İkinci şans – Bölüm 15

İdil’den yana yaptığı her tercih Hatice hanım ile Sinan’ın arasındaki iplerin daha da gerilmesine neden oluyordu. Hatice hanımın o çok beğendiği İdil ise iletişimi çoktan sıfıra indirmişti bile onunla.

Suna’nın parasını ödediğini ve İdil ile nikahtan sonra yaptırdıkları yeni evde yaşamaya başlayacaklarını aylar sonra Sinan ile yaptıkları en uzun sohbet sırasında öğrendi.

“Nikahımızda bulunursun herhalde?” dedi Sinan soğuk soğuk.

“Babanın kemikleri sızlıyor mezarında” diye cevap verdi Hatice hanım.

Ne var ki Hatice hanıma rağmen zorlayıcı bir boşanma sürecinin ardından yapılan evlilik iki yıl sürebildi. O dönem Hatice hanımla görüşmediği için tüm parlak kariyrine rağmen bir evlilik sözleşmesi yapmayı akıl etmeyen Sinan. Oturdukları ev de dahil, İdil’e yüklü bir miktar kaptırdı. Kaderin tuhaf bir cilvesi olsa gerek ki Suna’ya ödediği miktarın tam tamına iki katına bir tutardı bu.

Böylece son üç yılda babadan kalan serveti de dahil epeyce para kaybetmiş ve iki boşanma yaşanmış olarak annesinin yanına geri dönmek zorunda kaldı.

Elaleme laf vermemek için sadece nikahlarında bulundan Hatice hanım, zaten davette edilmediği için oğlunun evine bir kez olsun gitmedi. Sadece hafta bir gün hâl hatır içeren kısa konuşmalar yaptılar oğluyla.

Eve geri döndüğünde annesinin bıraktığı gibi olmadığını ancak farkedebildi Sinan. Hatice hanım tüm vakurluğuna rağmen bu iki yılda çok yıpranmıştı. O kaybetmeye alışkın bir kadın değildi. Hırs onu hızla tüketmiş, iki yılda olması gerekenin dört katı fazla yaşlanmıştı. Sağlığı bozulmuş, uzun süreler ayakta kalamaz olmuştu. Artık değil oğlunu de evdeki hizmetkarları bile takip edecek hâli kalmamıştı. Yine de oğlu aradığında hiç birinden bahsetmemiş, eski halindeymiş gibi rol yaparak konuşmuştu. Haftada bir telefonla yetinen oğlu ise bir Allah’ın günü onu görmeye gelmemişti bile.

Annesinin halini gören Sinan, uzatmaya kararlı dolduğu dargınlığı bir anda unutuverdi. Annesini bu halde iki yıl kendi haline bırakmış olmanın vicdan azabı aklını başından almıştı.

Hatice hanımın da artık yanlız kalmaya tahammülü yoktu. Anne oğul sanki hiç bir şey olmamış gibi kaldıkları yerden aynı evde yaşamaya başladılar böylece.

Hatice hanım son nefesinde itiraf etti başlarına gelenlerin Suna’nın ahı olduğunu.

“Biz o kızın çok hakkını yemişiz oğlum! Ben yapamadım ama sen helalleşmeden ölme!” diyebildi ancak.

İdil’den de ayrılalı üç yıl olan Sinan bu dönem içinde Suna hakkında hiç bir bilgiye ulaşmaya çalışmamıştı ama annesine hak verecek kadar düşünmüştü o da. Annesinin son sözlerinin ardından onu bulup konuşmaya karar verdi böylece. Karısının onu severek ayrıldığından hiç şüphesi yoktu. Canını çok yakmıştı ama bir şeyleri telafi etmek için de geç kalmış değillerdi belki.

Doğrudan eczaneye gitti bir öğleden sonra ama eczane başkasına devredilmişti. Sahibi ve çalışanlarının bir başka yere gittiğini söylediler yeni sahipleri ama nereye gittiklerine dair bir fikirleri yoktu.

Annesi ile birlikte Suna’nın sosyal çevresini de hiç ciddye almadıkları için Doğukan ve Firuze dışında da ortak tanıdıkları yoktu. Doğrudan ona erişemese bile çocuklardan birine eriştiğinde ona ulaşabileceğini biliyordu.

Sağlık sektörü büyük olsa da insanlar birbirlerini tanırlardı. Doğrudan eski karısını sormak yerine Doğukan ve Firuze’yi sorup bulmak daha kolaydı.

Sinan öyle olduğunu sanıyordu ya da! Onlara ulaşması tam sekiz ayını aldı. Bu sekiz ayı Suna’yı yeniden eve döndürmenin hayali ile geçirmişti. Hatta onun geri gelmesini kolaylaştırmak için annesi ile ilgili evde ne var ne yoksa kaldırmıştı ortadan. Onunla hellaleş dediğine göre bu da bir şekilde annesinin vasiyeti sayılırdı.

