İkinci şans – Bölüm 12

Adamcağızın cenazesini hallettikten sonra padişah ile veziri çıkmışlar camiden hocadan öğrendikleri adamın evine gitmişler. Kapıyı adamın karısı açmış karşısında tanımdığı iki adam görünce tedirgin olmuş.

Padişah kadıncağızın yüzündeki endişeyi görünce konuyu uzatmadan söyleyivermiş.

“Kocanız bu gün sokak ortasında vefat etti. Biz de kimse ilgilenmeyince sahipsiz sandık caminin bahçesine defnettik. Başınız sağolsun!”

Kadıncağız olduğu yere çöküp ağlamaya başlamış bunu duyunca.

“Ah beyim ah! Ben ona dedim kaç kere! Bir gün sokaklarda öleceksin dönüp bakan olmayacak dedim dinletemedim. ‘Sen merak etme hanım, kimse kadırmasa padişah kaldırır benim cenazemi! dedi bunca zaman! Allah sizden razı olsun bin kere!”

Padişah ile vezir şaşkın şaşkın birbirlerine bakmışlar.

“Hanım anlat hele bu senin kocanı bu mahallede neden kimse sevmez, hakkında hep kötü konuşurlar!”

“Benim kocam dünya iyisi bir adamdı beyim. Zaten başımıza ne geldiyse hep onun iyiliğinden geldi!”

“Nasıl yani?” dedi vezir. İyice meraklanmışlardı.

“Benim kocam mahalle çarşısında kim ne satar, kim ne satmaz bilirdi. Çok eskiyiz biz buralarda. Şarabı, içkiyi açıktan, el altından satan herkesi tek tek bulur, bilir, alırdı. Namazında niyazında adamdı.”

“Bu nasıl namaz, bu nasıl niyaz!” diye kükredi padişah.

“Öyle değil efendi. Onları alır gelir eve yığar, sonra hepsini tek tek dökerdi ayakyolundan! Kimseler içmesin diye yapardı bunu! Sonra mahallede ne kadar kötü yola düşmüş kadın, kız bulursa akşamları da onları çağırırdı eve. Paralarını da verirdi mutlaka.”

“Onları ne yapardı ya?”

“Hiç bütün gece misafir eder, nasihat ederdi. O gece işe çıkmasınlar, gönülleriyle yapmadıkları bu işten sıyrılsınlar diye uğraşırdı. Dua ederdi kimi, kimi parasını aldığı için sevinip oturuyodu öyle. Hepsine yatak açıyordum bu yaşlı halimle. Sabahta kalkıp gidiyorlardı!”

“Nasıl adammış bu senin kocan!”

“İşte böyle adamdı! İyiliğinide kimseye dedirtmediği için mahallinin kötüsü olduk. İçkici, karı-kız düşkünü, bir de evli ihtiyardı o buralar için. Kimse selamını almaz, selam bile vermezdi! Bir padişahtır tutturmuştu işte rahmetli!”

“Kocan çok kalbi temiz adammış hanım, sen içini ferah tut! Cenazesini de kalbinden geçiriği gibi padişah kaldırdı!” dedi vezir, gözleri dolarak.

“Nasıl yani?” dedi kadın.

Ona gerçeği anlatmışlar, sonra da kadıncağızın kalan hayatında rahat etmesi için başka mahallede, yeni bir yaşam olanağı hazırlamış, daima da saray tarafından koruyup kollamışlar.

Gülümsedi kendi kendine Suna. Bir sürü hikaye anlatırdı büyük annesi, yıllardır hiç biri aklına gelmemişti.

O düşüncelere dalmış gitmişken simit ve ayranı da sona ermişti. Üzerine bir de çay söyledi ve sonra kalkıp dolaşmaya devam etti kısa bir süre daha. Uzun süredir böyle uzun yürüyüşler yapmadığından ayakları çoktan başlamıştı ağrımaya. Hiç acele etmeden geri döndü misafirhaneye. Geçerken bir dergi almıştı marketten. Uyumadan önce kurup kuruşturmamak için onu karıştırdı biraz. Televizyonu hiç açmadı. Aklına negatif düşünceler çağrıştıracak şeylerden uzak durmak istiyordu. Hiç farketmeden erkenden uyuyuverdi.

Sabah bir öncekinden daha da dinç uyandı. Garip ama Hatice hanım ve Sinan’ın olmadığı sabahlara daha az yorgun uyanıyordu sanki. Onların varlığının bile nasıl bir yük olduğunu düşündü. Sinan için bunu söylemek istemezdi aslında ama Hatice hanımın tek başına insanın ruhunu çürütebileceği gerçekti. Aldatılmış, terkedilmiş ve sahip olduğu herşeyden olmuş biri için giderek kendini daha iyi hissediyordu işte. Bu da aslında dört elle sarılıp yaşamaya çalıştığı hayatın ne kadar yanlış olduğunun göstergesi değil miydi?

