Merve’nin gidişinin dördüncü gününde ev Ziver’e sıkıcı gelmeye başlamıştı. O fotoğraf bulduktan sonra bir daha girmemişti kızın odasına. O akşam canı televizyonda izlemek istemediği için yeniden girdi elinde olmadan merak ediyordu onu. Babasıyla onun başaramadığı kadar yakın olmuştu bu kız ama nasıl, neden, kimdi?
Bu defa kitaplar yerine duvarlardaki resimlere baktı bir süre, Merve sevdiği müzisyenlerin resimlerini asmıştı bir kaç tane. Posterdi bunlar daha çok, hani şu ergenlikte duvara yapıştırılanlar gibi. Zihninin onu yermek için bahaneler ürettiğini düşündü. Merve karşı kıyıydı onlar için, dost olmayandı, babasının karanlık yüzü. Madem Selami beyin kızıydı neden gelmemişlerdi nikahlarına. Babası öldükten sonra bu kızın etrafında da kimse kalmamıştı belli ki. Hatta belki Selami bey babasının zoruyla almıştı bu kızı eve, o ölünce de kovup gitmişti.
“İşte yine yapıyorum!” dedi kendi kendine. Sanki kafasının içinde konuşan o değilde Mezide hanım gibiydi. Babası neden saklamıştı onlardan bu kızı, bir ayıp veya günah meyvesi olduğu için mi, annesine laf anlatılamadığı için mi?
Gardrobun kapaklarını açtı gidip, bir kaç elbise dışında çoğunlukla spor kıyafetler vardı. Gösterişli veya markalı değildiler. Gardrobun alt kısmında bir kutu ilişti gözüne, yere oturup çekti kutuyu ve halının üzerine koyup açtı kapağını.
Bir çocuk kıyafeti çıktı içinden, bir adres kağıdı yanında. Aldı kağıdı eline “Tarık Sander Caddesi / Postane yanı” yazıyordu kağıtta. O caddeyi biliyordu, postaneyi de, bir yazıya bir kıyafete baktı. Solmuş bir tişört ve pembe bir eşofman altı.
“Bu kıyafetleri neden saklamış olsun ki?” dedi kendi kendine Kutuda bu ikisi ve boyaları yüzülmüş çıt çıtlı bir saç tokasından başka bir şey yoktu. Tokayı eline alıp çıt çıtıyla oynamaya başladı.
“Bir günlük falan tutmamış mı bu kız?” dedi kendi kendine. Filmlerde hep öyle olurdu. Merak eden gizlice odaya girer bir günlük bulur oradan her şeyi okur öğrenirdi. Kalkıp yeniden kütüphaneye baktı. Tek tek çekti her kitabı ama günlük gibi bir şeye rastlayamadı. Sonra çekmeceleri çekti tek tek. Merve’nin geçmişine ait hiç bir şey yoktu bu odada. Bir kitap, bir fotoğraf ve içinde kıyafet ve adres kağıdı olan bir kutu. Bir şey bulamayınca eğilip kutunun kapağını kapattı ve aldığı yere koydu. Dönüp odayı kontrol etti bulduğu gibi mi diye, sonra ışığı söndürüp, kapıyı kapatıp çıktı.
Oynayıp durduğu tokayı cebine attığını odaya dönünce farketti ama dönüp yerine koyma ihriyacı hissetmedi, daha vakti vardı nasılsa. Merve’de bu eski tokanın peşine düşecek değildi herhalde.
On beş gün çok çabuk bitti ve Merve bir akşam üzeri geri geldi eve. Ziver onun dönüş tarihi tam bilmediği için işten gelip evde ışık görünce gülümsedi birden. Sonra neden gülümsediğini düşünüp kızdı kendine ve girdi eve.
“Merhaba!” dedi Merve gülümseyerek onu görünce.
Başını salladı Ziver. Onun bu değişmeyen tavrına alışık olan Merve’de elindeki elmasını ısırarak odasına gitti hemen. Ziver’in mutfağı kullanma sırasıydı işten geldiği için.
Tezgahın üzerinde duran pişmaniyelere takıldı gözü. Çok severdi pişmaniyeyi. Eli kutuya uzandı bilinçsizce sonra farkedip geri çekildi. Masaya koymak için dolaptan tabak alıp döndüğünde masada zaten hazırlanmış boş bir tabak olduğunu gördü, yanındaki küçük tabağa da ikisi kakaolu dört tane pişmaniye konulmuştu. Yine gülümsedi elinde olmadan.
Pişmaniyelerin hemen birini alıp ağzına attı. O kıyır kıyır lezzet diline yayıldı ağzının içindeki her köşeye yapışarak. Aç karnnına tatlı yemek en sevdiği şeydi. Annesi kesinlikle yemekten önce yedirtmezdi tatlıyı. Önce yemek bitecek sonra yenilecekti. Oysa o zaman insanın midesine yer kalmadığı gibi tok karnınayken, aç karnına yenilen lezzeti vermiyordu ki hiç bir tatlı!
