Bu arada Tahsin hâlâ ağlıyordu. Zehra’nın ağlamasına çok üzülmüştü.
“Oğlum sen niye ağlıyorsun kedi gibi mık mık!” dedi Erdoğan bey.
Dilber hanım onun az önce söylediğini hatırlayınca, iyice paniğe kapıldı. Aşağıyı dağıtıp, çocuğu yağmurda sokağa atmıştı birde. Hemen oğlanın yanına gidip büktü kolunu, “Bir kelime edersen Zehra ile ilgili yolarıım seni!” dedi fısıldayarak.
“Bir şey demiyor babası Zehra bize gelsin diyor, ben de şimdi olmaz dedim ona ağlıyor!”
Erdoğan bey başını sallayıp gitti odalarına, “Yatacağım ben biraz yoruldum!” deyip kapattı kapıyı. O içeri girer girmez ok gibi fırladı Dilber hanım dışarıya. Zehra’ya bakındı ama bulamadı kızı! Apartmanın içine girdi seslendi yok! Dışarı fırlattığı eşyaları topladı hemen. Kimse görmüş mü diye pencereleri kontrol etti. Deponun yedek anahtarı onda olduğundan açıp girdi içeri eşyaları yerlerine koydu. Kıza seslendi belki onunda vardır yanında anahtarı diye. Ses alamadı. Daha faza aşağıda oyalanamayacağı için tekrar çıktı yukarıya. Nereye gidecekti bacak kadar çocuk, gelirdi nasılsa!
Kocasının hastalığına sardığı için Zehra’yı unuttu sonra. Ta ki Hafize telaşla gelip kapıyı çalana kadar.
“Dilber hanım, Zehra’yı bulamıyorum! Size çıkmış olabilir mi?”
“Zehra mı?” dedi Dilber hanım çocuğu hatırlayınca bocalamıştı birden, “Yok çıkmadı bize!” Sonra hemen dönüp Tahsin’e baktı. Çocuk hemen arkasında duruyordu. Annesinin bakışlarını görünce geri çekildi.
“Yok, her yere baktım, dışarıda yağmur yağıyor, çıkmaz zaten öyle kendi kendine. Nereye gitti bu çocuk. Gidip karakola haber vereyim!”
“Karakola mı?” dedi bu kez Dilber hanım.
Zehra’yı dışarı attığını gören var mı emin değildi. .Biri çıkıp polise Dilber hanım yaptı dese mahvolurdu. Şimdi dönüp Hafize’ye kızını ben attım diye itiraf etse yine mahvolurdu. O halde şansına güvenmekten başka çaresi yoktu. Kimsenin görmediği ihtimaline oynayacaktı.
“Çocuk bu! Her yere gider! Arkadaşına gitmiştir belki!”
“Yok gitmez Zehra bir yere, bir Tahsin var arkadaşı zaten başka yok!”
Dilber hanım yine dönüp kontrol etti arkasını. Tahsin’in kapının arkasındaki gölgesini görüyordu. Çocuk oraya sinmiş dinliyordu konuşulanları.
“Binadakilere de bir sor istersen polise gitmeden!” dedi yarım ağızla. Hiç değilse polisişe girmeden binadakiler gördü mü onun anlardı böylece.
“Sorayım!” dedi Hafize robot gibi hemen başladı kapıları çalmaya. Dilber hanım da sanki çok endişelenmiş de haber bekliyormuş gibi kapının önünden ayrılmadan bekledi herkes cevap verene kadar.
Kimse görmemişti kızı, gelip kapıyı da çalmamıştı, “Kızım el kadar çocuk bırakılır da gidilir mi senin hatan!” diye fırça çekmişti komşulardan biri.
Derin bir oh çekip seslenmişti Dilber hanım aşağıya doğru, “Haydi oyalanma git polise hava karardı! Korkar çocuk neredeyse!”
Hafize fırladı çıktı binadan. Yağmur daha da hızlanmıştı.
“Allahım sen yardım et, kızımı koru!” diyerek ağlıyordu bir yandan.
Karakol hemen aldı ifadesini Hafize’nin. O yaşta çocuğu tek başına evde bırakıp çıktığı için bir de komiserden nasihat dinledi. Haklı olduklarını biliyordu tabi. Diyemedi ki eğer bırakmasaydım zaten ikimiz birden sokakta kalacaktık. Başını önüne eğdi ağlayarak dinledi.
“Komiserim bulun yavrumu ne olur!”
