Yaklaşık kırk dakika bekledikten sonra umudunu kaybetmiş tam içeri girecekti ki gri bir araba geldi durdu önünde. Yolcu camı inince şoför eğilip seslendi.
“Hafize sen misin?”
“Evet!” dedi hemen.
“Haydi atla gidiyoruz!”
Son bir kez dönüp kızını kontrol etmek istedi ama şimdi bunu yapamayacağını biliyordu.
“Keşke az önce girip baksaydım. Ne diye oyalandım ki dışarıda!” diye söylendi içinden.
Arabanın arka koltuğunda bir kadın daha vardı. Başıyla selamladı onu yanına oturuken.
Araba hemen hareket etti, “Saime abla bu Hafize hanım, temizliği yapacak. Hafize hanım bu da Saime abla biz oradayken yemeklerimizi yapıyor. Daha Ender beyler yerleşmedi tabi ama yine de bahçevan, ben, bir kaç kişi daha çalışıyoruz. Benim adım Salih. Sizi ben götürüp getireceğim.”
“Allah razı olsun!” dedi Hafize başını kaldırmadan.
Gök gürledi birden bire, yağur bulutları o dışarı çıktığından beri toplanıyordu zaten. İyi ki yakmıştı sobayı. Birazdan bir daha gürledi gök ve şiddetli bir yağmur başladı.
Hafize işini bitirip evine dönesiye tam yedi saat geçti. Kızı hiç bu kadar uzun bırakmadığı için arabadan ardına bakmadan indi ve koşarak eve girdi. Zehra kanepenin üzerine iki bebeğini oturtmuş, sabahtan kalan son bazlamayı da iki tabağa bölmüş onlara yediriyordu.
“Zehra kızım iyi misin?”” dedi ayakkabılarını çıkarır çıkmaz gitti sarıldı kızına.
“İyiyim anne! Çok mu poaça sattın sen bu gün?” dedi kız merakla.
“Hayır anneciğim, sana anlattım ya bu gün başka yere gittim ben diye!”
“Çok mu poaça sattın o gittiğin başka yerde?” dedi bu kez.
Güldü Hafize sıkıca sarıldı kızına, “Evet çok poaça sattım bu gün o başka yerde, söz verdiğim gibi de iki şeker getirdim sana!” diyerek çantasından iki tane şeker çıkardı.
Elbette bu gün gittiği evden almamıştı onları. Kızına söz verdiği için giderken sakladığı yerden alıp çantasına atmıştı.
Sonra birlikte yemek yediler. Kız bütün gün kuru kuru bazlama yemişti. Ertesi sabah dolaptan biraz üzüm çıkardı koydu masaya. Akşamdan da bir kek yapmıştı bu sefer.
“Acıkınca bunları ye! E mi kızım? Tembihleri mi de sakın unutma!”
“Tamam!” dedi Zehra başını sallayarak. Uykusunu tam alamamıştı henüz. Annesi çıkmadan yediğinden emin olmak istediği için yedirmişti kahvaltısını erkenden. Çıkarken de yatağına yeniden yatırıp “Haydi uyu şimdi biraz, sonra kalkar oynarsın!” diyerek sarılıp öpmüştü. Zehra uykuyu seven bir çocuktu. Şimdi dalabilirse en az iki saat daha uyurdu. Böylece iki saat olsun başına bir şey gelmeyeceğinden emin olurum diye düşünmüştü Hafize. Hatta bu gece ou daha geç yatırıp, sabahta daha erken kaldırayım dedi kendi kendine arabaya binerken. Biraz gecesi gündüzü dönecekti ama bu bir kaç gün böyle olması daha iyiydi. Düzeltirlerdi sonra nasılsa.
Hafize çıktıktan bir buçuk saat sonra kapının sesine uyandı Zehra. Gelen Dilber hanımdı. Zaten dokundan yıkılacak gibi duran kapıyı yumrukluyordu adeta. Çocuk uyku sersemi kalktı kapının arkasından “Kim o?” diye seslendi.
“Kız aç şu kapıyı Dilber teyzen ben!”
Tanıdık sesi duyunca açtı Zehra kapıyı.
“Annen nerede?” diye cırladı Dilber hanım hemen.
“Annem poaça satmaya gitti. Tahsin bize gelsin mi?”
“Sus bakayım, annen sana söylemedi mi Tahsin ile oymayın artık!”
“Neden?”
“Çünkü ben istemiyorum”
“Annen nereye gitti poaça satmaya?”
“Şirkete gitti!”
“Erdoğan amcanı gördün mü bakayım sen bu sabah? Uğradı mı size?”
“Görmedim. Ben size geleyim mi?”
“Ne diye geleceksin sen bize?” dedi Dilber hanım eli belinde.
“Tahsin’le oynayacağız!”
