Serap’ın bir anda yeniden ateşlenip solunum yetmezliği çekmesi ile başlayan yirmi dört saatlik sürecin sonunda ne yazık ki küçük kız daha fazla mücadele edemedi ve ayrıldı aralarından.
Gülşen duyar duymaz yığıldığında Utku kucakladı onu. O da buz kesmişti Serap’ın artık bu dünyada olmadığını duyunca. Levent ne yapacağını şaşırmıştı Utku’nun kollarındaki Gülşen’e bakarak. Onun için dünyayı yakardı ama şimdi kız kardeşini geri getirmesi mümkün değildi. Doktorun elinden geleni yaptığından emindi ama bu hastaneye o getirmişti Serap’u bu yüzden ekstra bir sorumluluk hissediyordu. Haftalardır küçük kızın aralarına döneceğine dair kurdukları hayaller yıkılıp gitmişti hepsinin.
Gülşen’in itirazlarına rağmen Feryal gidip annelerine haber verdi Serap’ın öldüğünü.
“Kurtulmuş!” dedi kadın, “Babasına kavuşur! Keşke hepimiz geberip gitsek bu dünyadan!”
Feryal kalakaldı kapıda öylece. Çocuğun cenazesi ertesi gün kaldırdılar hep birlikte kendilerinden başka kimse yoktu cenazede. Annesi bile çıkıp gelmemişti. Gülşen haberi aldığından beri kendine gelemiyordu bir türlü. Kolonyalar, sular zor tutuyorlardı ayakta onu. Cenazeden sonra bir doktora götürmeye karar verdiler. Utku neredeyse hiç konuşmuyordu artık. Ferhat ise sürekli ağlıyordu. Diğerleri ne yapacaklarını bilemez haldeydi iyice.
İlk bir hafta hepsi için korkunç gençti. Gülşen daha iyiydi artık. Ferhat ve Feryal’i evde Gülşen’in yanında sürekli ağlamamaları için tembihlemişlerdi. Feryal’in getirdiği bez bebeği saklamak isteselerde Gülşen kardeşi gibi ona yapışmış bırakmıyordu. Levent evdekileri boş verip kalmıştı kızların yanında dört beş gün. Diyecek tek bir sözü, tesellisi olmayınca ancak bu gelmişti elinden.
Cenaze işlemleri, Gülşen’in doktor masrafları derken biraz daha eksilmişti paradan. Şimdi sırası olmadığını biliyordu Levent ama bir yola çıkmışlardı ve kalanları düşünmek zorundaydılar. Ayrıca Gülşen burada kaldığı sürece kardeşinin anılarından asla kurtulamayacaktı.
Erkekleri toplayıp konuştu onlarla. Bu defa kızlara söylemeden bir soygun daha yapacaklardı. Aldıkları para ve kalan parayı birleştirip bir gece kondu alabilirleceklerini umuyorlardı. Bu bölgede, yamacın diğer tarafında bir sürü yer vardı yıkık dökükte olsa kendilerine ait olurdu. Yetmezse adama paranın bir kısmını üç dört ay sonra getireceğiz deyip, bir soygun daha yaparlardı. Önemli olan Gülşen’i bir an önce çıkarmaktı şimdi bu evden. Böylece üvey annesinin tehditerinden de kurtulurdu tabi. Söz vermişti onu tutacaktı ama bundan sonra başka gebeliği kalmayacaktı ona. ”
Çıkarttırırım sizi o evden!” diyerek yaptırdığı şeylerin bir hükmü olmayacaktı en azından. Hatta Levent o eve geri bile dönmeyecekti belki. Hep Gülşen’in yanında kalabilecekti o zaman.
Çocuklar kızlara ve Ferhat’a söylemeden bir soygun daha yaptılar böylece. Bu defa yakalanmanın eşiğinden dönmüşlerdi. Kan ter içinde gece yarısı gece konduya koşunca, evdekilerde panik olmuşlardı ne oluyor diye.
Yusuf taşıdığı çantaları ters çevirip gece kondunun zeminine parayı dökünce şaşkınlıktan ne diyeceklerini şaşırmışlardı.
“Tam tamına iki yüz bin lira!” diye ekledi Murat ardından.
Gülşen hariç hepsi sevinçten havalara uçtular. O henüz kardeşi olmadan bir şeye sevinecek ruh halinde değildi.
“Senin için!” diye fısıldadı Levent kimseye duyurmadan yanına oturup. Elini tuttu kızın, “Gideceğiz buralardan!”
Cevap vermedi Gülşen. Duymamış gibi dalmıştı gözleri yerde bir noktaya. Onun bu hali diğerlerinin de sevinçlerini çabuk bastırmalarına neden oldu. Parayı döşemenin altına saklayıp. Dağıldılar evlerine.
“Yarından sonra iş çıkışı herkes dağılsın ev arasın bize!” dedi Barış hepsine.
Gülşen ağladı sabaha kadar yine.