Kapının önünde canı yanarak bir süre ağlayan Zehra, annesi ile bir kaç kez holdingin önüne poaça satmaya gittiği için, gidip annesini bulmaya karar verdi. Gidecek ve bu kadının yaptıklarını bir bir anlatacaktı. Yağmur suyu saçlarını önüne döküyor, zaten akan gözleri ve burnu yüzünden bastığı yeri tam göremiyor. Birden bire sokağa fırlatıldığı için çoraplarından batan taşlar ayağını acıtıyordu.
Holding geniş bir cadde üzerindeydi. Bulutlu hava etrafı karartığı için içerinin ışıklarını yakmışlardı. Zehra karşı kaldırımdan görüyordu içeriyi. Annesi kapının önünde değildi ama yağmur yağdığı için içeri girmişti mutlaka. Kolunun içi ile burnunu ve yüzünü silerken attı caddeye adımını ve bir fren sesine dönüp bakmasına kalmadan önce bir sert darbe hissetti, sonra içi boşalıyormuş gibi garip bir duygu ve ardından bir karanlık.
Merdan beyin şoförü panik halinde indi arabadan ve koştu küçük kızın yanına. Allah’tan hızlı gitmiyorlardı. Merdan bey de indi telaşla hemen. İkisi de kızın başına çömeldiler. Etraflarında küçük bir kalabalık oluştu.
“Hastaneye götürün, çocuk kendine değil!” dedi biri.
Şaşkın şaşkın bakan iki adam hemen kucakladılar kızı, Zehra’yı arkaya kucağına aldı Merdan bey. Hemen yakındaki hastaneye gittiler. Küçücük kız sırılsıklamdı, ayaklarındaki parçalanmış çorapları görünce düştüğünde olduğunu sandı Merdan bey.
“Nefes alıyor çok şükür!” diyordu sürekli bir yandan kızın orasında burasında bir şey var mı diye kontrol ederken.
Şoför Selami’de çok tedirgin olmuştu. Yağmurun hızına yetişemiyordu silecekler. Akan bir trafikte gidiyorlardı. Kızı son anda görebilmişti. Zaten küçücük bir şeydi. Bir de koyu renk giymişti üzerine. Selami frene basana kadar araba değivermişti sabiye. Hızlı değildi ama kız küçüktü işte. Koca tonluk araba değince ne olacaktı, serçe gibi düşmüştü yere.
Acilde kaptılar kızı ellerinden hemen müdahale başladı.
“Poliste çağıracağız dedi acilin doktoru. Çocuğun kim olduğunu da bilmiyor sunuz öyle mi?”
“Yok bilmiyoruz!” dedi Selami, öyle atlayıverdi yola, “Ölmez değil mi doktor bey?”
“Ölümcül görünmüyor ama ağır darbe almış, kontrolleri devam ediyor. Siz bekleyin buradan bir yere ayrılmayın lütfen. Poliste birazdan gelip ifadenizi alacak!”
Merdan bey oturuyordu gerideki sandalyelerde elindeki şapkasını çevirip duruyordu kendi kendine. Düşünceleri onu buradan çoktan alıp götürmüştü. Selami patronuna böyle bir günde yaşattıkları için ayrıca üzgündü. Öyle çok iyiliğini görmüştü ki bu adamın, şimdi tam da kızının mezarından dönerken, tam da kızının doğum gününde, kızının öldüğü yaşta bir kıza çarpmışlardı.
Adamcağız kızının mezarı başında darmadağın olmuştu yine, bir saate yakın dil dökmüştü ona. Kendi dünyasında arkada otururken birden bire oluvermişti her şey. Selami’de dalgındı belki. O da etkileniyordu tabi evlat acısını böyle yoğun yaşayan bir adamdan etkilenmemek mümkün değildi. Sekiz yıl olmuştu Merdan beyin kızı öleli. Beril ölmeden bir yıl önce girmişti Selami işe. Tanımıştı küçük kızı. Kahverengi gözlü, bukleli açık kumral saçları olan boncuk gibi bir kızdı. Yola fırlamıştı o da bu küçük kız gibi.
“Allah’ım neyle sınıyorsun sen bu gün bizi?” dedi kendi kendine, “İnşallah şu minik kıza bir şey olmaz. Senenin bir gününe bu kadar acı çok fazla!”
Gidip oturdu Merdan beyin yanına, “Bir şey ister misiniz?” dedi çekingen bir sesle.
“Bir çocuğa hayat istiyorum Selami, benim kızıma verilmeyen şansı istiyorum. Allah bu çocuğun anasına banasına acısın! Beril’imin kaderini yaşamasın.”
“Amin!” dedi Selami başını eğdi önüne.
(devam edecek)