Haşim ağa, Mehmet ağanın bu tehdidini acısına vermişti. Cemil gideli bir yıl olmuştu ama evlat acısı ömre sığacak bir şey değildi. O yüzden karşılık vermeden girdi içeri.
“Ne yapacağız?” dedi karısı Miyase.
“Biz ahdimiz bozmadık Miyase, oğlan öldü, garibin rızkı o kadarmış. Bizden değil. O kadar başlık parasını geri mi çevireyim şimdi?”
Gülnur’un kanı donmuştu babasının son sözüne. Zaten biliyordu Cemil’in üzerine para için verildiğini ama böyle alenen duymak iyice kötü hissettirmişti şimdi. Ne Cemil’in, ne Gülnur’un önemi vardı aslında. Cemil gittiyse yeterli süre geçince parayı çok verene verilebilirdi. Cemal’e verilirse bedavaya gidecekti çünkü para değil dostlık için olacaktı Cemil ile evlilik. Haşim ağa şimdi daha iyi bir teklif almış evlilik yaşı geçen kızını bolca paraya verecek kapı bulmuştu.
Miyase hanım farketmişti kızının duyduğunu. Başıyla “İçeri geç!” diye işaret etti ona. Babası bu suratını görürse hıncını ondan alırdı şimdi. Mehmet ağaya ses edemediği için hırslanmıştı belli ki.
İki gün sonra gelecekti yeni dünürler. Haşim ağanın kızı vermekten vazgeçmeyeceği köyde duyulunca Mehmet ağa bu defa yeniden haber yolladı.
“Gülnur bu köyün sınırından çıkar, Mehmet ağanın evinden gayrı bir yere gelin giderse kan çıkar!”
Camal dellenmişti diğer evde de, tam da üniversite sınavına gireceği sıra çıkmıştı bu mevzu şimdi. Rahmetli ağabeyinin Gülnur’a nasıl aşık olduğunu da biliyordu.
“Babam ne söylüyor ana? Ben nasıl o kıza el süreyim ağabeyimin ardından! Okuyacağım diyorum ben size anlamıyor musunuz? Evlenmeyeceğim ne onunla ne da diğeriyle!”
Sakine hanım da oğlunun acısını atlatamamıştı bir yıl geçse de, Cemal’in direnmelerini, söylenmelerini anlayacağına ailesinin hakkı görüyordu Gülnur’u. Cemil’in emaneti o bizim gelinimiz olacak, ailemizin namusu diyordu tıpkı Mehmet ağa gibi. Aklı ermiyordu bir oğlunu Allah almışken, diğerini de kendi eliyle yakacağını.
“Töreniz batsın!” deyince anasından okkalı bir tokat yedi on sekiz yaşında gelmiş koca Cemal. Dönüp odasına çekip gitme planları yapmaya başladı kendi kendine. Ağabeyi öldüğünden beri üstlerine varmıyor, ağabeyinin acısını o da göğsünün üzerinde bir hançer gibi taşıyordu ama. Şimdi anası babası eliyle o hançeri çevrilip çevrilip ciğerini söküyordu göğsünden. Cemil sağ olsa o da derdi “Töreniz batsın!” diye. Hiç mi vicdanları, hiç mi akılları ermiyordu bu insanların töreden ötesine.
Geleneğe, göreneğe, büyük sözüne karşı değildi kimse ama böylesi bir inadın da anlamı niye olsundu. Haydi beşik kertilmişti, nasıl olmuşsa Gülnur’la Cemil’e kader yardım etmiş birbirlerine gönül vermişlerdi. Kader kürekle verdiğini geri almaya kalkınca Cemil’in canı gitmişti. Verilen sözü tutmanın yolu olmadığına göre iki kişinin arasından çıkarıp aileye miras edilir miydi bu mevzu. Cemal tutulmayan sözlerin borcuna mı gelmişti dünyaya. Onun istekleri ne olacaktı.
Gülnur abla dediği kızın koynuna ne yüzle girecekti. Gülnur onu nasıl kabul edecekti. Bu büyükler diretip bunları ağabeyinin mezarına bakan o eve tıkaladıkdan sonra içeride ikisi ne edecekti? Birbirlerinin yüzüne nasıl bakacaklardı. Cemil’in mezarına her gün baka baka nasıl yaşayacaklardı bu utançla.
“Cemil nasıl gittiyse ben de alır başımı giderim o zaman!” dedi Cemal içinden, “O zaman bakalım kime alacaklar gelinlerini. Nasıl paklayacaklar namuslarını?”
