesrin onların evinin önündeki kalabalığı görünce koşarak oraya gitmiş Coşkun’un annesinin öldüğünü öğrenmişti. Kendi annesi de Coşkunlardaydı. Cenaze çoktan kaldırılmış ve eve dönmüşlerdi. Coşkun’un bunu atlatması çok uzun sürdü. Nesrin’de onunla birlikte çok üzülmüş, elinden geldiğince ona destek olmaya çalışmıştı. Artık onların evinde arkalarını toplayacak, yemeklerini yapacak bir anne yoktu. Sultan hanım uzun bir süre baba oğul aç kalmasınlar diye onlara yemek taşıdı. Diğer komşularda gelip evi toparladılar. Fatih bey her gün işine gitmek zorunda kaldığı için Coşkun mahallede herkesin desteği ile yaşadı iki yıl boyunca. Herkes ona annesinin eksikliğini hissetmesin diye bir şeyler yapmaya çalışıyordu.
Ancak Fatih bey iki yıl sona bir akşam eve gelip oğluna bir kadınla evleneceğini açıkladı. Coşkun babasının annesi öleli daha iki yıl olmuşken nasıl böyle bir karar vermiş olduğuna inanamıyordu. Hemen Nesrin’in yanına koşup içini boşaltana kadar bağırıp çağırdı.
“Babana biraz hak tanı, o da iki yıldır yanlız yaşıyor. Annen de onun mutsuz olmasını istemezdi ki.”
“Annem bana bir üvey anne getirmesini de istemezdi herhalde.”
“Bir tanış bakalım ya, peşin fikirli olma belki seversin!” dedi Nesrin.
(devam edecek)