Er ya da Geç – Bölüm 12

Sabah heyecanla fırladı yataktan, hemen duş alıp giyindi. İş görüşmelerine mümkün olduğunca özenli giyinmeye çalışıyordu. Sadık bey kızının bütün giysilerini onun için ayırdığı odadaki gardrobuna dizmişti. O mutlu günlerindeki giysileri gitmek ona kendini daha iyi hissettiriyordu. Kartını veren adamın iş yerine uğramadan önce gideceği yerlere hızlıca uğradı. Hep aynı yanıtı duyduğu için artık umut dolu gitmiyor, fazladan da bir şeyler söylemeye çalışmıyordu. Kart elinde adrese geldiğinde kalbi hızlı hızlı atmaya başladı. İçeri girdi. Kartın sahibi orada değildi, adamı arayıp Sema’nın adını söylediler. Adam baştan hatırlamadı ama Gürsel bey ile gelmiştiniz hapishaneye deyince hatırladı hemen. Sema ile konuşmak istemedi telefonda ama adamına ona Gürsel beyin ofisinin adresini vermesini söyledi. Sema teşekkür ederek aldı hemen adresi. Bu kadar kolay olacağını hiç düşünmemişti. Ofis öğleden sonra uğramayı planladığı yerlerle tam ters yöndeydi. İlanlara ertesi gün gitmeye karar verdi hızlıca. Şimdi gidip Mustafa’nın dayısı ile konuşacaktı. Kızını görmek istiyordu bir an önce artık.

Gürsel bey hemen kabulletti Sema’yı.

“Yeğenimin kanı kurumadan salmışlar seni!” dedi Sema ofisine girince.

“Ben cezamı çektim! Ayrıca yeğeninizde öldürmedim!” dedi Sema.

“Niye geldin buraya özür dilemeye mi?” dedi Gürsel bey ters ters

“Hayır kızımı görmeye geldim. Onu uzaktanda olsa görmek istiyorum. Annesiyim ben!”

Gürsel bey öyle bir gülmeye başladı ki, zaten gergin olan ortam iyice sinir bozucu bir hale dönüştü.

“Kızım sen sahiden mi aptalsın ya!” dedi adma gülmeyi kesmeden, “Ne sanıyordun yeğenimizin katilinin çocuğunu mu besleyecektik yarın bize nankörlük yapsın diye?”

“Kızıma ne yaptınız?” dedi Sema dehşete kapılarak.

“Kızını denizin dibinde balıklar yedi! Şimdi defol git buradan. Yıllardır bu anı bekliyordum. Senin canını evladınla yakacağım anı!”

Sema neredeyse olduğu yere yığılıyordu.

“Bunu yapmış olamazsınız. O Mustafa’nın da kızıydı!”

“Beni duymadın herhalde! O burada yok. Artık bir kızın yok seninde. O kızın babasının Mustafa olup olmadığını da artık bilemeyiz!”

“Polise vereceğim sizi! Kızımı öldürdünüz! Asıl katil sizsiniz!” diye bağırmaya başladı Sema.

Gürsel beyin adamları hemen içeri daldılar onun çığlıklarını duyunca.

“Kimseye bir şey diyemezsin. Sen Mustafa’nın katilisin! Buraya gelip beni tehdit ettiğini söylerim!”

“Kızımı benden aldığınıza dair kağıt var elimde!”

“Sahi mi? Hiç okudun mu sen o kağıdı acaba?”

Sema afalladı iyice.

“O kağıtta kızınla ilgili hiç bir şey yazmıyor güzelim! Azıcık aklın olsaydı bunu o zaman farkederdin! Kızını senden aldığımızı asla ispat edemezsin!”

“Hayır herkes gördü onu gelip aldığınızı, koğuştaki herkes biliyor!”

“Koğuştakiler bebeğini birine verdiğini biliyorlar, onun kim olduğunu değil. Ne malum bize verdiğin?”

“Sizden başka kimse gelmedi ki ziyaretime benim!”

“Peki ya baban?”

“Babam mı?”

“Evet belki de bebeği ona verdin. Hatta hapishane kayıtlarında da böyle yazıyor. Bebeğini orada bakamadığın için babana teslim ettin!”

“Yalan bu!”

“Sana kim inanır? Yeter bu kadar artık. Şimdi evlat acısı nasıl oluyormuş sen de tadacaksın! Atın bu kızı dışarı! Bir daha da içeri sokmayın!”

Adamlar Sema’yı yaka paça binanın dışına kadar sürüklediler.

“Katiller! Çocuk katilleri!” diye bağırıyordu zavallı kız hâlâ.

