Gönül kapısı – Bölüm 3

Sahil boyunca yerleştirilmiş bir kaç şemsiye ve altlarındaki şezlonglar hemen arkalarında çardak altlarına açılmış küçük lokanlatalara aitti belli ki. Bazı şezongların arkalarına yağlı boya ile işletmelerin adı yazılmıştı. Onların biraz ilerisindeki şemsiyelerin altlarında şezlong yoktu. Bir kaçına havlusunu taşların üzerine sermiş aileler yerleşmişti. Bir tanesinde ise katlanan sandalyelerden birini açmış oturan genç bir adam vardı. Ayaklarını uzatmış elindeki kitaba  dalmış gözüküyordu.

“Akıllıca!” dedi kendi kendine. Uçakla gelirken böyle bir sandalye getirmesi mümkün değildi elbette ama en azından otel böyle bir sistem geliştirebilirdi. Plaja inan müşterilere portatif sandalayeler vererek hiç değilse bir konfor sağlayabilirlerdi. Hatta odanın önündeki sandalyelerden en az biri böyle olsa, isteyen alıp plajada getirebilirdi belki.

“Yaşlanıyor muyum acaba? Düşündüğüm şeylere bak!” diyerek boş şemsiyelerden birine doğru yürüdü. İki yıldır güneş görmeden bedenini birden bire yaz sıcağının altına çıkarmaya hiç niyeti yoktu. Zaten ne kadar korunsa da özellikle yüzünde bir dolu çil çıkıyordu güneş yüzünden. Plaj çantasından havlusunu çıkarıp diğerlerinin yaptığı gibi taşların üzerine serdi. Çantayı yere bırakıp havlunun üzerine oturması ile kalkması bir oldu. Taşlar o kadar ısınmışlardı ki havludan bile yakmışlardı bacaklarını.

Can havliyle kalkınca diğerleri ona bakıyorlar mı diye gözlüklerinin arkasından kontrol etti etrafını. Aileler kendileri ile meşguldüler. Sandalyede oturan genç adam ona bakıyordu sadece.  Kurulanmak için getirdiği ikinci havlusunu da çıkarıp diğerinin üzerine serdi ve yeniden oturdu.

Kendinden emin bir şekilde yürüken ayağı takılıp tökezleyen insanlar nasıl bir anda özgüven kaybına uğrarlarsa, öyle hissetmişti bir an için. Aslında daha önce kendi başına hiç tatile çıkmamıştı. Bütün tatillerini ailesi veya arkadaşları ve onların aileleri ile geçirmişti. Bu ana kadar özgüveni ile ilgili bir sorun olmasa da bir anda kötü hissetmişti kendini işte. Elbette genç adamın meraklı bakışlarının bundan payı vardı.

“Aman ne olacak sanki?” dedi sonra kendi kendine ve oturduğu yerde plaj elbisesini çıkarıp, çantasından güneş kremini buldu ve kremlenmeye başladı.  Taşların üzerine doğrudan oturmak pek konforlu gelmemişti ama eldeki malzeme buykende ilk günden moral bozmaya gerek yoktu. Otelin içinde bir yerlerde plaj hasırları gördüğünü hatırlıyordu. Belki yarın onlardan birini ödünç alıp gelebilirdi.

Kremlenmesi bittikten sonra bir süre çekmesi için bekledi ve denizi seyretti. Güneşin en tepede olduğu saatlerdi ve denizin üzerinde harika bir gökyüzü mavisi vardı şu an. Dümdüz olduğunu söyleyemezdi ama suyun üzerindeki hareketin rutinliği baktıkça insanın ruhunu dinlendiriyordu gerçekten. Kremin çektiğine kanaat getirince denize girmek için kalktı. Taşların sıcaklığını az önce deneyimlediği için terliklerini çıkarmadı. Eşyalarını burada bırakacaktı şimdi denize girince. Cep telefonu ve cüzdanı çantasının içindeydi. Bir an kararsız kaldı ayakta. Arkasını dönüp bakmak istedi ama genç adamla yeniden göz göze gelmek istemediği için doğrudan denize yürüdü. Yüzerken yüzünü bu yana çevirise çantasını görebilirdi. Oturduğu yerden denize varana kadar aklından uçup gitti çanta zaten. Suyun cazibesine  kapılmıştı çoktan. Denizin bir kaç metrede hızlıca renk değiştirmesine bakılırsa birden derinleşiyordu. Neyseki yüzme ile ilgili bir problemi yoktu. Turhan bey ona daha okula gitmeden önce öğretmişti yüzmeyi. Bu yüzden sanki kendini bildi bileli yüzüyormuş gibi gelirdi çoğu zaman. Sanki öğrenmemişte hep biliyormuş gibi. Terliklerini çıkarıp ayaklarını bileklerine kadar denizin içine soktu.

“Harika!” dedi kendi kendine.