Doğuken ve Firuze bir sahil kentine taşınmışlar ve evlenmişlerdi. Firuze hamile kalınca çocuğun geleceği için en uygunun bu olduğuna karar vermişlerdi. Daha doğrusu Doğukan Firuze’yi ikna etmişti. Nüfus kayıtları düzgün bir çocuk olmalıydı.

“Daha sonra boşanır, yine birlikte yaşarız!” demişti tabi onu ikna etmek için sonunda. Firuze’de kabul etmişti. Evleneli bir yıl olmasına rağmen çocuğun büyümesi ile meşgul olduklarından boşanmak henüz akıllarına gelmemişti.

“Allah bağışlasın demek bir çocuğunuz var!” dedi Sinan bu defa kendilerine ait olan eczanelerine gittiğinde, “Adı ne peki?”

“Levent” dedi Doğukan. Firuze gülümsedi anlamlı anlamlı ama Sinan bu gülümsemenin nedenini çözemedi. Oldu olası Firuze’yi çözememişti zaten. Suna’nın bu tuhaf kızı nereden bulduğunu hiç anlamamıştı.

Asıl ilgilendiği Doğukan, Firuze veya onların çocukları olmadığı için bir şey demeden doğrudan konuya girdi Sinan, “Suna ablanız neler yapıyor biliyor musunuz? Çok uzun zamandır ondan haber almadım!”

“Suna ablam çok iyi!” dedi Firuze yine anlamlı anlamlı gülerek ve sonra baklayı çıkardı ağzından, “İdil hanımla bayağı maliyetli bir şekilde boşandığınızı duyduk!”

Sinan’ın yüz hatları yer değiştirdi kısa bir anlığına, “Evet insan bazen hata yapabiliyor!”

“Hata yapmak insan için!” dedi Firuze, “Bedeline katlanmak koşuluyla tabi!”

“Bakın ben İdil’in bir hata olduğunu anladım. Suna ile konuşmak istediğim çok şey var bu yüzden. Tamam itiraf ediyorum. Buraya onu bulmak için geldim!”

“Suna abla burada değil ki?” dedi Doğukan.

“Nerede peki?”

“Sanırım şimdi Almanya’da. Bir ay sonra falan dönecek.”

“Akraba ziyaretine mi gitti?”

“Pek sayılmaz!” dedi Firuze, “Bir hastane işi vardı!”

“Suna hasta mı?” dedi yapay bir endileyle ayağa kalkarak.

“Biraz kusuyordu aslında!” dedi Doğukan.

“Nasıl yani biraz kusuyordu? Kötü bir şey mi çıktı? Keşke bana ulaşsaydınız, yani bizim hastanede ne gerekiyorsa yapardık çocuklar!”

“Karnında bir kütle varmış!” derken az kalsın püskürecekti Firuze ama raftan ilaç alıyormuş gibi döndü arkasını hemen.

“Allahaşkıne nesi var bu kadının?” diye yapay telaşesini sürdürdü Sinan, eczanenin içinde dolanmaya başlamıştı bir yandan.

“Hamileydi!” dedi Doğukan pat diye

“Ne?” deyip kalakaldı Sinan yerinde, bir Doğukan’a, bir Firuze’ye bakıyordu, “Çocuklar şakanın sırası mı?”

“Şaka değil!Oğlumuza kocasının adını verdik!”

“Kocası mı? Suna evlendi mi?”

İkisi de cevap vermediler. Sinan onu kızdırmak için şaka yaptıkalrını söylemelerini bekledi ama beklediği olmadı.

“Almanya’dan geldiğinde uğradığıı söyleriz ama bilirsin ya da nerede bileceksin, lohusalık zor bir dönemdir. Unutabilir!” dedi Doğukan.

Çocukların onunla acımasızca eğlendiğini nihayet anlayan Sinan başka bir şey söylemeden çıkıp gitti eczaneden.

O daha kapıdan çıkmadan arkasından atılan kahkahaları duydu, kapıdaki o tanıdık zil sesi sonlandırdı sesleri.

“Bundan Suna ablaya bahsedecek miyiz?” dedi Doğukan hemen.

“Hayır tabi ki!” dedi Firuze, “Ne diye canını sıkalım ki! Gelsin bebek seveceğiz daha!”

“Bakıcıyı aradın mı? Yarın Levent’in aşısı var, geç kalmasın sabah!” dedi sonra Doğukan birden bire, Sinan’ı unutup anne baba oldular yine!

(devam edecek)

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s