Luna köftecideki işinden çıkmış yorgun argın eve gidiyordu. Okulu bitirdiğinden beri girdiği beşinci işti bu. Aslında üniversitenin Fizik bölümünden mezun olmuştu ama bir türlü okulu ile ilgili bir iş bulamamıştı. Diğer ilanlarda da fizik mezunu olduğu için uygun bulunmuyordu. Son altı aydır bu köftecide çalışıyordu. Çoğunlukla akşam servisi veriyorlardı ona. Tek bekar çalışan olduğu için geç dönmesinin bir sorun olmayacağını düşünüyorlardı. Evde bekleyen hiç kimsesi yoktu çünkü.
Annesi o henüz dört yaşındayken onunda içinde olduğu bir araba kazasında ölmüştü. O günden sonra babası ile yaşamıştı. Babası da bir bilim laboratuvarında kimyagerdi ama karısını kaybettikten sonra kendini alkole verdiği için iki sene daha orada çalışabilmiş sonra geçinebilmeleri için sürekli iş değiştirmişti. Büyükannesi ve dedesi o yıllarda hayatta oldukları için Luna’ya sahip çıkmışlardı ama onlarda öldükten sonra babası Luna’ya değil, Luna babasına bakmak zorunda kalmıştı. Bir kaç yıl önce sirozdan ölünce de Luna’nın kimsesi kalmamıştı.Annesi bir yurtta büyümüştü babasınında başka kardeşi olmadığı için bütün ailesi babasının ölümü ile yok oluvermişti. Babasını henüz toprağa vermişken alacaklılar kapıya sırayla dayanmışlardı. Alkolden bir türlü vazgeçmeyen adam Luna’nın haberi olmadan sürekli çevresinden borç almaya başlamıştı. Elbette bu borçlar artık Luna’nın sayılıyordu. Bu nedenle henüz okul bitmeden bir kaç iş bulup çalışmaya başlamıştı zaten ama bu şartlar altında zar zor aldığı diplomasıda bir yıldır bir türlü iyi bir iş bulmasına yetmiyordu. Köfteciden kazandığı para ile ancak kendi masraflarını karşılıyor ve borçlarında ufak bir kısmını ödeyebiliyordu. Daha iyi bir iş bulmaya mecburdu.
Annesile birlikte geçirdiği kazanın ardından onunda ruhunda derin yaralar açılmıştı ama babası kendini kaybedince herkesin dikkati ona kaymış, dışarıdan normal görünen Luna’nın derinlerinde açılan yaralarıyla kimse ilgilenmemişti. Kaza anında yaşadığını sandıkları ve ardından gördüğü rüyalar uykusuzluk probleminin başlangıcı olmuşlardı. Babasının her gece ağlayan sesini duyarak uyumaya çalışmak onu uykudan iyice uzaklaştırdığı için sonunda dedesi onu doktora götürmek zorunda kalmıştı. Aslında yaşadığı travma çok geç farkedilebilmişti böylece ama kısa bir süre sonra ardıardına dedesi ve büyükannesi ölünce tedavi de yarım kalmıştı. Babasının ne bu tedaviyi karşılayacak parası ne de ilgisi vardı. Babası öldükten sonra ona hiç değilse maaşı kalmıştı. .Az da olsa o da borçların bir kısmını daha kapatmasına yetiyordu. Ancak bu şekilde devam ederse daha yıllar boyu borç ödemesi gerekecek ve kendine bir hayat kurması mümkün olmayacaktı. O yüzden daha iyi gelir elde edebileceği bir işe girmek istiyordu.
Aslında mesleğini çok sevmişti. Çocukluğundan beri bir çok şeyin açıklamasını bulmaya çalışmış fizik ona aradığı bir çok cevabı sunmuştu. Okulda kalmak daha fazlası için araştırmacı olmak istiyordu ama ne yazık ki stajyer olduğunda ücret alamıyordu. Bu yüzden bu hayalini de ertelemek zorundaydı. Borçlar bittikten sonra belki yeniden okula dönme şansı olurdu henüz bilmiyordu. Hayalleri yıkılmasın diye sormuyordu da.
Şu an için hayattaki en büyük başarı ay sonunu getirebilmekti. Köftecideki işi dağıtım işiydi. Markanın verdiği motorsiklet ile paketleri götürüyordu. Akşam çalıştığı için de eve geç dönüyordu. Uykusuzluk problemini nispeten aşmış olsa da zaten çok geç yattığı ve az uyuduğu için bu hiç sorun olmuyordu. Az konuşan biri olduğu için sıkı dostları yoktu çevresinde. İnsanlar onu sessiz ve uyumlu olduğu için seviyorlardı. Bu tür zor koşullarda da hemen onu sürüyorlardı itiraz etmeyeceğini bildikleri için.
