“Baban o saati belki de değerli olduğu için hatırlatmak istemiştir sana. Yani hapishaneden çıktığında zorlancağını bildiği için.”
“Evet olabilir ama bunu neden bu kadar gizemli yapmaya çalışsın ki, doğrudan söyleyebilirdi.”
“Bilmiyorum bu konuda aklıma bir şey gelmiyor!O saati bulmalıyız bence”
“Evi bir daha aramalıyım belki de!”
“Bence de! Hatta şimdi aramaya ne dersin?”
İkisi birlikte üç dört saat boyunca evi didik didik aradılar. Saatten iz yoktu.
“Saat evde olmadığına göre, baban belki de gerçekten emanetçiye verdi o saati ve senin geri almanı unutmaman için bu yazıları yazdı”
“Peki ya sayılar?” dedi Sema.
“Sayılar da emanetin numaralarıdır”
“Evet bunu hiç düşünmedim. İyi ama bu emanetçinin nerede olduğunu nasıl bileceğiz. Kaldı ki ben son sayıyı hâlâ hatırlamıyorum!”
“Saati de hatırlamıyordun ama hatırladın. Sakin olursan onu da bulacaksın inanıyorum.”
“Ben şimdi çıkmak zorundayım. Şehirdeki tüm emanetçilerin adreslerini bulmaya çalışırım internetten. Yarın benim eşyaları boş verip emanetçilere gideriz. Bir köstekli saat varsa eğer baban adına bırakılmış son numarayı bulamasanda buluruz onu.”
“Sahi mi?” dedi Sema sevinçle.
“Elbette sahi!”
Bir anda boynuna sarılıverdi Sema Taner’in. İkisi de bu coşkunun nasıl bu hale geldiğini anlayamamışlardı. Sonra mahcup bir şekilde geri çekildi hemen
“Çok özür dilerim!”
İkisi de mahcup bir şekilde gülümsediler birbirlerine. Taner çıkar çıkmaz sema internetten emanetçilerin isimlerini aramaya başladı ve eski evlerine yakın olanlardan başlayarak adresleri listeledi. Zaten torutopu üç emanetçi vardı bulabildiği.
Taner geliyordu aklına sürekli ve gülümsüyordu. Bunu farkettiğinde kalbi iyice hızlı atmaya başladı. Uzun zaman sonra ilk kez birine güveniyordu aslında. Güvende hissediyordu. Babasından sonra ilk kez bir erkeğe güvenebileceğini hissediyordu. Mustafa ile yaşadıkları düşünülürse evliliği sürekli diken üzerinde geçmişti Gerçi onu ilk tanıdığında da yoğun hisler duymuştu, nezaketi, eli açıklığı, ona bir mücevhermiş gibi davranması. Acaba Taner’inde şimdi farkedilmeyen böyle tehlikeli yanları olabilir miydi.
Hastaydı Taner. Çok üzülmüştü aslında öyle olmasına, onun şifa bulması için elinden gelen bir şey olsa mutlaka yapardı. Hatta hiç düşünmek istemiyordu ama durumu ağırlaşırsa bile ona bakardı. Gerçi ona düşkün iyi bir ailesi vardı belli ki, sahipsiz kalacak biri değildi Taner. Asıl sahipsiz olan kendisiydi. Annesi, babası ve kızı geldi yine aklına.
Bir gün annesi, babası ve o bir göl kenarına gitmişlerdi pikniğe, annesinin doğum günüydü. Babası ile birlikte ona bir şaka yapmak istemişler. Evdeki iki tuzluğu paketlemişler ve bir de doğum günü hediyesi almışlardı. İlk önce tuzlukları kadıncağıza vermişler, o da paketi açınca yüzündeki şaşkınlığı gizlemeye çalışınca kahkahayı basıp gerçek hediyesini göstermişlerdi.
“Benim için aldığınız hediyeler değil, siz önemlisiniz. Beni değerli hissettiriyor olmanız önemli.” demişti annesi, “Ben en çok bu üçü seviyorum” diyerek onları ve kendini göstermişti eliyle.
Sonraki zamanlarda da annesinin bu sözü çok tekrarladığını hatırladı birden, “Ben en çok bu üçü seviyorum!”
“Üç, anne evet senin sayın üç!” dedi sevinçle, duvardaki yazıya baktı hemen, “Annenin, senin benim en sevdiğimiz sayılar. Üç, beş ve yirmi dört. Evet sayılar bunlar olmalı.”
Hemen Taner’i aradı heyecanla ve sayıları tamamladığını söyledi.
“Tamam hemen yarın sabah o bulduğun adreslere gidiyoruz!” dedi Taner’de onu heyecanına ortak olarak.
Bütün akşamı sevinçle duvardaki yazıya gülümseyerek geçirdi. Ne bulacaklarını bilmiyordu ama babası bu kadar önemsediğine göre mutluluk verici bir şey olmalıydı.
