“Keser döner, sap döner,
Gün gelir hesap döner”
Turna ve Hüseyin Almanya’da doğup büyümüşler orada da evlenmişlerdi. Çocukluklarında bir kaç kez gelip gördükleri memleketlerini o zaman dek hiç ziyaret etmedikleri için Uçakla İstanbul’a gelmiş, sonra çizdikleri güzergah doğrultusunda Artvin’den başlayarak yeniden İstanbul’a bir araba yolculuğu planlamışlardı. Bir daha ki gelişlerinde Tekirdağ’dan Muğla’ya ineceklerdi. Böyle böyle parça parça kendi ülkelerini tanıyıp gezmek niyetindelerdi. Uçakla geldikleri için Artvin’e yeniden bir uçakla ulaştılar. Sonra gelmeden ayarladıkları aracı kiralamak için şehirdeki firmayı buldular. Bir gece kaldıktan sonra dağ köyleriyle gezilerine başlayacaklardı. Her şehrin merkezini en son gezmeyi planlıyorlardı. Bir aylık bir izinleri olduğu için rahat rahat dolaşacak zamanları olacaktı. Çektikleri fotoğrafları bir blogda derleyip hikayelerini de anlatmak istiyorlardı. Buna göre donanımlı gelmişlerdi. Zaten bir fotoğrafçılık gezisinde tanışmışlardı, ikisi de doğa fotoğrafları çekmeyi seviyorlardı. Onlar için heyecan dolu bir tatil olacağını düşünerek ilk gecenin ardından planladıkları gibi dağ köylerinden ilkine ulaşmak için yola çıktılar. Ancak yol yükseldikçe kiraladıkları araba ile bu arazide rahat yolculuk edemeyeceklerini farkedince ertesi gün merkeze dönüp arabayı değiştirmeye karar verdiler. Bu kadar yol geldikten sonra bu günü bununla tamamlarız diye düşünüyorlardı.
Asfalt yollar sona erip ıslak ve kaygan toprak yollara eriştiklerinde işleri iyice zorlaştı. Bölgeyi tanımıyorlardı ve bu köylerin isimlerini rastgele bir şekilde internetten seçmişlerdi. Navigasyonla gitmeye çalışıyorlardı. Yol giderek virajlanıyor, daralıyor ve arabanın lastikleri ve altı için hiçte uygun olmayan bir zemine dönüşüyordu. Navigasyona göre çok az bir yolları kalmıştı. Geri dönmek için verecekleri çabadan daha az bir çabayla köye ulaşma şansları olduğunu düşünürken başlayan yağmur, çalışmayan silecekler durumu iyice zorlaştırınca köye çok az bir yol kala araçla birlikte tırmandıkları dağın kayalık yamacından aşağı doğru yuvarlanıverdiler. İkisinin de hafızalarında kalan son şeyler bu kadardı.
Hasan dede o sırada köyden uzakta yaban keçilerine bakmaya gidiyordu. Doğma büyüme buralıydı. Keçiler bu bölgede en çok avlanan hayvanlardı. Oysa o çocukluğundan beri onlarla arasında bir bağ kurmuş, dağ tepe dolanıp onları besleyip, sevip, hastalığı olan varsa tedavi ederdi. İnsanlardan çok keçilerle anlaştığı içinde yaban dede derlerdi ona. Evlatları şehire göçmüş, karısı da çok önce ölmüştü. O da tek başına kalınca kendine keçileri dost edinmişti iyice. Kimseye izin vermeyen keçiler ondan kaçmazlar, sütlerini sağmasına bile izin verirlerdi
Köydekilerin dün avladıkları keçileri görünce, sürüde annesiz kalan yavru var mı diye bakmaya gidiyordu. Av mevsimi olmamasına rağmen kimse yasakları dinlemiyor ve zavallı hayvanları vurmaya devam ediyorlardı. Yağmura aldırmadan dağda sürüyü bulmaya çalışan Hasan dede, yamaçtan yuvarlanıp parçalanan arabayı son anda görmüştü.
Köye dönüp yardım isteyene kadar arabadakilerin sağ kalmayacağına kanaat getirince, tek başına arabanın yanına kadar gitmiş, yağmura rağmen alev almaya başlayan arabanın içinde kan revan içindeki adamla kadını zar zor dışarı çekmişti. Arabanın patlayacağından korktuğu için onları yüksek bir kayanın arkasına kadar sürüklemiş, sonra da nefes nefese geri köye dönerek kazayı ve yardım gerektiğini haber etmişti. Nefesi ve enerjisi o kadar yettiği için kazanın yerini ancak tarif edebilmiş, kurtarmaya gidenlerle geri bile dönememişti. Tesadüfen bir iş için köyde olan jandarma da hemen kazayı rapor etmiş ve sağlık ekibi talebinde bulunmuştu. Yaralarıların durumu yaban dedeni ifadesine göre ağır olduğundan ambulans yerine helikopter istemişlerdi.
