Arzu babasının bu tavrına inanamıyordu, resmen onu başkasının kıyafetleri ile sokağa bırakmıştı, beş parasız ve hiç bir şeyi olmadan. Bu muydu yani kızlarına olan sevgisi Arslan beyin. Birini onu boynuzlayan bir kocayla mutsuz bırakmış, diğerini sokağa atmıştı ama görecekti. Arzu altı ay içinde hepsini başaracaktı. Bahçenin büyük demir kapılarından dışarı baktı. Hava hiç de sıcak değildi. Ocak ayındaydılar ve kar yağdı yağacak gibi duruyordu. Üzerindeki Gülsüm’ün incecik montu soğuğa pek korunaklı değildi. Montun yakalarını kaldırdı. Duruşunu dikleştirdi. Kapının kameralarının önünden dimdik ve gururla geçti. Doğrudan ablasına giderdi aslında, Nermin sır saklar oraya geldiğini söylemezdi ama kocası olacak o alçağa güven olmazdı. İlk günden ablasına sığındığını babası duyarsa zaten bütün plan bozulurdu.
“Tamam o zaman! Şimdi biraz düşüneyim ama önce sıcak bir yer bulayım!”
Üç dört sokak yukarıda bir arkadaşının ofisi vardı. Babasının villasını iş yerine çevirmiş kendi işlerini oradan yürütüyordu. Önce gidip orda bir kahve içerdi, sonra sakin kafayla ne yapacağını düşünüp ona göre harekete geçerdi.
Hızlı adımlarla oraya doğru yürümeye başladı ki ayağındaki lastik pabuçların altının çok fena kaydığını farketti. Üstelik ayakları buz gibi olmuştu.
“Bunlar da ne böyle ya?” diyerek söylendi ve daha dikkatli bir şekilde yürümeye devam etti. Ofise gelip bahçe kapısındaki diafonun ziline bastı.
“Arzu sen mi geldin!” dedi Mutlu’nun sesi.
“Evet haydi aç şu kapıyı da gireyim!”
“Tatlım şimdi Arslan amca aradı.”
“Ne?” dedi Arzu öfkeyle
“Biliyorsun bizim işlere çok destek atıyor baban”
“E ne olmuş yani?”
“Sana kesinlikle kapı açmamamızı tembihledi altı ay boyunca ama nedenini söylemedi. Ne oluyor kuzum?”
Arzu diafon kamerasına dönüp bir el hareketi yaptı ve dönüp yürümeye başladı sinirle.
“Arzu! Kötü kız!” diye güldü arkasından arkadaşının sesi.
“Buna da arkadaş diyoruz! Pis korkak!” diye geçirdi içinden. Yürürken vücudu biraz ısınmıştı ama bekleyince soğuk yeniden kendini hissettirmişti. Nereye gideceğini bilmese de durmak iyi fikir değildi. Yanlarında çalışan Feride hanımı bıraktığı otobüs durağını hatırladı. Evlerinin biraz ilerisindeydi. Bir otobüse binerse en azından sıcak olurdu. Kararlı adımlarla geri döndü ve hatırladığı durağa doğru yürümeye başladı. Durak oldukça kalabalıktı. İnsanların arasına karıştı, böyle en azından rüzgardan daha az etkileniyordu. Otobüs gelmek bilmiyordu bir türlü. Sonunda ağzına kadar doldu bir otobüs durağa yanaştı.
Otobüsün kapıları açıldı ve duraktaki insanlar ön kapıya hücum ettiler. Herkes bir an önce kalabalık ve sıcak otobüse binmeye can atıyordu. Otobüse verecek parası ya da bileti olmadığını durağa gelince farketti Arzu. Önce birinden istemeyi düşündü. Hatta otobüse bindikten sonra istese binememe şansı olmazdı diye planlamıştı ama bu kalabalığı görünce binmenin bile sorun olduğunu anladı. Birisi inerken orta kapıdan içeri atladı. Oradakiler biraz homurdansa da şoför onun orta kağıdan bindiğini farketmemişti.
“Oh bilet parasından da yırttım!” dedi kendi kendine. Nihayet sıcak bir yere girebilmişti. Otobüsün içi gerçekten havasızdı ve sıcaktı. Soğukta kalmaktansa bu pis havayı solumak iyidir diye düşündü. Biraz sonra midesi bulanmaya başlayana kadar elbette.
“Düşün Arzu, düşün!” dedi kendi kendine. Otobüs şehrin işlek caddelerinden birine gelmişti. Buğulanmış camdan kuyumcu yazısını görünce önce parası olması gerektiğini hatırladı ve sonraki durakta kendini attı yine orta kapıdan. Derin bir nefes alıp kendine gelmeye çalıştı önce. Dışarıdaki havanın bu kadar temiz ve iyi geldiğini hiç düşünmemişti. Üstelik onca arabanın egsoz dumanına rağmen. Sıcaktan çıktığı için biraz titreme geldi önce ama koşarak kuyumcuya girdi.
Kuyumcu üzerindeki eski püskü kıyafetleri görünce şüpheyle süzmeye başladı onu. Arzu bu bakışı daha önce de görmüştü ama kendisi için değil. Sinirle çantasından kimliğini çıkartıp, tezgahın üzerine koydu.
