Yerdeki adam kıpırtısız kalana kadar vurmaya devam etti diğerleri ve ondan tepki alamayınca bırakıp gittiler. Sema hemen çıkamadı yerinden onlar gider gitmez. Zihni bir şeyler yapması gerektiğini haykırıyor ama bedeni kıpırdamıyordu bir türlü. Gözünün önüne Ayşegül geliyordu sürekli ve onun denizin dibine sürüklenen silüeti. Olduğu yerde dizlerini kendine doğru çekip oturdu bir kaç dakika. Kızını nasıl vermişti onlara, yıllardır onu geri alma hayali kurarken kızının kemikleri bile kalmamıştı belki de denizin dibinde.
“Allahım! Allahım!” diyerek ağlamaya başladı yeniden.
O sırada cılız bir ses yükseldi yerdeki adamdan, “Kim var orada, yarım edin!”
Dikkati yeniden adama kaydı bu kez. Gözyaşlarını silip ayağa kalktı. Evet şimdi bu adama yardım etmeliydi. Onu da kızı gibi ölüme terkedemezdi. Hızlı adımlarla gitti yanına. Zavallı adamın her yanı kan içindeydi. Kaşı patlamış, gözünün birini açmasına engel oluyordu.
“Kalkmama yardım et!” dedi adam inleyerek.
“Bir ambulans çağırmalıyım” dedi rüyada gibi ve cebinde telefonu aramaya başladı.
“Hayır kalkmama yardım et!”
Mustafa’yı hatırladı birden, o da böyle döverdi Sema’yı. Hiç bir seferinde de doktora götürmezdi. Yüzüne vurmazdı zaten akıllıydı. Vurduğunda da iz bırakmayacak gibi vururdu. Son dayakları hariç tabi. Son defalarında yüzüne de vurmuştu bolca. Ondan öncekilerde hep vücuduna vurduğu için kimse anlamazdı dayak yediğini. Oysa vücudu hep morluk içinde kalırdı.
“Beni duymuyor musun?” dedi adam elini ona uzatarak
Uzattı elini şuursuzca, çekti kendine doğru ve kaldırdı adamı.
“Buralarda mı yaşıyorsun?” dedi adam kaburgalarını tutarak. Kalkınca kaşındaki kan Sema’nın üzerine doğru fışkırmaya başlamıştı. Kızın boynundaki fuları çekip bastırdı kaşına.
“Evet!” dedi Sema, “Bir doktor gerek size!”
“Evine gidelim, ben doktoru çağıracağım!”
Sema onun omuzuna tutunmasına izin vererek eve doğru yürümeye başladı.. Zihni bu yaptığının doğru olmayabileceğini söylüyordu ona yine. Mustafa onu döverken veya sonrasında evdeki çalışanların hiç biri yardım etmezdi ona. Hepsi bir anda çekilirlerdi, tıpkı o perdelerin ardından bakanlar gibi. Bazen olduğu yerden kalkamazdı canı yandığı için, ağrıdan öleceğini sanırdı ama ölmezdi. Keşke Ayşegül’e hamile kalmadan çok önce ölseydim diye düşünmüştü hapishanedeyken. O zaman bir çocuk onunla bu kaderi paylaşmak zorunda kalmazdı. Onca strese rağmen düşmemişti Ayşegül’de. İstemişti aslında, onu hapishanede doğurmamak için düşmesini istemişti. Rahmine sımsıkı tutunmuştu oysa, ısrarla yaşamış, bir hapishanede doğmuş, daha bir bebek olmaktan çıkamadan denizin dibine yollanmıştı.
“Neden duruyorsun?” dedi adam.
Sema yine kendi düşüncelerine dalmış durmuştu yolun ortasında.
“Özür dilerim!” diyerek yürümeye devam etti.
Kapıyı açtı ve adamı içeri soktu. Adam salona girdi doğrudan ve ona bir çarşaf getirip koltuğa sermesini istedi. Altına da bir çöp poşeti. Sema söylenilenleri bir robot gibi yaptı. Kanepeye iki çöp poşetini kestip açtı, üzerine de bir çarşaf serdi. Adam daha o geri çekilir çekilmez bıraktı kendini üzerine. Alttaki naylon kaydığı için az kalsın yere düşecekti. Son anda toparladı. Elini pantolononun cebine atıp bir telefon çıkardı ve rehberden bir numara seçti.
“Alo Seçkin! Yardımın gerek, şimdi telefonu birine vereceğim o sana adresi verecek. Yaralıyım, sanırım kaşıp patladı ve çürüklerim var. Kırık var mı bilemiyorum, ona göre gel!”
Sonra telefonu Sema’ya uzattı.
