Sema en son hatırladığı şeyin Mustafa’nın sokağın ortasında onu saçından tutup hırpaladığı olduğunu söylemişti. Gözlerini açtığında ise ilgili binanın arkasındaki toprak bahçedeydiler. Elinde bir bıçak ile uyanmıştı ama yanında bıçak taşımak gibi bir adeti hiç olmamıştı. O bıçağı daha önce hiç görmemişti. Kocasından korkuyordu ama onu öldürmek aklının ucundan bile geçmemişti. Bunu yapmayı istemediğini söylemiyordu. Aklından geçirmişti mutlaka ancak asla bunu denememişti.
Bıçağın üzerinde Sema’nın parmak izleri vardı.
“Uyandığımda elimdeydi” dediyse de başka kimsenin parmak izine rastlanmaması onu suçlu durumuna düşürüyordu.
Çevrede onların binanın arkasına geçisini ya da orada olanları çeken bir kamera olup olmadığı araştırılmış ancak bu görüntüleri yakalayabilen çalışan bir kamera bulunamamıştı. Hiç bir tanık veya görüntü yoktu. İfadesi alındıktan sonra Sema’ya alınakonacağı söylendi. Kocasının öldürülmesi olayında baş zanlıydı ve başka bir zanlı da ne yazık ki yoktu.
“Ben yapmadım! Mustafa’yı ben öldürmedim!” diye bağırsa da süreç hiç bir şekilde lehine dönmedi. İki ayın sonunda mahkeme başladı. Beş ay süren mahkeme süreci boyunca suçsuz olduğunu defalarca tekrarlasa da suçlu bulundu ve on dört yıl beş ay hapis cezasına çarptırıldı.
Salonda kocasıyla birlikte kararı dinleyen Münire hanımın inleyen sesi duyuldu bir anda. Herkes dönüp o tarafa baktı.
“Münire!” diye inledi Sadık bey.
“Anne!”
Münire hanım göğsünü tutarak yığılmıştı olduğu yere. Yorgun ve hasta kalbi kızının mahkum edildiğini duyana kadar dayanabilmişti. O inanıyordu kızının böyle bir şey yapmayacağına, onun başına gelenlerin hepsinin kendi suçları olduğuna inanıyordu. Mustafa zenginliği ve ikramları ile onları büyülemişti. Kızlarının eriyip bittiğini görememişlerdi bir türlü. Mahkeme süreci başlamadan önce Münire hanım avukatların aldığı izinle kızıyla görüşebilmişti. Onun evliliği boyunca yaşadığı her şeyi dahası karnındaki çocuğu da biliyordu artık.
Onu her şeyin düzeleceğine, suçsuzluğunun anlaşılacağına ve aklanacağına, bebeği birlikte büyüteceklerine ikna etmeye çalışmıştı, görüşme sona ermek üzereyken. Gözyaşları içinde ayrlmışlardı ana-kız. Oysa şimdi bu karar Münire hanımın kızı ile bir kez daha aynı evde yaşamaya, torununu birlikte büyütmeye ömrünün yetmeyeceğini söylüyordu. On dört koca yıl, kızı hapishanede kalacaktı. Torunu orada büyüyecekti. Buna neden olmuşlardı. Kızlarını mahvetmişlerdi. Kalbi işte bunları düşünürken bir hançerin acısıyla kıvrandı. Hemen bir ambulans çağrıldı, askerler Sema’yı iki kolundan birden tutmuşlardı. Annesinin yanına koşmak istiyor ama koşamıyordu.
“Anne yalvarırım dayan!” diye bağırarak salondan çıkarıldı.
Sadık bey kızına baktı gözlerindeki yaşlarla ve ambulansa bindirilen karısı ile birlikte ayrıldı salondan. Ancak hastaneye vardıkalarında Münire hanım artık yaşamıyordu. Kalbi ancak bu kadar dayanabilmişti yaşanılanların acısına.
Sadık bey yıkılmıştı, kızı mahkum olmuş, karısı bu dünyadan ayrılmış, yapayanlız kalmıştı. Üstelik torununu görmek için hapishaneye gitmesi gerekecekti. Bütün ailesi dağılmıştı. Acı içinde dağılmışlardı.
Enver bey oğlu için o kadar üzgündü ki, Sadık bey ile kesinlikle görüşmek istemiyordu. Adamcağızın onunla konuşmak için tüm girişimleri sonuçsuz kaldı. Güler hanım kocasından daha güçlüydü ve onun kadar dağılmış gözükmüyordu. Sadık beyin şirketten ve evden kesinlikle uzak tutulması için talimat verdi ve bunu denemeye devame derse onu kızının yanına yollayacaklarına dair bir haber yolladı. Oğullarının katilinin babasıyla elbette görüşmeyeceklerdi.
Sadık bey sadece kızının hamile olduğu haberini yolladı onlara. Mustafa ailesine bu haberden bahsedemeden ölmüştü. Bir torunları olacaktı.