“Ben Arzu Tokdemir, Arslan Tokdemir’in kızıyım ve bir sosyal proje için buradayım. Hırsız değilim anlaşıldı mı?”
Adam göz ucuyla kimliğe baktı, “Peki sizin için ne yapabiliriz Arzu hanım dedi alaycı bir sesle!”
Arzu keseye doldurduğu takıları tezgahın üzerine döktü, “Bunları paraya çevirmek istiyorum!”
Adam gözüyle çırağına işaret etti altınları alıp tartması ve incelemesi için, çırak onları tek tek topladı ve tezgahın arkasındaki masaya geçip bir şeyler yapmaya başladı.
“Bir ıhlamur söyleyelim mi üşümüşsünüz” dedi adam yine aynı alaycı sesle.
“İyi olur!” dedi Arzu.
O ıhlamurunu içene kadar çırak hesabı bitirdi, büyük ihtimalle çalıntı olup olmadıklarına da bakmıştı. Arzu’ya parasını verdiler.
Arzu adamın tavrından hiç hoşlanmadığı için paraları alıp teşekkür etmeden çıktı.
“Terbiyesiz adam! Buraya kendi kıyafetlerimle gelmiş olsaydım kapıya kadar yerlere yatardı kesin! İşte şimdi param var!”
Normalde çantasına koyduğu parayı bir haftada harcardı o ama şimdi bu parayla idare etmesi gerekiyordu. Caddede yürüken gözü vitrinlere takıldı. Üzerine başına bir şeyler alabilirdi artık.
“Dur bakalım önce geceyi geçirecek bir yer bul!” dedi sonra kendi kendine.
Bu arada kuyumcu tezgahın üzerinde kalan kimliği farketmiş, çırağına onu yakındaki karakola götürmesini söylemişti. Birde kızın peşinde koşacak hali yoktu.
“Onlara yolda bulduğunu söyle! Başı beladaysa bizi bulaştırma!” diye tembihledi arkasından. Çırak patronun söylediği gibi kimliği alıp karakola bıraktı.
Arzu caddeden bir sokağa girince görünen otel tabelasına doğru yürümeye başlamıştı. Bu geceyi bir otelde geçirip plan yapmak en iyisiydi.
Otelin kapısından geri çıkarken sinirden deliye dönmüştü “Bu ne biçim oda kahvaltı fiyatı ya! Elimdeki parayla ancak beş gün kalabilirim bu halde! Sanki odayı satacaklar bana! Bir şeye de benzese bari!”
Oda sorduğu otel sadece üç yıldızlıydı üstelik. Daha önce seyahate çıktıklarında fiyatı bile sormadan babasının onların adına çıkarttığı kredi kartlarından birini uzatıverirdi. Bu üç yıldızlı otelden çok daha güzel yerlerdi onlar. Bunlar kendilerini ne sanıyorlardı acaba?
Günü birlik eşyalı evler tutan arkadaşları vardı, parti vermek isteyen bunu yapardı, Arzu’da bir kez tutmuştu. Tabi babasının haberi olmadığı için karttan değil nakit ödemişti ücretin fiyatını biliyordu bu yüzden. Otelin istediği paranın tam beş katıydı neredeyse günlük kirası. Evdi tabi orası mobilyası her şeyi içindeydi. Kısa zamanda bir iş bulsa bunların hiç biri sıkıntı olmayacaktı ama para sahibi olduktan sonra kalacak yer konusunu çözmeliydi şimdi gün sona ermeden.
Yine Feride hanım geldi aklına, ona devamlı torunlarından bahsederdi. Severdi Arzu Feride hanımı çok tatlı bir kadındı, Nermin’e de ona da hep küçük kız çocuklarıymış gibi davranırdı. Aslında şimdi düşünüyordu da Hatice hanımdan bile daha sevecendi onlara karşı. Arzu’nun başına gelenleri duysa ona kesin yardım ederdi. Geçen yıl işten ayrılmış emekli olmuştu ama o bıraktığı duraktan otobüse biniyordu ve gittiği yerin adı da? Neydi sahi oranın adı? Komik bir isimdi.
“Hah Satıkadın!” dedi Arzu neşeyle, “Satıkadın’a gidip Feride hanımı bulursam o bana oralarda ucuz bir yer ayarlar hatta belki evine alır beni. Babam nereden bilecek ona gittiğimi?”
Hemen otobüs durağının arkasındaki bilet gişesine yürüdü.
“Satıkadın otobüsüne nereden binebilirim?”
“Buradan otobüsü geçmez abla, tren var galiba oraya. Önce şu duraktan Tanyurdu otobüsüne bin. Son durakta in. Orada sorarsın yine.”
Arzu bir bilet alıp Tanyurdu otobüsüne bindi hemen, “Ne treni ya?” dedi kendi kendine. Otobüste yanına oturan kadına sordu tekrar. Kadın ona son durakta inip oradan, trene binmesini söyledi aynı şekilde.
“Demek Feride hanım otobüsle gitmiyordu evine her gün, önce tren istasyonuna gidiyordu! Çok uzakmış..”
(devam edecek)