Sema boş boş baktı onun yüzüne, bir türlü kavrayamıyordu ne yaşadıklarını. Kafası bir türlü gelmiyordu o ana.
“Adresi söylemen gerek? İyi misin sen?”
“Evet iyiyim” diyerek adamdan telefonu aldı ve neden bunu yaptığını bile sormadan adresi verdi. Sonra telefonu geri uzattı.
“Benim adım Taner, senin ki ne?” dedi adam.
“Sema”
“Bak Sema sana bunları yaşattığım için çok özür dilerim. Sana bir zarar vermeyeceğim merak etme, çağırdığım arkadaşım bir doktor. Gelip bana bakacak!”
“Tamam!” dedi Sema, tek kişilik koltuğa oturdu ve kendi dünyasına döndü kapı çalana kadar.
Kapı çaldığında kalkıp açtı, “Merhaba ben Seçkin” dedi kapıdaki yabancı, içeri aldı onu bir şey demeden.
“Oğlum ne yaptın kendine yine böyle ya!” dedi yaralı adama bakıp.
“Boş ver ne yaptığımı da şu kaşıma bak önce durmuyor bir türlü!”
Doktor baktı yaralı adamın kaşına, “Dikmek lazım bunu!”
“Dik o zaman'”
“Tamam! Tamam! Elllerimi yıkayacağım bir yer var mı?” dedi dönüp Sema’ya
Sema cevap vermediği için tekrarladı sorusunu.
“Ciddi bir sıkıntısı var ama beni gördüğü için mi başka bir şey mi anlamadım!” dedi Taner.
“Seni halledelim, onu da anlarız!” dedi Seçkin de ve Sema’nın gösterdiği kapıya gidip açtı.
On beş dakika sonra kanama durmuş, kaşa dikiş atılmıştı.
Seçkin kanlı fular ve pamukları toplayıp Sema’dan istediği naylon torbaya doldurdu hepsini. Sonra kırık var mı diye Taner’in vücudunu kontrol etti.
“Sadece ezikler var neyse ki!”
“Biraz da onunla ilgilensen iyi olur, deminden beri mırıldanıyor kendi kendine. Belki delidir!”
Seçkin biraz sohbet etmeyi denedi Sema ile ama kızın aklının başka yerde olduğu belliydi. Gözleri şişmiş ve kıpkırmızı olmuştu.
“Pek iyi bir zamanda karşılaşmamışsınız Taner ile” dedi Seçkin, Sema dönüp bakmadı.
Taner Seçkin’in getirdiği temiz kıyafetleri giymiş, kanepenin üzerindeki torba ve çarşafı dertop etmiş yere parkenin üzerine bırkamıştı. Kaburgalarında felaket bir ağrı oluyordu hareket ettiğinde ama kırık olmadığına sevinmişti.
“Bu duvardaki yazı nedir?” dedi o da araya girip.
Sema bu kez dönüp baktı o yazıya ve birden bire hıçkırarak ağlamaya başladı.
“Bence bu kız ciddi bir travma yaşıyor!” dedi Seçkin.
“Ne yapacağız peki?”
“Ben bir sakinleştirici iğne yapacağım ona şimdi. Sen bu gece burada kalsan iyi olur! Ona borçlusun, seni evine almış!”
“Travma geçirdiği halde hem de!”
“Evet belki de travma geçirdiği için hatta!”
“Benim kemiklerim kırılıyor ve sen hâlâ şaka yapabiliyorsun pes!”
Seçkin çantasından çıkardığı sakinleştirici iğneyi hazırladı ve Sema’nın kolunu sıvayıp vurdu. Kız en ufak bri tepki vermemişti tüm bunlara.
“Birazdan olduğu yerde uyuyacak. Sende dinlen. Sabah hastaneye gitmeden gelirim! Telefonunu açık tut!” dedi doktor.
“Sen de öyle, iki travmatik vakayı bir arada bırakıp gidiyorsun ve gece başımıza bir şey gelirse arayacağım tek kişi sensin!”
“Tamam! Dert etme! Başka vaka yaratma yeter!” diye gülümsedi Seçkin ve ayrıldı evden.
Sema gerçektende sızmıştı olduğu yerde. Başı hafifçe yana düşmüş, oturur pozisyondaydı. Taner onu kucaklayıp kaldırmak istedi ama ağrısı izin vermeyince vazgeçti. Odaları dolaşıp bulduğu bir yastığı kafasını dengeleyecek şekilde yerleştirdi ve üzerine de bir battaniye serdi. Kendisi de az önce uzandığı kanepeye uzandı yeniden.
Sema uykusunda ağlamaya başlamıştı yeniden.
“Ne yaşamış bu zavallı acaba?” dedi kendi kendine
(devam edecek)