İkinci şans – Bölüm 1

Suna eczacılık fakültesini bitirdiği yıl tanışmıştı Sinan’la. Tıp bayramı için düzenlenen bir etkinlikte karşılaşmışlardı. Sinan cerrahtı.

“Baba mesleğim aynı zamanda!” demişti anlatırken.

“Babadan devir alınmayacak kadar edinilmesi zor br meslek!” deyince Suna ikisi birden gülmeye başlamışlar ve o gülüşlerin ardı gelmişti devam eden günlerde.

Ancak büyük bir talihsizlik sonucu Suna’nın anne ve babası bir trafik kazası geçirmişler ve derhal Sinan’ın görev yaptığı hastaneye kaldırılmışlardı. Annesinin ömrü hastane kapısından girmeye yetmemiş, babası ise yoğun bakımda bir hafta kaldıktan sonra özel odaya çıkarıldığı gece vefat etmişti.

Tüm bu ani gelişen süreçte tek başına kalan Suna ve ailesinin yanında daima Sinan olmuştu. Suna’nın anne ve babası Almanya’da tanışmış ve evlenmişlerdi. Nasıl olmuşsa Türkiye’de yaşamaya karar verip tüm akraba ve tanıdıklarını orada bırakıp gelmişlerdi buraya. Suna’da kendi ülkelerinde doğmuştu.

Ölmeden önce Suna’nın babasının son konuştuğu kişi de Sinan’dı.

“Kızım sana emanet demişti!” adamcağız son nefesini vermeden. Sinan’da ona kızına bir ömür bakacağına söz vermişti.

Bu olayın ardından bir süre bekleyip evlenmişlerdi hemen.

Sinan’ın annesi bu acı olayla pekişen ilişkinin evliliğe dönüşmesini hiç istememişti başından beri. Ona göre Suna oğluna uygun bir kız değildi. Almanya’da büyümüş bir ailenin kızıydı. Bu ülkenin gelenek ve göreneklerine sahip değildi. Oğlu önemli bir cerrahtı babası gibi. Bu tür adamların eşleri ağır başlı olmalıydı kendisi gibi. Ne de olsa bu ailenin soyadını taşıyolardı.

Suna’nın doğal ve rahat tavırları bu ağırbaşlılık için uygun değildi ancak her şey öyle hızlı gelişivermişti ki, duygusal bir anda kızın babasına verilen bir sözün oğlunun bütün hayatını mahvettiğine inanıyordu Hatice hanım.

Suna’ya olan karşılığını her şekilde de hissettiriyordu zaten, oğlunun uyarılarına rağmen ta en başından Suna’nın ona “anne” demesini istememişti. Bu nedenle Suna sekiz yıldır kayınvalidesine “Hatice hanım” diyordu. Anne demek çokta umurunda değildi zaten, kendisi de demek istemiyordu.

Anne ve babasını kaybettiği o acı dönemde bile Hatice hanım onun gelini olmasına karşı olduğunu her fırsatta hissettirmekten geri durmamış, sürekli davranış ve sözlerini eleştirmişti. Onunla birlikte oturacaklarını farkettiğinde artık çok geç olduğundan Suna’da bir şey diyememişti.

Anne ve babanın ani kaybı büyük bir travma olmuştu zaten, o sırada Sinan’ın sahip çıkışı ise ilaç. Başka bir şeyi değerendirip sorgulayacak durumu hiç olmamıştı.

Kocası ile ilgili hiç bir şikayeti de olmamıştı zaten sonrasında da, ona daima aşıktı. Sinan ağırbaşlı, koruyucu, ciddi bir adamdı. Suna’dan da yedi sekiz yaş büyük olduğu için daha da oturaklı görünüyordu.

Sinan için de karısının söz ve davranışları sıkıntı olmamıştı hiç bir zaman. Sadece annesini idare etmesini rica etmişti ondan. Onun sürekli yaptığı uyarı ve eleştirilere kocasının hatırı için katlanmıştı o da.

Hatice hanımı iyice hoşnutsuz eden şey ise sekiz yıldır bir çocuklarının olmayışıydı. Biyolojik olarak bir sıkıntısı olmamasına rağmen yaşadığı travmadan sonra bir şekilde çocuk sahibi olamıyordu. İkisinin de pek çok doktor arkadaşı bunun Suna’nın kendini inandırdığı bir gerçek olduğunu söylüyorlardı. Tam o dönemin ardından evlenmesi buna neden olmuştu.

Yoğun iş hayatlarının içinde çok dert etmemişlerdi ikisi de ama Hatice hanım için sürekli sorun olmuştu bu konu. Aileye dahil olabilecek bir cerrah daha olabilecekken, şimdi soy kilitlenmişti.

Suna bir şekilde bunları da duymazlığa gelmeyi öğrenmişti ancak kocasının hatırı için herhangi bir saygısızlıkta bulunmuyordu kayınvalidesine karşı Sinan’ın da annesini sürekli uyardığını biliyordu ama kadının huyu böyleydi işte.

