Yangın yeri – Bölüm 4

Feyza tüm masraflara ortak olmak koşulu ile Zeynep hanımın evinde yaşamayı kabul etti. Zaten daha iyi bir seçeneği de yoktu elinde. İkisi de çok konuşan insanlar olmadıkları için aynı anda evde olsalar bile birbirlerinin farkına bile varmıyorlardı çoğu zaman. Küçücük evin içinde bir şekilde iki ayrı dünya kurabildiler. Garip bir şekilde birlikte sessizce oturmaktan son derece memnundular.

Feyza önce geçici bir kaç iş buldu, daha sonra bir emlak firmasında sekreterlik yapmaya başladı. Üniversite sınavına girmemişti ama girmeyi düşünüyordu. Eline az da olsa para geçmeye başlayınca Zeynep hanıma kira vermeyi teklif etti, o kabul etmeyince evin masraflarına katılmaya başladı.

Bazen merak ettiği işin yurt ile ilgili sorular soruyordu kadıncağıza ama o fazla bir şey anlatmadan geçiştiriyordu soruları. Zeynep hanım yaşı çok ileir olmamasına rağmen, yaşının çok üzerinde görünüyordu. Zor bir hayat yaşadığı her halinden belliydi. Belki de bu yüzden sempati duymuştu Feyza’ya ama zaten o yurtta kalan hiç bir çocuğun kolay bir hayatı olmamıştı.

İlk hafta Feyza’nın karanlıktan korktuğunu farkedince, hemen gidip bir gece lambası almıştı. İlk gece uyumak için ışıkları söndürünce onun bir şeyler mırıldandığını duymuş ama ne olduğunu anlayamamıştı Kızın huyunu bilmediği için sayıkladığını düşünmüştü. Sonra ertesi gece yine aynı şey oldu ve ertesi gece yine. Feyza’da kadıncağızın düzenini bozmak istemediği için karanlıktan korktuğunu söylememiş biraz da utanmıştı. Bodrumda geçen o korkunç geceler geliyordu aklına. Aslında kazadan sonra hafızası tam olarak işlemiyor gibiydi ya da her şey çok geçmişte kaldığı için silmişti zihni bir kısmını. Korktuğu zaman “Bir, iki, üç” diye saydığını unutmamıştı hiç bir zaman. Yurtta kaldığı zamanda ne zaman kendini kötü hissetse saymaya başlıyordu.

Zeynep hanımın bir türlü anlayamadığı mırıldanmalarda bu sayılardı aslında. Dördüncü gece kızın ne söylediğini anlamasa da ışıklar kapandıktan sonra yaptığını farkettiği için gidip bir gece lambası almıştı. Feyza o gece ışıklar kapandıktan sonra içerinin kapkaranlık olmadığını görünce rahatlamış ve günlerin yorgunluğu ile hemen derin bir uykuya dalmıştı. Zeynep hanım anlamıştı o zaman mırıltıyı gerçekten karanlığın tetiklediğini. Sabah uyandıklarında Zeynep hanımın jestini farkedebilmişti Feyza ancak.

“Teşekkür ederim” diyebilmişti mahcup bir şekilde.

Zeynep hanım kızın her korktuğunda veya kötü hissettiğinde mırıldandığını öğrenmişti sonradan, hatta bu mırıltıların sayılardan oluştuğunu da anlamıştı ama sormamıştı nedenini. İkisininde sorulamdan anlatmak huyu yoktu, ve ikisi de hiç soru sormuyorlardı.

Feyza’nın eve taşınmasından yaklaşık bir buçuk yıl sonra Zeynep hanım yurttaki işinden ayrıldı. Emekli maaşı vardı zaten, Feyza’da artık masrafa ortak olunca çalışmasına gerek kalmadığını düşünüyordu. Aslında yorgundu, sağlığı da düzenli bir işe gitmesine pek imkan vermiyordu artık. O sene Feyza’da üniversiteye girebilmek için ders çalışmaya başlamıştı. İşten gelince birlikte yemek yiyorlar sonra Feyza derslerin başına geçiyordu. Zeynep hanımda işi bıraktıktan sonra o çalışabilsin diye gelmeden yemekleri hazırlıyor, o çalışırken de çıtını çıkarmadan kitap okuyordu.

Feyza onunda ara sıra ağladığını görüyordu böyle zamanlarda dayanamıyor gidip kadıncağızın boynuna sarılıyordu. O da hiç bir şey söylemeden ona karşılık veriyor iki yaralı ruh birbirlerine merhem olmaya çalışıyorlardı. Bazen de Feyza’nın aklına geliyordu bir şeyler. O zaman da Zeynep hanım aynını yapıyordu.