Oyalanırsa giremeyeceğini bildiği için hızla ileri atıldı ve daldı suyun içine. Bir anda hissettiği o serinliğin değeri hiç bir şeyle ölçülemezdi gerçekten. Eski dost olan tuzlu su onu kucaklayıvermişti sanki hasretle. İçine çocukluğunda olduğu gibi tarifsiz bir mutluluk oldu. Bir kaç kez dalarak iyice tadını çıkardı suyun.

Gözlerini kapatarak sırt üstü uzandı ve bıraktı kendini suyun kucağına. Kolları ve bacakları büküldü hafifçe. Bedeninin tüm ağırlığı yok olmuştu birden bire. Var olmamak ya da su ile bütün olmak gibi bir duyguydu bu. Gözleri kapalı olmasına rağmen göz kapaklarından dolan ışığı hissedebiliyordu. Açık saçları başının etrafında bir o yana bir bu yana gidiyorlardı suyun dalgasına göre. İşte burada su ve gökyüzünün arasında yok olmuştu şimdi. İkisinin de parçasıydı artık. Gökyüzünün rengini alan su, karşılığında yüzenlere uçma deneyimi yaşatıyordu sanki.  Bir süre bu pozisyonda kaldıktan sonra düzeldi. Tam sahile doğru yüzecekti ki, sandalyeli genç adamın az ilerisinde olduğunu gördü.  Gülümsedi adam.

“Yanlız başına tatile gelen kadınlara asılan o pis adamlardan mı acaba?” diye geçirdi içinden.  Hiç öyle birine benzemiyordu ama son günlerde gazetelerde yazılan olaylardaki adamlarda hiç öyle adamlara benzemiyorlardı. Tüm imajlar aldatıcıydı artık bu yüzden.  Kafasını çevirip yüzmeye başladı sahile doğru ve çıktı denizden.

Bir duş bakındı ama göremedi. Doğrudan şemsiyesine gidip havlunun birine sarındı ve üzerinde o varken oturdu diğerine. Taşlar gerçekten rahatsız ediciydi oturunca. Biraz sonra genç adamda çıktı denizden ve o da şemsiyelere doğru yürümeye başladı. Lale hemen çantasını alıp içinde bir şeyler arıyormuş gibi yaptı ona bakmamak için.

Biraz sonra onu da unutmuş çantasından çıkardığı kitaba dalmıştı çoktan. Neyse ki hafif bir rüzgar başlamıştı. Arada biraz serleşecekmiş gibi yapsa da, hemen sakinliyordu. Bu plajın öğleden sonra rüzgarlı  olduğunu yazmışlardı okuduğu yorumlarda. Gerçekten yarım saat sonra rüzgarın hızı biraz daha arttı. Rahatça okuyabilmek için kitabın sayfalarını tutması gerekiyordu.  Havlunun üzerine yüz üstü uzanıp okumaya çalıştı kitabını. Taşlar yüzünden bu da pek rahat olmamıştı ama en azından rüzgara karşı kitabını daha sağlam tutabiliyordu şimdi. Tam yerleşip devam edeceği sırada nereden geldiğini anlayamadığı bir şey gelip çarptı yüzüne. Başını kaldırdığında az önceki genç adamı gördü karşısında. Rüzgar yüzünden sandalyenin kenarına koyduğu kitap uçuvermişti birden. Daha ne olduğunu anlayamadan da gelip Lale’nin yüzüne yapışmıştı.

“Çok özür dilerim!” dedi adam, “İyi misiniz?”

“Evet, bir şeyim yok!” dedi Lale oldukça ciddi ve sert bir tonlamayla.

Genç adam da bu tonlamanın üzerine bir şey diyemedi. Kitabını aldı ve tedirgin bir şekilde gitti sandalyesine.

“Çok mu sert oldu acaba?” dedi Lale içinden, “Neyse iyi yaptım!” diyerek kendini takdir etti sonra. Neydi bu sahile geldiğinden beri bu genç adama ilgisi böyle. Alisa’nın yol boyunca Berke ve aşklarından bahsetmesinden mi etkilenmişti acaba? Bu güne kadar çok ciddi bir ilişkisi olduğu söylenemezdi. Öyle büyük bir aşkta yaşamamıştı hani? Şimdi tatilin rehaveti ve Alisa’nın verdiği gazla gönlü heyecan mı aramaya başlamıştı yoksa?

“Daha neler? Buraya eğlenmeye değil dinlenmeye geldim ben!” dedi kendi kendine nasihat eder gibi. Bu taşlar da ne rahatsızdı böyle?

Birden bire odaya dönmeye karar verdi ve hızla toplanıp kalktı şemsiyenin altından. Odada klimayı açıp kitap okumak bu taşların üzerinde oturmaktan daha keyifli olacaktı. Ayrıca suyun tuzu yüzünden kaşınmaya başladığı için duş alması gerekiyordu.

(devam edecek)

 

 

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s