Ofis binasının önündeki kaldırıma yığılıp kalmıştı. Kızını babasına değil onlara vermişti, bundan adı kadar emindi. garidayanlarda görmüşlerdi. O kağıt kızını aldıkları gün verdikleri kağıt evdeydi. Hemen gidip bakacaktı ona. Sendeleyerek ayağa kalktı. Eli ayağı titriyordu artık. Yoldan geçenler ona tuhaf tuhaf bakmaya başladılar.

“Sarhoş galiba!” dedi iki kadın kendi aralarında konuşarak.

Biraz daha yürüdükten sonra gidip bir banka oturdu. Ayakları birbirine dolaşıyordu. Kızını öldürmüş olamazlardı. İnsan kendi kanından birinin hele ki bir çocuğun canına kıyabilir miyd? Onu verdiği gün, son görüşü geliyordu gözlerinin önüne. Nasıl güvenmişti bu kötü insanlara, nasıl kendi eliyle ölüme yollamıştı kızını. Dizlerinin üzerine kapanıp ağlamaya başladı yine. Mustafa’yı değil ama kendi kızını öldürmüştü, işte şimdi katil olmuştu sahiden. Kendi kızının katili olmuştu.

“Allah’ım bana nasıl bir kader yazdın?” diye inledi.

Bundan sonra iş bulsa çalışsa ne olacaktı, kızı ile kurduğu o mutlu yaşama dair hayaller yok olup gitmişti çoktan. Kızının denizde boğuluşu geldi gözlerinin önüne. Onu öylece suya mı atmşlardı annesinin kollarından alıp. Kimse görmemiş, kimse yardım etmemiş miydi? Onu sahiden babasına vermeliydi. Nasıl olmuşda koğuştaki kadınların gazına gelmişti. Nasıl vermişti kızını böylece kolayca. Bir kere olsun babasına sormuş olsaydı zaten o vazgeçirirdi onu. Neden beklememişti bir kaç gün daha? Neden? Neden?

Bir kaç saat boyunca boş gözlerle karşı kaldırımdaki çocuk bahçesindeki boş salıncakları seyretti. Kızını geri alma şansı olabilseydi, onunla parklara gidecekti. Oyunlar oynayacaktı. Sımsıkı sarılacaktı. Geceleri kokusunu içine çekere uyuyacaktı. Saçlarını tarıyacaktı onun. Anne kız aynı kıyafetleri giyecekler, birlikte fotoğraflar çektireceklerdi.

“Ayşegül! Kızım!” diyerek bağırdı oturduğu yerde, yoldan geçenler ona acıyarak bakıp yürümeye devam ettiler.

“Bunu yanınıza bırakmayacağım! Hayatımı mahvettiniz! Bütün sevdiklerimin ölümüne neden oldunuz siz? Bundan sonra ben kimin için yaşayacağım?” diye sendeleyerek kalktı oturduğu yerden. Eve gidip o kağıtlara bakmak istiyordu bir an önce.

Eve kadar iki üç saat şuursuzca yürüdü. Sokağa girdiğinde dizlerinde derman kalmamıştı. Gözlerinden akan yaşlar yüzünden önünü de doğru göremiyordu zaten. Hava kararmıştı artık. İnsanlar koşturarak mutlu evlerine dönüyorlardı. Çocuklarına, eşlerine, anne ve babalarına. Sema’nın koşturacak bir sıcak yuvası yoktu. Bir ailesi yoktu. Yapayanlız sabıkalı bir kadındı o şimdi. Evladını acımadan öldüren insanlarla aynı dünyada yaşamaya mahkum bir zavallıydı.

Yorgunluktan bastığı yeri bile görmediği için bileği burkuluverdi, büyük çöp konteynerının yanına yuvarlandı.

“Yeter be!” diye söylendi gökyüzüne bakarak, “Yaşadıklarım yetmiyor mu? Birde çöplere sürüklüyorsun beni? Hani ilahi adaletin nerede ha?” diyerek üstüne başına gelen çöpleri silkeleyerek doğruluyordu ki ileride yaşanılan arbedeyi gördü.

Üç adam yerde iki büklüm kıvranmış bir adamı tartaklıyorlardı. Adam cenin pozisyonunda kıvrılmış elerini de tekmelerden korunmak için başının iki yanına koymuştu. Yediği her tekmede bedeni gerilerek açılıyor, sonra yeniden toparlanıyordu.

Sema darmadağın olmuş zihni ile gözlerini kocaman açmış adamlara bakıyordu. Düştüğü çöp konteynerı onu sakladığı için onu göremiyorlardı. Bir an için çıkıp adama yardım etmek istedi ama ayakta zor duruyordu ayrıca tek başına ne yapabilirdi ki. Saklandığı yerden adamın dayak yiyişini seyretti. Beyni tamamen durmuştu artık. İnsanların bir kaçını farketti perdelerin ardından bakıyorlardı ama kimse bir şey yapmıyordu. Herkes onun yaptığı gibi seyrediyordu olanları bir film karesine bakar gibi.

(devam edecek)

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s