Aslında bu sessiz ve soğuk duruşu yüzünden başvurduğu mühendislik veya laboratuvar işlerine kabul edilmediğini düşünmeye başlamıştı. Biz sizi arayacağız diyen hiç kimse henüz geri dönmemişti. Birlikte aynı okuldan mezun olduğu arkadaşları da iş bulamıyor olsalar o zaman okulun piyasada rağbet görmeyen bir okul olduğunu düşünecekti ama ne yazık ki onun dışındaki herkes bir işe girmiş çalışıyordu bölümü ile ilgili.
Pek şanslı biri saymıyordu kendini zaten, bu da onun şansızlıklarından biriydi büyük ihtimalle. İnsanlara fazla yanaşmadığı ve güvenmediği için kazadan sonra kendince edindiği hayali arkadaşlarıyla oynamıştı uzun süre. Etrafındaki kimse bunu farketmemişti. O oynadığı hayali arakdaşları sadece kendisinin görebildiğini farkettiğinde önce biraz tedirgin olmuş sonra onlar bunun normal olduğuna ikna etmişlerdi Luna’yı. Eskisi kadar olmasa da bazen görüyordu onları etrafında ama artık oyun oynamadıkları için konuşmuyorlardı bile. Luna büyüdüğü halde onlar hiç büyümemişlerdi ayrıca. Elbette artık onların hayali olduğunu biliyordu, eskisi gibi gerçek arkadaşlar olduklarına ve konuştuklarına inanacak değildi. Onları zihni yaratmıştı muhtemelen yaşadıkları yüzünden. Annesiz kalmıştı küçük yaşta, onun öldüğünü görmüştü. O zamanda tuhaf şeyler görmüştü. Sonra babası alkolik olmuştu tam büyük anne ve dedesine güvenirken onlarda ölüp gitmişlerdi. Kendinen başka dayanağı olmayınca mecburen hayalinden dostlar edinmişti belli ki. Onları görse bile kendine gerçek olmadıklarını söylüyordu. Zihni yaratmaya alışık olduğu için artık silemiyordu diye düşünmeye başlamıştı. Zaten bundan birilerine bahsedecek olsa kesinlikle deli damgası yer onu olmadık yerlere kapatırlardı.
Geceleri uykuya dalmayı başardığı zamanlarda kaza anını görüyordu yeniden. Uyanıkken çok fazla detay hatırlayamıyordu çok küçük olduğu için ama sanki uykusunda zamanda bir yolculuk yapıyor ve o ana gidiyordu. Gördüklerinin gerçekta olanlar olmadığını düşünmüştü uzun süre. Beyni travma anını ona hatırlatıyordu sadece ama kaybolan detaylarıda belki kendince tamamlıyordu. Usta bir tarihçiydi bu anlamda. Her zaman orada olmadıkları halde sanki görmüşler gibi ilginç detaylarla tarih yazabilenlere hayranlık duyardı. Sanki o dönemi yaşamış görmüşler gibi yorumlarını veya olmasını istediklerini araya serpiştirerek varolmuş bir hayatı anlatırlardı. Tarihin büyük bir kısmı tahmine dayalıydı oysa, belgelenemeyen kısmı özellikle. Belgelenen kısmının da belgeleyenlerin insiyatifinde olduğunu düşülürse, kaybolan bilgiler ve gerçeklerin ne kadar çok olabileceğini anlıyordu insan.
Örneğin insanlar varolan koşullarla yorumlamaya çalışırlardı bazen geçmişteki olayları. Bir insanın kilometrelerce uzaktayken, bir başka yerde olanı görmüş duymuş gibi anlatılmasına inanırlardı mesela. Bir liderin örneğin bu durumdayken orada olmadığı halde ona mal edilen bir olayı onayladığını iddia etmek gibi. Oysa şimdi bilgi çağında bile kesinlikle doğru bilgiye erişemezken, arada yüzlerce kilometre varken o liderin orada olanlardan nasıl haberi olabilir ve onayını sunabilirdi ki.
İş yerlerdinde de en çok olan şey buydu aslında. Patron söylemediği halde o söylüyormuş algısı yaratmak her şeyi çözerdi. Böylece patronlar ruhları bile duymadan bir çok talepte bulunup bir çok şey istemiş olabilirlerdi. Kimse cesaret edip o patrona “Sen bunu söyledin mi bakayım?” diye soramazdı nasılsa.
O zihniyle de konuşmaya alışmıştı yanlızlıktan böylece insanların gereksiz kelimelerini yük etmek zorunda kalmıyordu. Bu tür durumlara da alet olmuyordu ama işte bekarsın kozunu yenecek bir şey bulamamıştı henüz. Henüz arkadaş bile edinemiyorken bir aşk yaşamak, o aşkı evliliğe taşımak zaten onun hayallerinde bile olmayacak bir durumdu.
Hem az konuşan, hem soğuk, hem de bir sürü borç çeyizi olan biriyle kimin evlenmek isteyeceği de ayrı bir konuydu zaten? Neyseki kendini hiç bir zaman bir prenses gibi hayal etmemişti.
“Bir prenses olsam belki her şey daha güzel olurdu?” diye derin derin iç geçirdi.
(devam edecek)