Turna ve Hüseyin’in yanına vardıklarında ikisinin kanlar için de olduğunu görünce jandarma dahil herkesin umudu kesilmişti ama nefes aldıklarını farkedince çok sevinmişlerdi. Özellikle kadının olduğu yer kan göletine dönmüştü onlar gelene kadar. Havanın da bozuk ve sisli olması nedeniyle ancak yirmi dakikaya gelebilen helikopterden inen sağlık görevlileri gelene kadar ancak başlarında baklemişler ve dokunmamışlardı. Yaban dede zaten onları sürüklediği için, kırık veya başka bir dokuya ayrıca onlar zarar vermek istemiyorlardı.
Sağlık ekipleri acele etmeden, temkinli bir şekilde ikisini de sedyeye alıp sonra da helikoptere taşıdılar. Bölge kayalık olduğundan hemen yakına bir yere inememişlerdi. Sonra da havalanıp gözden kayboldular. Köyde bir hafta boyunca kaza ve kazazedelerin sağ kalıp kalmadıları konuşuldu. Jandarmanın öğrendiğine göre karı kocaydılar ve Almanya’dan gelmişlerdi. Artvin Devlet Hastanesinde ameliyata alınıp sonra da uçakla Almanya’ya gönderilmişlerdi.
“E kurtulmuşlar yani!” dedi yaban dede jandarma gelip ona haber verince. Kurtaran olduğu için en azından ona haber vermek gerektiğini düşünmüşlerdi. Onca yaşına rağmen ikisinide arabadan çekip kayanın arkasına siperlemişti. Jandarma ve köylülüer oraya vardıklarında araba çoktan alev almıştı. Eğer onları çıkarmadan köye geri dönmüş olsaydı muhtemelen ikisi de arabanın içinde canlı canlı yanacaklardı. Olaylar jandarma raporlarına da böyle yazılıp yaban dededin de ifadesi ve imzası alındı.
Kurtardığı insanları tanımıyordu ama artık o bir kahramandı. On beş gün sonra muhtar evine gelip onu Almanya’dan aradıklarını söyledi. Bir tek muhtarlıkta telefon olduğu için Turna ve Hüseyin’in ailesi evlatlarını kurtaran adama teşekkür etmek istiyorlardı. Karı koca henüz iyi durumda değillerdi ve hastanede yatmaya devam ediyorlardı Türkiye’de yapılan tüm müdahaleler hayatlarını kurtarmıştı. Tabi ilk müdahaleyi de Yaban dede yaptığı için ilk teşekkür edilmesi gereken kişi oydu. Jandarma raporları onlara da ulaştırılmış ve olan biten her şeyi yaban dedenin ifadesinden okumuşlardı.
Yaban dede ta Almanya’dan aranıp teşekkür edilmesine çok mutlu olmuştu.
“Kim olsa yapardı, Allah acil şifalarını versin İnşallah bir kalıcı hasar yoktur!” dedi muhtarlıktan görüşürken.
Kadının yumurtalıkları parçalandığı için çocuk sahibi olamayacaklardı ama bu kadar ağır yaralı olup, bununla atlattıkları için onlar da dua ediyorlardı. İyileşip kendilerine geldiklerinde oraya gelip yaban dedeye bizzat teşekkür etmek ve tanışmak istediklerini aileleri aracılığı ile iletiyorlardı. Yaban dede her ne istiyorsa yapmaya hazırdılar.
“Allah razı olsun, selamlarımı iletin!” dedi yaban dede mahcup bir şekilde. Sanki onlar karşılarında gibi ezilip büzülmüştü. İnsanlarla çok konuşmadığı için bu iltifatlar karşısında ne diyeceğini bilemiyodu. Adamlar lafı bitirmeden telefonu muhtara geri uzattı ve çıktı muhtarlıktan. Onlarda dede hakkında muhtardan bilgi aldılar ve onun tek başına olduğunu öğrenince ellerinden geleni yapacaklarını ve çocukları iyleşince yeniden arayıp haber verecekelrini söyleyip kapattılar.
Muhtar bunu köylüye de anlatınca herkes, onların gelip yaban dedeyi Almanya’da misafir edeceklerini konuşmaya başladı. Bu yaşında yaban dedeye talih kuşu konmuştu. Zaten kadının adı da Turna değil miydi? Kendi evlatları şuraya gelip adamcağızla hiç ilgilenmiyordu ama ta Almanya’lardan bunlar gelip göreceklerini söylemişlerdi. Böyle bir şeydi hayat işte! Uzun bir süre de bunlar konuşuldu.
Sonra Ahmet Tarcan’ın gelini dağda kaybolup üç günün sonunda baygın bulununca bu konu unutuldu herkes onu konuşmaya başladı. Meğer kız uyurgezerdi, yeni gelin olduğundan kimse huyunu bilmiyordu. Evlendiğinin üçüncü gecesi kalkıp çıkmıştı evden. Kimse yeni gelinin ne diye ortadan kaybolduğunu anlamayınca ailesi uyur gezer olduğunu söylemiş. Bütün köy ve jandarma dağ tepe kızı aramaya başlamışlardı.
(devam edecek)
Güzeldi kardeşim emeğinize gönlünüze sağlık,selamlarımla.
BeğenLiked by 1 kişi