Güler hanım Sema’ın hamile olduğunu duyunca bunu kocasından sakladı ve hemen ağabeyini aradı. Enver bey bir torunları olacağını duyarsa o aptal kızı korumak için harekete geçebilirdi. Oğlunun katili bir kızı bağruna basmak istediği için karnında oğlunun çocuğunu taşıdığı için.
“Enver bunu duymadan bir çözüm bulmak zorundayız. Sadık bey Enver’e ulaşmaktan vazgeçmemiş olabilir. Onun ne kadar yufka yürekli olduğunu bilirsin”
“O işi bana bırak!” dedi Gürsel bey, “Sen boş bulunup kocana bu bebekten bahsetme yeter!”
Cezası kesinleştiğinde Sema’nın doğumuna az kalmıştı. Karnı o kadar küçükti ki insanlar onun içeride kilo aldığını düşünebilirlerdi sadece. Nitekim mahkeme salonunda Enver bey de böyle düşünmüştü. Oğlunun bebeğini taşıyabileceği aklına bile gelmemişti. Sadık bey ile Münire hanımda kızlarının hamile olduğunu o söylediğinde öğrenebilmişlerdi.
Doğum için hapishane doktorundan yardım istemişti Sema. Hapishanede sürekli açık bir revir vardı ve gece ayrı gündüz ayrı olmak üzere yirmi dört saat doktor bulunuyordu. Doktor ona doğum başladığından onu bir hastaneye götüreceklerini ve orada doğuracağını söylemişti.
Sancılar gece yarısı gelmeye başladığından önce ne olduğunu anlayamadı. Adet görecekmiş gibi hafif kasılmalar oluyordu sadece. Burada kendine iyi bakamadığı için üşüttüğünü düşündü önce bu yüzden. Bir kaç saat sonra sancılar artmaya başladı. Hesaplarına göre doğum için henüz erkendi ama o kadar zor günler geçirmişti ki doğru hesap yaptığından da emin olamıyordu.
Acıdan yataktan kalkarken yere oturuverdi. Bağırmaya başladı. Koğuştaki kadınlar uyandıp önce ne olduğunu anlamaya çalıştılar. Sema çok az konuştuğu için çoğu hamile olduğunu bile bilmiyordu.
“Bebek geliyor!” dedi biri. Bu Sema’nın konuştuğu çok az kadından biriydi.
“Ne bebeği?” diye şaşkınlığa kapıldılar önce, sonra biri su ısıtmaya biri çarşaf ve havlu toparlamaya başladı.
“Doktora söyleyin!” diye inliyordu Sema yerde, “Ambulans çağırıp beni hastaneye gönderecek!”
Kadınlar onu duymamış gibi hazırlanmaya devam ettiler, on dakika sonra artık bebek gelmeye başlamıştı bile ve Sema doktoru unutup bebeği dışarı çıkarma çabasına girmişti.
Koğuşun duvarları dünyaya yeni gelen kızın çığlıkları ile inledi sessizliğin içinde. Annesinin çığlıkları derin derin nefes alışlara dönmüştü, o ise tiz sesiyle herkese geldiğini haber veriyor gibiydi. Onu bir çarşafa sarıp annesinin kucağına koydular. Sema onu burada doğruduğuna inanamıyordu.
“Bir kız!” diye tekrarladı onu kucağına alırken, “Bir kız doğurdum!”
Kadınların hepsi duygulanmıştı, çoğunun çocukları vardı. Herkes kendi dünyasına ve anılarına gömüldü bir süre sonra. Az önce bebeğin geldiğini haber veren kadın kaldı Sema’nın yanında bir tek, kızını memesine nasıl yerleştireceğini gösterdi ona. O minicik dudaklar hemen asıldı annesisin memesine ve sonra sessizlik başladı.
“Ona bir isim düşündün mü?” dedi Sonay.
“İsim mi? Hayır. Aslında ben onun bir kız olacağını bile bilmiyordum!” dedi Sema hayranlıkla bebeğine bakarken.
“Artık biliyorsun, ona hepimiz birden bakacağız! Ancak ismini sen bulmalısın!”
“Ona annemin adını vermek istiyorum!” dedi Sema gözleri dolarak.
“Bence ona sana acı hatıralar ve üzüntü çağrıştıracak bir isim vermemelisin. Ona güzel şeyler hatırlatan bir isim ver!”
“Haklısın!” diye mırıldandı Sema bu kez, güzel şeyler yaşamayalı çok uzun zaman olmuştu.
“Ayşegül olsun adı, çocukluğumun kitaplarındaki o güzel kız gibi. Hep mutlu hikayeler yaşasın Ayşegül!”
“Ah harika bir isim, kızlar bebeğimizin artık bir adı var Ayşegül!”
Kadınların bir kısmı el çırptılar, bir kısmı ise kendi yatağına uzanmış burnunu çekiyordu. .
Ayşegül’ün gelişi hepsini etkilemişti.
(devam edecek)
Kaleminize sağlık, iyi gidiyor hikaye.
Ben de bir site açtım, devamihaftaya.com, beklerim…
İyi günler…
BeğenLiked by 1 kişi