“Kız anan gibi mal msın sende? Yok Tahsin diyorum. Erdoğan amcan da bir iş uydurdu gitti bu sabah. Kesin ananın peşine gitmiştir.”
“Annem arabayla gitti.”
“Erdoğan amcanın arabasıyla mı gitti annen yoksa?” diye gürledi Dilber hanım bu kez.
Ayılamayan Zehra korktu kadının bağırmasından ağlamaya başladı.
“Ben biliyordum zaten böyle olduğunu. Bacak kadar çocuğu bırakıp kocamı ayartmaya gitti kesin! Çık kız dışarı! Atacağım sizi bu evden! Sus ağlama çık dedim!” diyerek Zehra’yı çekiştirdi kolundan ve pijamalarıla fırlattı sokağa. Çocuk biriken suyun içine düşüverdi taşların içine. Canı yanında iyice ağlamaya başladı. Dilber hanım hırsını alamayıp içeriden bir kaç parça eşyayı da kapıp attı kızın peşine.
Sonra kapıyı da kapatıp, hırsla çıktı kendi evine. Tahsin pencereden gördü Zehra’nın dışarıda ağladığını, annesine söyledi ama bir azar da o yedi ne olduğunu anlamadan.
Dilber hanım kocasının son günlerdeki bir kaç hareketinden şüphelenmişti. Adam sürekli bahaneler uydurup dışarı çıkıyordu. Bu gün de daha önce söylemediği halde erkenden çıkıp gidivermişti. Üstelik ne gitmek, dökündüğü kolonyanın kokusu sarmıştı. Yeni gömleklerinden birini giymişti. Yedekte duran çamaşır paketlerinin de açıldığını görünce komşuların söyledikleri aklına gelmişti Dilber hanımın. Kocası çıkarken kalkmıştı sabah. Arkasından gördüğü içi sorup soruşturamamıştı.
Hafize’nin de bu gün ona gelmesi gerekiyordu ütü için, o da gecikince soluğu aşağıda almıştı.
“Demek arabaya binip poaça satmaya gitmişti ütü gününde Hafize hanım. Üstelikte haber bile vermeden!”
İki saat sonra kocası eve geldiğinde bağırıp çağırmaya başlamıştı doğrudan. Adamcağız daha kapıdan girer girmez Dilber hanın eline ne geçirdiyse fırlatmaya başlayınca afallamıştı ilkin.
“Ne oluyor be kadın?” diye kükreyivermişti sonra.
“Annem Zehra’yı sokağa attı!” diye ağlamıştı Tahsin’de babası bağırınca korkusundan.
Adamcağız hiç anlamamıştı bu sözü, tam oğluna “Ne diyorsun?” diyecekken girmişti karısı araya.
“Nereye gittin sen bu sabah Erdoğan? Çabuk söyle, boşanacağım senden!”
“Dilber delirdin mi sen bu sabah Allahaşkına? Ne diyor bu çocuk ayrıca?”
“Delirdim evet Erdoğan, günlerdir bir işler çeviriyorsun. Temiz çamaşırlar giyinip kime gösterdin acaba bu gün onları?”
Erdoğan beyin gözleri faltaşı gibi açılmıştı karısının söylediklerine, “Yuh Dilber! Çamaşır da mı değiştirmeyelim!”
“Temizi varken yenisi giyilince insan merak ediyor tabi?” dedi Dilber hanım ters ters.
Derin bir iç çekip oturdu sandalyeye Erdoğan bey, zaten gergindi karısıyla uğraşacak hali de yoktu.
“Doktora gittim Dilber hanım! Çok merak ettiysen doktora gösterdim donumla, fanilamı?”
“Ne doktoru?” dedi Dilber hanım bu defa tavrını bozmadan.
“Bak dilber prostat kanseri olabilirim ben!”
Kanser kelimesini duyunca yelkenleri iniverdi Dilber hanımın, “Ne kanseri Erdoğan? Doktor mu söyledi? Sen ondan mı böyle! Tüh, tüh, tüh!”
“Yok daha kansersin demedi de işte muayene etti. Ben de sonucu alana kadar kimseye demeyim dedimdi! Bırakmıyorsun ki adamı!” diye yükseldi sonra yine, “Yok niye yeni don giydin, yok niye bilmem ne? Ölüp gideceğiz kadın don derdinde yahu!”
Dilber hanım sus pus oldu birden bire. Kocası onu altdattığını düşündüğünü bile anlamamıştı kendi derdinden. Aman iyi ki anlamamıştı da ne olacaktı şimdi bu adam kanserse ya?
(devam edecek)
Teşekkürler ederim kardeşi 2 .bölümü hemen yayınladığın için akıcı anlatımınla mükemmeldi emeğine gönlüne sağlık, sıra üçüncü bölümde mailde ,sağ olun, selamlarımla.
BeğenLiked by 1 kişi
Teşekkür ederim
BeğenLiked by 1 kişi