Feyza iki yıllık bir üniversite kazandı o yılın sonunda ve iki yılda da başarı ile mezun oldu. Artık en azından bir önlisans diplomasına sahipti. Çalıştığı emlak şirketinde de işi epeyce öğrenmiş, başka bir yere geçerek doğrudan satış işine girmişti. Artık başarılı satışlardan primde aldığı için eline geçen para daha fazlaydı.

Hayat Feyza için böyle iyi gitmeye başlasa da Zeynep hanımın sağlığı her geçen gün biraz daha bozulmaya başlıyordu. Feyza işteyken veya okuldayken doktora gittiğini söylüyordu ama hastalık bir türlü gerilemediği için Feyza bundan şüphe duymaya başlamıştı. Hastalık ilerledikçe Zeynep hanımın gözyaşları da daha çok görülmeye başlamıştı. Kadıncağızın içinden atamadığı veya çözemediği büyük bir acısı olduğu belliydi ama Feyza bir türlü soramıyordu.

Bazen kendi yaralarının kanayacağından korktuğu için soramadığını düşünüyordu kendi kendine. Bazen ise ona bunca iyiliği yapan insanın istese onunla paylaşacağını düşünüp sormamanın daha iyi olacağına karar veriyordu. Zeynep hanımın en çok verdiği tepki gülümsemekti sorulara. Yurtta daha onunla yakın olabilmek için epeyce çaba sarfettiğini düşünmüştü Feyza taşındıktan sonra. Bu yapıda bir kadının içine kapanık bir çocuğun dünyasına girmesi gerçekten kolay bir şey değildi. Sınırlara saygı gösteriyordu belki, belki sınırlara saygı istiyordu şimdi ise. Her şekilde bir şey durduruyordu Feyza’yı sormaktan.

Bir akşam kadıncağız kötüleyince panik halinde ambulansı aradı ve o geceyi hastanede tahlil ve tetkiklerle geçirdiler. O gece Zeynep hanımın uzun süredir sinsi bir hastalığın pençesinde olduğunu öğrendi. Hastalık aslında çok uzun süredir vardı ama yavaş yavaş kadıncağızı tüketip bu hale getirmişti.

Doktorun söylediğine göre hastalık tedavi edilip iyileşen bir hastalık değildi. Ancak ilerlemesi yavaşlatılabiliyordu. İlaçların sağladığı yavaşlama bu zamana kadar idare edebilmiş artık yaşamını ciddi olarak etkileyecek noktaya gelmişti.

“Bundan sonra ne olacak?” demişti Feyza endişe içinde

“Yavaş yavaş ilerlemeye devam edecek!” demişti doktor sakin bir sesle.

“Ne zamana kadar?”

Zeynep hanım gibi gülümsemişti doktor. O zaman sorduğu sorunun anlamsızlığını anlamıştı Feyza’da. Geçmeyen bir hastalık ne zamana kadar ilerleyebilirdi ki? Düşünmek bile istemediği bir şeydi bu.

“Bir yurt var!” demişti akşam eve geldiklerinde Zeynep hanım, “Benim maaşım oraya yatmama yetiyor. Senin bu evde yaşamaya devam etmeni istiyorum.”

“Nasıl yani?”

“Bu hastalık ilerleyecek, bakıma ihtiyacım olacak noktaya geleceğim ve bu bakımı yapacak kişi asla sen değilsin çocuğum!”

“Yapabilirim!”

“Hayır beni dinle, bir süre daha yaşayabilirim burada seninle ama sonuna kadar olmaz. Bunu kabullenmen gerek. Sen hayata yeni tutundun daha, şimdi her şeyi bırakıp hasta bir kadınla bu evde hepsini yok sayamazsın. Yeniden yaşamak için benim ölmemi mi bekleceksin? Ne için?”

“Ama…”

“Aması yok, hayat yeterince acımasızken, birde birbirimize bu acımasızlığı yapamayız öyle değil mi? Sonuçta çaresiz değiliz. Yurt gerçekten iyi bir yer merak etme. Yazıldım ama zaten hemen yer çıkmıyor. Beklemem gerek. Bir yıla kalmaz dediler!”

“Bu ev sizin ama?”

“Evet ev benim bu yüzden yaşamaya devam etmeni istiyorum. Eğer ben ölürsem ev oğluma kalacak. Bunu şimdiden bil ki sonradan şaşırma!”

“Bir oğlunuz mu var?”

“Bu evin yarısının sana kalması için tapuya şerh koyduracağım! Ev ikinizin olacak!”

“Hayır bu benim hakkım değil!”

“Feyza! Hayat sana hakkın olan neyi verdi çocuğum? Lütfen olanı da geri çevirme!”

(devam edecek)

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s