Düşünceleri aklına iyice üşüşmeden yine kovalamaya çalıştı onları. Okuduğu bir kitapta şöyle söyleniyordu.

“Düşünceler birer bulut gibidir. Onları zihninde misafir etmez, bulutları seyreder gibi izlemekle yetinirsen, sana hiç zarar vermeden geçip giderker. Ancak onları zihnine buyur edersen, seni ele geçirip yönetmeye başlarlar. Neyi buyur edeceğinize dikkat edin!”

Tabi böyle okuyunca dahice ve kolayca yaplabilir bir şey gibi duruyordu ama insan zihni tarafından yönetilmeye alışmıştı, zihnini yönetebileceğini ise çoktan unutmuştu. Bu insanların yapay zekanın bir gün hayatı ele geçireceğinden korkması gibi bir şeydi. Başkalarınca doldurulmuş zihinleri zaten onları yönetiyor ve kontrolü kaybetmişken, bir yapay zeka tarafından yönetilmenin nesini farklı buluyorlardı acaba?

“Evet zihnim kontrol bende!” dedi yüksek sesle, “Kapa çeneni!”

Bir an için kendini Hatice hanım gibi hissetmişti. Hükmedici. Ancak bir zihni kontrol etmenin yolu aslında ona hükmetmekten geçiyordu. Hatice hanım bunca yıldır onun zihnini bu şekilde kontrol ettiği için kendini hep çaresiz ve yorgun hissetmişti. Şimdi zihni alıştığı yönetilme duygusunu ona unutturmamak için kontrolü ele geçirmeye çalışıyordu ama buna izin vermeyecekti.

Dışarıdan oldukça komik görünen bu iç çatışmanın galini olacağından emin bir şekilde indi kahvaltıya. Bir kaç masa dışında kimse yoktu. Erkenden sızıp kaldığı için erkenden de uyanmıştı. Kahvaltısını ederken telefonundan ev ilanlarına bakmaya başladı. Dün gezerek bakmayı kendi tercih etmişti yürümenin ona iyi geleceğini düşünüp ama bunu her gün yapmaya canı dayanmazdı. O yüzden internetten çevredeki ilanları taradı. Kahvaltı boyunca beğendiği bir kaç tanesinin adresini kaydetti, hepsinin misafirhaneye uzaklığını kontrol etti ve en yakında olanından başlayarak hepsini gezdi bütün gün. Kafası dinçken ilk gördüğün olduğundan mı emin olamadı ama ilk uğradığı en yakındaki daireyi beğenmişti. Yeni bir bina olmasa da sağlam ve temizdi. Ev bakımlıydı. Giriş kat arka taraftı. Evin mutfağına yapılan kapı doğrudan binanın bahçesine açılıyordu. Müstakil bir ev gibiydi bu açıdan. Demirleri takılmış, bahçesinde ve bina girişinde güvenlik kamerası vardı. Kirası da fena değildi. Dolaştıkları içinde en çok aklına o yatmıştı ama nedense insanoğlunun doymazlığı mı nedir daha iyisini bulurum düşüncesi ile ertesi gün de biraz bakmayı düşündü. Dönerken binanın önünden geçti yine. Kocaman kestane ağacını gördü sonra evin girişindeki.

“Biliyor musun Suna, caddelere neden en çok kestane ağacı dikilir?” demişti babası bir gün.

“Neden baba?”

“Çünkü at kestanesi ağacı yıldırım çekmez ve bunun için güvenlidir. Yağmur yağdığında altına korkmadan saklanabilirsin!”

“Gerçekten mi? Ne harika bir özellik!” diye el çırpmıştı bunu duyduğunda. O dikenli topların yere düşüp içindeki parlak kahverengi kestanelerin yürüken kafasına düşmesinden korksa da, yine de hep sevdi kestane ağaçlarını, bir kahraman gibi yıldırıma direnişlerinden dolayı. Bu evin önünde o koruyu ağaç bir işaretti muhakak. Şimdi geç olmuştu ama yarın gelip emlakçıyla konuşacaktı ve başka ev aramayacaktı. Burası olacaktı yeni evi ve yıldırımdan hiç korkmayacaktı.

Yüzünde bir gülümseme ile misafirhanenin önüne geldiğinde şaşkınlıkla farketti Levent’i.

“Merhaba!” dedi gülümseyerek Levent.

“Merhaba, çok oldu mu geleli, keşke arasaydınız!”

“Ben! İyi misiniz diye bir bakayım dedim!”

“İyiyim evet, teşekkürler, hatta bir ev buldum bu gün”

(devam edecek)

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s