“Serap iyileşip gelseydi o zaman gitseydik buralardan!” diye hıçkırdı durdu.
Feryal ve Ferhat onun hıçkırıklarını duyarak yattılar bir şey diyemeden. Ne denirdi ki böyle bir acıya. Nasıl merhem olunurdu bilmiyorlardı. Çok acı görmüşler kısacık hayatlarında çok şeye göğüs germişlerdi ama kardeş acısı hiç tatmamışlardı. Serap hepsinin kardeşiydi elbette ama Gülşen’in kalbi kadar yanamazdı onlar.
On beş günün sonunda bahçesi de kocaman bir gece kondu daha buldular arabayla yarım saat uzakta bir yerde. .Bu mahallede saklanmaktan da kurtulacaklardı böylece. Bu evdeki sağlam eşyaları el arabaları ile taşıdılar iki günde oraya. Soygundan gelen para tam gelmişti evin ücretine. Artık kendi evlerinde kimseye hesap vermeden yaşamaları mümkündü işte. Bahçeyi de istedikleri gibi ekip biçerlerdi. Duvarla çevrilmiş, dışarıdan görünmeyen bir bahçeydi. Üçte meyve ağacı vardı. Köpekleri de orada bırakmaya içleri el vermediğinden onları da alıp getirdiler yeni evlerine. O mahallenin köpekleri bundan hoşlanmayınca da bahçede birer yer yaptılar hepsine. Bir hafta her gece havladılar karşılıklı göz dağları vererek ama sonra hepsi alıştı birbirine hatta diğerleri de bahçeye gelmeye başladılar.
Ev değişikliği tahmin ettikleri gibi Gülşen’de daha olumlu bir etki yaratmıştı. Bahçeyi o kadar sevmişti ki uyku saatine kadar kendini ağaçların altında oyalıyordu neredeyse. Feryal burada da temizlik ve yemeğe girişti yine. Ferhat artık işi öğrenmişti ama diğer çocuklardan bir kaçı daha ailesini bırakıp eve taşınınca çocuk bir başına altından kalkamaz diye düşünmüştü
İşe yeniden başlamakta iyi gelmişti Gülşen’e. Levent kozunu kaybettiğini düşünüp başka pislikler yapmasın diye şimdilik hiç bahsetmemişti gece konduyu boşalttıklarından üvey annesine. Üniversiteyi bitirene kadar onlarla yaşaması gerektiğine karar vermişti. Ondan sonra mesleğini yaparken zaten iyi kazanacağı için Gülşen ve diğerlerine daha fazla yardımı olabilirdi. Ondan sonra terkederdi bu evi.
Dört beş ay sonra hayat yine normale dönmeye başlamıştı. Kemal, Barış ve Derviş’de yeni evde kalıyorlardı artık. Ötekiler biz hemen gelmeyelim demişlerdi. Hepsinin birden mahalleyi terkedip gitmesi dikkat çekerdi zaten. Çocukların evden kaçtığını düşünüyordu aileleri. Bir arada olduklarından haberleri yoktu. Çalışanların aileleri bozulmuştu bu işe gelir eksildi diye ama öte yandan boğaz da eksildiği için fazla ses etmiyorlardı. Henüz ailelerinin yanında kalanlar haberleri getiriyorlardı yeni evlerine de.
Murat o akşam heyecanla geldi eve ; “Mürşide ablayı gördüm Feryal. Eve dönmüş galiba!” dedi hemen.
Feryal sevinçle bir çığlık attı.
“O ablam ya nihayet! Gidip göreyim hemen!”
“Ben de geleyim seninle kapıda beklerim!” dedi Murat, kızın babasının huyunu bildiği için yanlız göndermek istemiyordu. Kızları koruyacaklarını ant içmişlerdi kendi aralarında son soyguna gittikleri gün. Ne olursa olsun onlar en önemli emanetleriydi.
“Tamam!” dedi Feryal, “Zaten girip saatlerce kalacak değilim! Ablamı görüp ayrılacağım yine evden!”
Böylece Feryal ve Murat beraber döndüler mahalleye, diğerleri de evlerine gittiler. Murat kıza söz verdiği gibi kapıda beklemeye başladı. Kapıyı Feryal’in annesi açtı, şaşırdı kızını görünce ama hemen içeri aldı tabi.
“Ablam nerede? Geri gelmiş!” dedi heyecanla Feryal.
“Kocası geldi aldı!” dedi annesi başını öne eğerek.
“Gönderdiniz mi sizde?”
“Ablan geldi çok ağladı dayanamıyorum diye. Ben kalsın diye çok ısrar ettim ama kocası geldi gene para verdi babana, o da yolladı kızı geri!”
Babası onun sesini duyunca geldi hemen yanına.
“Anca ablan için geliyorsun değil mi hayırsız!” dedi ters ters kızına.
“Ne oldu paran bitti beni mi satacaksı yoksa?” dedi Feryal’de altta kalmayarak. Az önce duyduklarına çok sinirlenmişti.
(devam edecek)