Atlas henüz on yedi yaşındaydı. Sanat okuluna ortaokuldan sonra girmişti. Annesinin normal bir koleje gitme konusundaki ısrarına rağmen babasının da desteği ile okulun elemelerine girmiş ve kazanmıştı. Ancak o babası gibi dansı seçmemişti, onun alanı tamamen başka sahne sanatları üzerineydi. Hem yönetim kurulu başkanının oğlu, hem de yakışıklı bir genç olduğundan okulda hemen her kes tarafından biliniyordu. Kendi yaş grubunda, hatta dışında pek çok hayranı vardı. Ancak onca yeteneği, yakışıklılığı ve ününe rağmen içe dönük bir gençti Atlas. Sadece sahnedeyken özgüveni yükseliyor, yaşamda olduğundan farklı olarak kendini buluyor gibiydi. Bu alanı o yüzden seçmişti zaten. Aslında dansai müziğe hatta resime de ilgisi vardı. O da Seden gibi babasından bir çok özelliğini almıştı. Tek fark ablası ve babası gibi dışa dönük bir karakteri yoktu. İnsanların gösterdiği fazla ilgiden rahatsız oluyordu. Okula girerken babası sayesinde bu kadar bilinir olacağını hiç hesaba katmadığı için okulda iyice içine kapanık davranıyordu. Herkesle selamlaşıyor ama çok az insanlar arkadaşlık ediyordu. Bu arkadaşlardan biri de Sude’ydi. Sude onun çocukluk arkadaşıydı aslında. Sınavlara birlikte girmişler ikisi de başarılı olmuşlardı. Anneleri arkadaş olduğundan Atlas’ın onunla arkadaşlık etmesi kolay olmuştu. Küçüklüklerinden beri bir çok kursa birlikte gitmişler, aynı oyun gruplarında yer almışlardı. Sude Atlas’a deliler gibi aşıktı ama Atlas bunu bir türlü farketmiyordu nedense. Kıza daima arkadaş gibi davranıyor bu da Sude’nin çok canını sıkıyordu. Sude’nin anne ve babası geçen yıl boşanmışlardı. Babası başka bir kadına aşık olduğunu söylemiş yüklü bir tazminat ve nafaka ödemeyi kabul ederek karısını terketmişti. O zamana kadar yurt dışında okuyup, geri gelmeyi düşünmeyen ağabeyi Baykurt, her şeyi bırakıp geri gelmişti kardeşi için. Birbirlerinden uzakta olsalar iki kardeş arasında her zaman güçlü bir bağ olmuştu. Baykurt Sude’den neredeyse sekiz yaş büyüktü. Babası onları terkedip gidince, kızkardeşinin bir babaya ve güce ihtiyacı olduğunu düşünüp, orada kurduğu işini, herşeyi bırakıp gelmişti. Tabi anneleri de çok sevinmişti bu dönüşe ama oğlunun oradaki kariyerini harcamasına biraz üzülmüştü. Baykurt kız kardeşi gibi sanatçı ruhlu biri değildi, onun kafası daha çok matematiğe çalışırdı her zaman. Bu nedenle mühendislik okumayı seçmişti. Yurt dışında aldığı diplomalar ve sertifikalarla ve tabi babasının da tanınmış bir iş adamı olması dolayısıyla iş bulmakta sorun yaşamadı.
Bir süre buraya uyum sağladıktan sonra yine kendi işini kurmak istiyordu. Ancak önce işlerin ülkesinde nasıl yürüdüğünü öğrenmesi gerekiyordu. Belki yurt dışında yaşadığından babasının bir başka kadına aşık olup gitmesini gayet olağan karşılamıştı. Bunu elbette annesine değil kızkardeşine söylüyordu.
“Düşünsene insan bir ömür bir ilişkide ne tür bir hapishanenin içinde oluyor. Hiç bir iki insan bu şekilde bir mahkumiyete zorlanmamalı. Bu sadece mutsuzluk getirir!”
Sude ağabeyi gibi düşünmüyordu. O çok aşıktı ve bir gün Atlas ile evlenip mutlu bir yuva kuracaklardı, ayrıca da bir sürü çocukları olacaktı. Çocukların hepsi de Atlas’a benzeyecekti.
Baykurt kız kardeşinin bu masalsı hayallerini gülümseyerek dinliyor, onun istediği hayata kavuşabilmesi için elinden bir gelen olursa yapacağına söz veriyordu. Ancak tabi ki bir erkeğin kalbine söz geçirmek becerileri arasında değildi. Atlas’ın kalbinde Sude’ye karşı bir aşk yoksa bunu oraya yerleştiremezdi.
