Hesap – Bölüm 8

“Bir kaç gün sonra gene geldi!” camdan görünce açmadım kapıyı. Apış aram ağrıyordu hâlâ. Ne olduğunu bile anlamamıştı o zaman. Tak tak vurdu kapıyı açılmayınca gitti. Ertesi gece geldi bu sefer, hırlayan sesiyle adımı bağırdı, “Açmazsan olacakları biliyorsun!” dedi. Gece kimseler çıkmazdı sokağa köyde, sesini duyan mı olmadı bilmiyorum. Kimse gelmedi yardıma, açtım ben de korkumdan. Daha girer girmez atladı üzerime hayvan gibi hırlayarak. İki, üç gecede bir geldi bir kaç hafta daha. O gider gitmez ağlama krizine giriyordum sabaha kadar. Gidip su dökünüyordum leş gibi teri pisliği aksın gitsin diye üzerimden. Sonra bir gece yanında öbür hayvanla geldi, Samet, muhtarın yeğeni. Zeki dışarda bekledi o abadı bu sefer, bir kaç gece sonra da İlyas’ı getirdiler. Haftayı günlere bölmüş gibi, bir biri geliyordu bir biri. Her geldiklerinde tehdit dayak, morarmadık yerim kalmıyordu. Kanamam durmamdı bir hafta yine de anlamadılar!”

Ahmet yataktan fırlar gibi kalktı, kendini karşı duvara vurdu hızlı hızlı nefes almaya başladı!

“Allah belanızı versin hepinizin!”

Bu iğrenç heriflerden birinin onun gerçek babası olduğunu düşündükçe tiksiniyordu kendinden. Duramadı bir daha duşa girdi.

“Gidip su dökünüyordum leş gibi teri pisliği aksın gitsin diye üzerimden.” dedi Ayşe’nin sesi sürekli kulaklarında. Duşun altında katıla katıla ağladı bir kez daha.

Sabaha kadar okudu Ayşe’nin yazdıklarını. Okudukça ağladı. Gerçekten de dağa gidip doğruduğundan, bebeğini tanımadığı insanlara verdiğinden hiç bahsetmemişti. ‘Sadece beni ayakta tutan bir şey vardı yine de’ yazmıştı bir iki kere.

Dönüp daha da küçüklüğünü yazmıştı sonra bir ara. Babasının nasıl vurulduğunu, anasının deli Meryem’in nasıl deli olduğunu da yazmıştı. Meryem kaçmıştı babasına, kaçınca ailesi yüzüne bakmamıştı bir daha. Ayşe doğduktan bir yıl sonra ağabeylerinden biri gelmiş onca zaman sonra çekip vurmuştu kocasını. Durup dururken. Meryem barışmaya geldi ağabeyi sanıp sevinmiş, açmıştı kapıyı, buyur etmişti. Daha içeri girer girmez belinden çekip çıkarmıştı silahı, alnının şakından indirmişti Meryem’in kocasını. Duvarda kocaman kırmızı bir leke, ne olduğunu anlayamayan adamın gözleri ve ağzı açık yüzü kalmıştı o karede sadece. Bebekle kardeşinin yüzüne bakmadan dönüp gitmişti sonra hiç bir şey olmamış gibi kendi karısı ve çocuklarının yanına ağabeyi. Üç saatlik yoldaydı onların köyleri.

Meryem kalakalmıştı öylece kucağında Ayşe ile. Köylü silah sesine koşup geldiğinde donmuş kalmıştı öylece. Kim yaptı deselerde ele vermemişti ağabeyini. Uyuyordum görmedim demişti. Sonradan demişti Ayşe’ye dayındı gelen diye. Herkes aklı gidik sansa da, tam da öyle değildi aslına. Çoğu zaman aklı yerinde olur hatırlardı olanı biteni. Hatırlayınca delirirdi esas yeniden. O ana döner döner bağırırdı avaz avaz. Kimse anlamazdı halinden bir Ayşe bilirdi ne zaman niye bağırıyor zavallı. O yarım aklıyla bile düşkündü kızına çok. İçeride uyurken bile kızın başına bir iş geldiğini anlarmış gibi bakardı sabah yüzüne. Ayşe’nin günden güne sararıp solduğunu anlardı içten içe. Anası dul kalınca ona da göz diken olmuştu köyde. Hele bir de delirdi diye adı çıkınca, kapıyı zorlayanı, bir ihtiyacın var mı diye bıyık buranı çıkmıştı yine. Kocasından kalan tüfeği eline alıp hepsini kovalayınca, deli her şeyi yapar diye kesmişlerdi ayaklarını.