“Canım babam!” dedi kendi kendine, “Bana her ne hazırladıysan eminim sevgiyle hazırlamışsındır!”
Ertesi sabah Taner elinde iki tane simit ile geldi, gelmeden ona çayı hazırla birlikte kahvaltı edelim diye yazmıştı. Mevhibe hanımın onun için hazırlattığı kahvaltıdan haşlanmış yumurtaları ve tostları da bir torbaya koydurup, annesinin yanağını öpüp çıktı evden. Kadıncağız uzun zaman sonra oğlu yeniden eve döndüğü içn çok mutluydu. Onu yeniden huzursuz etmemek için hiç bir şeye itiraz etmiyordu. Ayrıca yardım etmeye bu kadar gönüllü olduğu bu kıza duyduğu ilgiyide çoktan anlamıştı.
“Bir gün davet et kızcağıza biraz değişiklik olur” bile demişti.
Oysa normal şartlar altında sabıkalı ve dul bir kadınla oğlunun görüşmesini istemeyeceği kesindi. Fatih bey de böyle söylemişti ona, “Allah insana önyargılı ve kibirli olmamasını öğretiyor Fatih, oğlumun mutluluğu için katlanmayacağım şey, vazgeçmeyeceğim kural yok benim!” diye cevap vermişti gözleri dolu dolu.
“O zavallı kızın da bir suçu yok zaten Taner’in anlattıkları doğruysa!” demişti Fatih bey ama yine de emekli bir bürokrat olarak normal şartlar altında Sema’yı kabul etmeyeceklerini veya itiraz edeceklerini o da biliyordu.
“Oğlumuzun iyileşmesine, mutlu olmasına bir katkısı olacaksa her şeye varım bende, bu kız sayesinde Taner eve döndü!”diye anlatmıştı Fatih bey erkek kardeşine. Çünkü Mustafa bey tepki göstermişti ağabeyinin anlattıkalrını duyunca. Yeğeninin mutluluğu için olduğunu o da anlıyordu ama. Kız sabıkalı bir katildi. Aksini gösterecek bir delilde yoktu.
“Taner onu aklayabileceklerine inanıyor, onu uzun zamandır bu kadar heyecanlı, mutlu ve hayata bağlı görmemiştim Mustafa. O yüzden Mevhibe ile oğlumuz ne isterse arkasında durmaya karar verdik! Allah kimseyi evladının canıyla, sağlığı ile sınamasın.”
“Amin!” dedi Mustafa bey ağabeyine, bunun üzerine söylenecek bir söz yoktu. Onun da yetişkinliğe dayanmış iki tane evladı vardı.
Sema ve Taner birlikte kahvaltılarını ettikten sonra çıktılar evden, ikisi birlikte çok güzel vakit geçiriyor, sohbet ederken zamanın nasıl aktığını anlamıyorlardı. Sema uzun süredir ilk kez gülüyordu böyle, Taner’de öyle.
İlk gittikleri emanetçi onun numaralarının harflerle başladığını söyleyip baştan açıkladığı için oyalanmadan ikinciye gittiler. İkinci emanetçinin verdiği fiş numaraları Sema’nın hatırladığı sayıların sıralamasına benziyordu.
Adam onlara birer kahve söyleyip, arkada bir depoya geçti ve on dakika sonra elinde küçük bir kutu ile geri geldi. Babanızı hatırlıyorum aslında dedi kutuyu uzatırken, emanete verdiği bir kutuyu isteyip içine bir şeyler koyup geri verenini hiç görmemiştim. Üstelik emanet karşılığı aldığı parayı da ödedi ve sizin gelip alacağınızı söyledi.
“Parası verilmiş bir emaneti ilk kez bu kadar uzun süre sakladım, şansısınız!”
Sema elleri titreyerek aldı kutuyu adamdan. Taner heyecanla kutuya dikmişti gözlerini ikisi de içinden ne çıkacağını merak ediyorlardı.
“Hayal kırıklığı da olabilir!” demişti Taner gelirlen, o kutuya büyük anlamlar yüklemişlerdi ama gerçekten de içinde hiç umulmadık ve o an için anlamsız bir şey de çıkabilirdi.
“Babam karşılığını ödediği bir emaneti neden burada bıraksın ki?” dedi Sema Taner’e bakarak.
“Bilmiyorum ama evin sen geldiğindeki halini düşünecek olursak belki de burada daha güvende kalacağına kanaat getirmiştir!”
“Olabillir!”
“Açmayacak mısın?” ded Taner sabırsızlıkla
“Açacağım ama korkuyorum!”
“Neden korkuyorsun? Baban sana zarar verecek bir şey yapmış değildir herhalde!”
“Elbette ama bilmiyorum. Peki tamam açıyorum!” diyerek kutunun bantlanmış kapağını kaldırdı yerinden
(devame edecek)