“Halbuki annen-babanı kaybetmiş bu kadının evine gelin gelmişsin. Hani çöpsüz üzümsün eskilerin deyimiyle. Ne demeye sana annelik yapmıyor da bu kadın bu kadar takıyor her şeye!” demişti kuzeni konuşurken.

Her yaz gelirlerdi Türkiye’ye, gelince de mutlaka bir arada olurlardı. Suna’nın da dertleşecek başka akrabası olmadığı için yanında onunla konuşurdu her şeyini.

Hatice hanım onlar geldiğinde de hoşnutsuz olurdu. Kendisi gibi bir sürü densizi doldurdu eve derdi oğluna. Neyseki misafirlerin yüzüne bir şey demiyordu. Onlar geldiğinde Sinan bey hemen bir tatil oteli ayarlayıp karısını da alıp oraya gidiyor böylelikle annesinden uzak kalıyorlardı.

Sinan’ın takvim takibi konusunda çok güçlü bir zihni vardı. Hiç bir şeyi unutmazdı. Olayları tarihleri ile hatırlar, hiç bir özel günü boş geçmezdi. Suna’ya daima değerli hissettirirdi onun bu özelliği. Hayranlık duyardı ayrıca onun zeka ve yeteneklerine. Hatice hanıma kızıyordu ama Sinan gerçekten çok özel bir adamdı. Zeki, başarılı, olgun, mütevazı ve ince düşünceli.

“Allah’tan kocan böyle!” derdi kuzeni, “Yoksa bu Hatice hanım tek başına yutulmaz!”

Sinan’ı herkes severdi gerçekten. Uzlaşmacı ve uyumludu. Sakin sakin konuşurdu her zaman. İnsana garip bir güven duygusu verirdi bu hali. Doktor olarakta hastaları çok güvenirdi ona bu yüzden. Babası görev yaptığı hastanenin kurucularındandı ama Sinan gerçekten elde ettiği başarıyı kendi emeğiyle kazanmıştı. Zaten sırf okulunun bitirebilmek bile bir başarıydı bu mesleğin. Babanın mesleği olmasının hiç bir faydası yoktu evlada.

Suna’da ailesinden kalan mirasın bir kısmı ile eczane açmıştı kendine. Kurum eczanelerinin yorucu olacağını söylemişti Sinan bey. En iyisi kendi eczanesi olmasıydı.

Yanında çalışan iki genç vardı. Doğukan ve Firuze. Doğukan yeni mezun olmuştu. Firuze ise henüz stajyerdi. Eczaneye yardımcı almak için ilan astığında ilk ikisi gelmişlerdi el ele. Bıcır bıcır harika gençlerdi ikisi de, çokta çalışkandılar. Onları görür görmez kanı kaynamıştı Suna’nın. Hemen camdaki ilanı çıkarıp başlatmıştı ikisini birden. O zamanlar Doğukan’da öğrenciydi daha. Sinan bey de çok sevmişti bu tatlı gençleri. Firuze mezun olduktan sonra evleneceklerdi öyle planlıyorlardı. Daha doğrusu Doğukan öyle planlıyordu ama Firuze evlenmesekte olur diyordu. Sevmediğinden değil, evlilik kurumuna karşı düşünceleri olduğundan.

“Kendisi gibi densizleri doldurdu eczaneye!” demişti Hatice hanım bu konuşmaları duyunca. Allah’tan Suna ne dediğini anlamadan kaş göz edip annesini susturmuştu Sinan bey.

Suna gününü ezcanede geçirdiği için Hatice hanımla çok vakit geçirmek zorunda kalmamıştı yıllardır. Kocasının da kendisimi de nöbet günleri oluyordu zaten arada da. Suna’nın ezcanede nöbete kalmasına da bozuluyordu Hatice hanım.

“Eve zaten faydası yok bir de sabaha kadar dışarıda kalıyor!” diyordu.

“Anne ben de sürekli nöbete kalıyorum. Bizim işimiz böyle!” diyordu Sinan bey ama Hatice hanım için Suna’nın yaptığı her şey hata, oğlununkiler ise öve öve bitirilemeyecek başarılardı.

Kolay değildi cerrah olmak, hem kocası hem oğluyla geçmişti o yollardan Hatice hanım. Kocasının bile yıllarca kitaplar okuyup çalışmaya devam ettiğini bililirdi. Kutsal meslekti zaten doktorluk. O da iyi yetiştirmişti tabi oğlunu. Kendisinin ortaokul mezunu bile olamadığından bahsetmezdi kimseye. Zaten kadınların değil erkeklerin okuması gerektiğine inanıyordu o. İşini bırakıpta evini düşünmeyen kadınların hali ortadaydı işte, bir çocuk bile doğuramıyorlardı kocalarına!

(devam edecek)

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s