Ayşe anası gibi güçlü olamadığına hayıflanmıştı yazdıklarında bu yüzden Gafil avlanmıştı ama o, anası gibi bir erkeğin koynuna da girmemişti daha önce ki bilsin itin niyetini. Ona öğreten bir anası da olmayınca yem olmuştu ite çakala.

Bir kaç gün sonra köyün yakınına kurduğu çadırın önünde yaktı Ahmet ajandayı. Kendi hayatını da ilgilendiren bu satırlar bakıcı Semiha, anası ve kendi arasında sır olarak kalmalıydı. Kimselere anlatılır, dert paylaşılır şeyler değildi yazılanlar.

Alevler her sayfayı tek tek yutup savurmuştu külünü gökyüzüne, Ayşe’nin sırları köyün havasına karışmış köylünün ciğerlerine girmişti dumanıyla. Onun deftere döktüğüü öfkenin bulutları sarsın istemişti Ahmet onları, bu defteri yakan alev gibi yansın ocakları, acısın içleri.

Tam bir hafta kaldı çadırda ajandayı yaktıktan sonra. Annesinin yasını tutttu dağlarda. Turna ve Hüseyin’e, Ayşe ve Meryem’e teşekkür etti içinden. Hepsi ile vedalaşmak için en uygun yerdi burası. Hepsinin yası birbirine karışmıştı tıpkı kaderlerin burada karıştığı gibi.

Sonra Artvinde hiç kalmadan, önce İstanbul ardından Almanya’ya uçmuştu tekrar. Türkiye seyahati hakkında da konuşmamıştı kimseyle.

Köylü Ayşe’nn öfkesinin dumanını soluduğunu, bir karabulut gibi köyün üzerine dağıldığını bilmiyordu elbette ama Ahmet’in Muhtarı ziyaret edişinin ardından on gün kadar sonra, Zeki kayboldu ortadan. Keçi avlamaya gidiyorum diye çıkmıştı evden bir sabah. Yaban dedenin sürüsü hiç ayrılmamıştı oralardan. Yaban dede ölünce onları koruyacak kimse kalmadığı için eline tüfeği alan sırf eğlence olsun diye bile vuruyordu canları. Zekinin evinde keçi postu doluydu.

İki gün sonra jandarma buldu cesedini. Kayalıktan yuvarlanmış boynu kırılmıştı.

“Kendini genç sanıp keçi peşine dağlara çıkarsa olacağı bu!” demişti köylü ardından.

Bir hafta sonra yaşıtı Samet boğulmuştu evinde su içerken. Oğluyla gelini torunu götürmüşlerdi kontrole ilçeye. Karısı terketmiş gitmişti çoktan. Çocuklar eve geldiklerinde elinde dökülmüş bir bardak su ile bulmuşlardı onu koltukta. Boğulma demişti kontrol eden doktor. Su içerken boğulmuş.

“Gelini kurtuldu! Huysuz ihtiyardan!” dedi köylü onun da arkasından.

Yaşıtlarının olmadık yaşta ardı ardına gittiğini gören İlyas’ın sinirleri bozuldu bir tek olanlara. Meryem’in boşalan evine taşınmıştı o da evlenince. Ayşe’ye musallat oldukları bu ev sinirini bozmuştu zaten her zaman ama köyde yeni ev yapmaktansa sahipsiz evlere konmak adet olduğundan bir şey diyememişti ailesi burası olsun deyince.

Önce Zeki, ardından da Samet’in gittiğini duyunca hatırlamıştı her şeyi yeniden. Onca yıldır bir kez bile düşünmemişti Ayşe’ye ettiklerini. Bu evi sevmiyordu evet ama ona ettiklerni düşündüğü için değil, deli Meryem’in evi diye anıldığından sevmiyordu. Kızın da anasının da ahı tutacağı hiç gelmemişti o ana kadar aklına. Birden bire düşündü hepsini. Düşünükçe rahatsız oldu, rahatsız oldukça bir öküz geldi oturdu kalbinin üzerine.

“Kalp krizi geçirmiş” dedi doktor onu da kontrol edince.

Ayşe’nin ajandasının bulutları dağıldı köyün üzerinden sonra. Ahmet bir daha ayak basmadı Türkiye’ye. Evlenmedi de.

Günde üç defa duş almaya başladı sadece. Türkiye seyahatinde geriye ömrünün sonuna kadar sürekli duş alma ihtiyacı kaldı.

“Gidip su dökünüyordum leş gibi teri pisliği aksın gitsin diye üzerimden.” dedi durdu Ayşe zihninin içinde ölene kadar.

SON

Hesap – Bölüm 8’ için 2 yanıt

Yorum bırakın