Elinde olmadan damağına yapışan dilini şaklatıp bu defa kar gibi beyaz olanı attı ağzına. Her telini hissetti ezerken damağıyla, onu da yuttuktan sonra dördünü de yedi duramayıp. Boş tabağa baktı sonra, doymuştu zaten, alıp yerine koydu çatal ve kaşık ile birlikte onu. Çaydanlığa değdirdi elini altı yanmıyordu ama sıcaktı yinede, bir çay bardağı alıp kendine çay doldurdu. Kutunun ağzını açıp bir pişmaniye de oradan attı ağzına. Bardağını alıp odasına gitti. Merve’nin odasından müzik yükselmeye başlamıştı. Hayat daha normal gelmeye başladı o an.
Merve bir kaç hafta sonra yine şehir dışına gideceğini söyledi. Yine başını sallamaktan başka tepki vermedi Ziver. Kız bu defa kaç gün gideceğini söylememişti. Ziver’in bununla ilgileneceğini sanmıyordu çünkü. “Dönmeden bir gün önce mesaj atarım.” dedi sonra gitmeden. Ertesi sabah erkenden çıkıp gitti yine.
Bu defa İzmir’e gidecekti Merve. Bir reklam şirketi ile görüşeceklerdi. Pİyasaya yeni çıkacak olan ürünlerinin reklam filmi için etkileyici ve yeni bir beste istiyorlardı. Parça tam olmalıydı. Reklamda bir kısmı kullanılacaktı ama tanıtımlarda tamamını çalmayı planlıyorlardı. Önce sözü olmayan bir müzik planlıyorlardı ama sonradan söz de istediler. Merve’nin söz de yazabilmesi için hem firmayla görüşmesi hem de hiç bilmediği ürünü görmesi ve tanıması gerekiyordu.
Sabah erkenden bindiği otobüs ancak hava kararırken girdi İzmir’e. Bu şehrin gecesinide gündünüzü de severdi Merve. Merdan bey ile de gelmişlerdi bir kaç kez. Selami bey eski fuarları anlatıp durmuştu. Ne kadar ünlülerin geldiğini, nasıl güzel geceler geçirildiğini, kordonun pis kokusunu.
“O İzmir ile şimdiki şehrin arasında çok fark var!” demişti Merdan bey.
Güzel anıları vardı bu şehirde. Otobüs firmasının servisi ile şehir merkezine geçip, oradan da onun için ayarlanan küçük otele geçti. Aslında akşam çıkıp biraz dolanmak istiyordu ama yok niyeyse yormuştu onu bu defa, bir duş alıp hemen uyudu. Randevusu sabah erken saatteydi. Şirketin arabası gelip onu otelin önünden alacaktı. Erkende yatsa, uyanamayacığından korktuğu için telefonun saatini kurdu.
Sabah araba geldiğinde kahvaltısını yeni bitirmiş çayını içiyordu. Hemen bırakıp çıktı dışarıya. On dakikalık bir yolcuğun ardından çalışacağı şirketin önüne vardılar. Görüşeceği kişiler şirketin ürün sorumlusu ve halkla ilişkiler müdiresiydi. Ceylan hanım onu kapıda karşıladı ve toplantı odasına götürdü. Tahsin bey ürünün kendisi ve planlanan tanıtımlarla ilgili çalışmaları toplantı masasının üzerine yaymış onları bekliyordu.
“Günaydın Merve hanım hoş geldiniz!” dedi elini uzatarak, sonra onun yüzüne dikkatlice bakarak, “Daha önce tanıştık mı sizinle?” diye sordu.
“Sanmıyorum!” dedi Merve, adamın yüzü ona hiç tanıdık gelmemişti.
“Belki de benzettim kusura bakmayın!” dedi Tahsin bey ve toplantıya başladılar. Merve’de ilk kez böyle bir çalışmanın içinde yer aldığı için oldukça heyecanlıydı. Çalışma öğlene kadar uzayınca onu yakınlarda bir restorana götürdüler. Ceylan hanımın öğleden sonrası için başka bir görüşmesi olduğundan onlarla devam edemeyecekti. Hatta yemeğini hızlıca yedi ve özür dileyerek ayrıldı yanlarından.
“Hacettepe’de mi okudunuz?” dedi Tahsin.
“Hayır!” dedi Merve.
“Ankara’da mı yaşadınız peki hep?”
“Evet öyle!”
“Cebeci tarafında hiç oturdunuz mu?”
“Hayır oturmadım!”
“O zaman kesin sizi birine benzetiyorum!” dedi Tahsin bey umutsuzlukla. Gülümsedi Merve’de. Kendisi de bir tanıdıklık bulsa söyleyecek veya ona yardımcı olacaktı ama gerçekten tanıdığı birine bile benzetemediği gibi bahsettiği yerlerde hiç bulunmamıştı bile.
Şirkete dönüp bir kaç saat daha çalıştıktan sonra Merve otele geri döndü. Bu defa akşam dolaşmaya kararlıydı. Henüz acıkmadığı için otelden çıkıp deniz kenarına doğru yürümeye başladı.
(devam edecek)