Aslında Atlas onların sandığı gibi Sude’ye karşı boş değildi. Onunla olmadığı zamanlarda özlediğini farketmişti özellikle son zamanlarda. Ayrıca Sude büyüdükçe kuğu gibi güzel bir kız olmuştu. Üstelik Atlas’a o kadar iyi ve ilgili davranıyordu ki bunu gözden kaçırmak mümkün değildi. Yine de Sude’nin tüm bu davranışları çocukluk arkadaşı olmalarından kaynaklanıyor olabilir diye düşündüğünden emin olana kadar harekete geçmek istemiyordu. Bu bekleyişinin Sude’yi nasıl üzdüğünü ve deliye çevirdiğinden haberi bile yoktu tabi. Kızın arada bir kapıldığı öfke nöbetlerinin onun duygularını farkedip kızdığı için olduğunu sanıp her şeyi de yanlış anlıyordu maalesef.
Ozan ile konuştuktan sonra Selçuk’un ilk işi oğlu Atlas ile konuşmak oldu. İkisinin arası daima iyi olmuştu ve Atlas annesi ile konuşamadığı her şeyi babasına rahatlıkla anlatırdı. Hatta onun konuşabildiği yegane insandı babası. Elbette Sude’yi de biliyordu.
Atlas babasının annesinden önce birine aşık olmuş olduğunu ilk defa duyuyordu. Hele de onların böyle acıklı bir şekilde ayrıldıklarını duyunca neredeyse üzüldü.
“Mehtap’a olan duygularım, anneni sevmeme engel olamadı. Aşk böyle bir şey.” demişti Selçuk bey anlatırken, “Üstelik o Mehrap’a hiç benzemiyordu Yani onu eski aşkıma benzediği içinde sevmedim. Onu ayrı sevdim ve hâlâ da öyle seviyorum. Annen beni olduğum gibi kabul edebilen. Kendim gibi olmama izin veren yegane insanlardan biri inan bana!”
“Peki bu kadından ve kızından, yani beni bir ablam var öyle mi?” diyerek sesi coşkuyla yükseldi Atlas’ın lafın ortasında ve sonra devam etti, “Anneme bahsedecek misin onlardan?”
“Hayır bunu yapmak istemiyorum. Bu bir yalan ya da aldatma değil, annenden çok önceydi çünkü. Ancak kadınlar biz gibi düşünmezler biliyorsun. Bunu duyarsa onu hiç sevmediğim gibi yanlış düşüncelere kapılabilir ki bunu kesinlikle istemem. Onu üzecek hiç bir şey yapmak istemiyorum anlıyorsun değil mi? Bu yüzden seninle konuşuyorum bunları.”
“Elbette anlıyorum baba! Ben de olsam senin gibi yapardım.”
“Seninse bir ablan olduğunu bilmeye hakkın var oğlum ve onunla tanışmaya!”
“Evet bu hayatımın en güzel sürprizi!”diye yeniden sevinç gösterisinde bulundu Atlas.
Selçuk oğlunun bu sevgi dolu kucak açması ve onu yargılamadan dinlemesiyle gurur duydu. Atlas gerçekten temiz yürekli bir çocuktu. Onca zenginlik, ilgi onu bir parça olsun şımartmıyordu. Tıpkı Selçuk’un gençliğinde olduğu gibi.
“Sence beni sever mi?” dedi Atlas onunla tanışacakları günü planlaması için konuşurlarken babasına. Selçuk Ozan’ı aramış, kızıyla tanışmaya oğlunu da getireceğini söylemişti. İki kardeşin birbirini tanımasını ve birbirlerine destek olmalarını istiyordu. Ozan’da bu konuda aynı fikirdeydi. Böyle zengin bir aileden olan Selçuk ve Atlas’ın, Seden’i böylece kabul edivermelerinden de çok duygulanmış ve mutlu olmuştu. Karısının Selçuk’tan etkilenmekte haklı olduğunu itiraf ediyordu artık kendine.
Şimdi sıra her şeyi Seden’e anlatmaya gelmişti. Onun da öz babası ve kardeşi gibi kolayca bunu kabullenebilmesini umuyordu Ozan.
Seden babasının arayıp akşama plan yapmamasını ve onunla önemli bir şey konuşacağını söylemesiyle biraz endişelendi. Annesinin ölümünden sonra babasının sağlık durumunun kötüye gittiğini düşünüyordu. Yani öyle görünen bir hastalığı yoktu ama eskisi gibi sağlıklı ve dinçte değildi artık. Sanki her geçen gün yaşamından bir şeyler eksiliyor gibiydi günlerle birlikte.
(devam edecek)