“En iyisi öldüreyim kendimi!” diyordu Gülnur’da karşı evde. Öyle ya da böyle ya Cemal’e ya parayı verene vereceklerdi onu. Çocukluğundan beri kurduğu Cemil dolu hayallerden sonra nasıl başkasının olsundu. Hele onun kardeşinin olmasından büyük ihanet olur muydu sevdiğine.
Anasına biraz bahsedecek oldu. Miyase hanım gözlerini devirdi kızın üzerine.
“Ne zamandan beridir kızların paşa gönlüne kalmış bu işler?” dedi kendisinin de bir zamanlar gencecik bir kız olup istemediği halde Haşim ağaya başlık parasıyla verildiğini unutup.
Diyecekti Gülnur, dilinin ucuna geldi ama bunun karşılığının güzel bir sopadan başka olmayacağını bildiği için sesini çıkarmadı. Kaçsa gitse gidecek yeri yoktu. Güveneceği inanacağı biri de yoktu ailesine. Ablaları, ağabeylerine sığında kolundan tuttukları gibi getirirlerdi geri baba ocağına. Üzerine bir de sopa yerdi anasından babasından. Gülsüm’e güvenirdi en çok ama onun o dayakçı kocasının ne yapacağı belli olmazdı. Hem Gülsüm’ü döver hem de Gülnur’u paketlerdi baba evine. Düşündü, taşındı bir çıkar yol bulamadı.
“Kendimi öldüreyim en iyisi!” dedi yine durup durup.
Dili varsa da, eli varır mıydı onu bilmiyordu daha. Neyle öldürecekti ki kendini hem. Odanın tavanına asmıştı o küçükken köyden bir kadın kendini. Koca dayağından bıkmış dedilerdi. Sonra aklını oynatmış ondana çevirdiler. Koca dayağından değil de kendiliğinden yani. Şimdi anlıyordu bir şeylerin nasıl sürekli saklanıp gizlendiğini. O zaman çocuktu rüyasına girmişti tavandan sallanan kadının bedeni. Çığlık çığlığa uyanmıştı kaç gece. Gülsüm ablası koynuna almış ikna etmişti onu rüyasında gördüğü gibi olmadığına.
Şimdi o da kendini assa bu odanın tavanına kim bilir neler diyeceklerdi ardından.
“Öldükten sonra ne önemi var ki?” dedi kendi kendine.
O kadın kendini asında “En büyük günah! Cennetin kapısından giremez canına kıyan!” dediğini hatırladı sonra anasının.
Ne yeryüzünde ne ahirette cennet mümkün değildi zaten ona.
“Yeryüzünde çekip, ahirette cenneti mi seçeyim o zaman?”
“Ne konuşuyorsun abla kendi kendine?” dedi Göknar kapıdan kafasını uzatıp. Endişelenmişti onun halini görünce.
Tavandan sarkan kadının nasıl rüyalarına girdiğini hatırladı yeniden Göknar’ın endişeli yüzünü görünce.
“Yok ablası yüksek sesle düşünüyordum dalmışım sen bak dersine!” dedi yumuşak bir sesle
Göknar’ın yüz hatları gevşedi çekti başını kapı aralığından.
Yeğenleri vardı bir de, onlar da Gülnur’un tavandan sarkan halini mi görseydi rüyasında gecelerce.
“Yok başka bir şey düşüneyim!” diye geçirdi içinden sessizce, Göknar kapıda mı diye kontol etti sonra. Dalıpta yüksek sesle çıkıverirse düşünceler ağzından duymasını istemedi oğlanın.
İki gün sonra geldi Gülnur’un yeni görücüleri. Hediyelerle geldiler hem de. Köyde elleri kolları dolu yukarı köyden gelenler dikkat çekti hemen. Mehmet ağanın sinirleri gerildi iyice. Kulağı dışarıda haber bekledi dünürcülerin girdiği evden. Ola ki “He!” desinler versinler kızı dikilecekti karşılarına.
Cemal babasının eli silahında bekleyişini görünce korktu olacaklardan. Bu kadar mı önemliydi bu gelin. Kendi oğlunun canı gittiği yetmez gibi eli belindeki silahında bekleyen bu adam daha başka canları mı alacaktı şimdi? Beşik mi kertmişler kan davasını mı imzalamışlardı bu adamlar. Şimdi kalkıp bir şey dese cinnetin eşiğinde olduğu belli Mehmet ağanın silahının hedefi kim olur bilemedi. Anasına baktı dikip gözlerini. O da sessizce oturmuş gözünü silaha dikmişti. O zaman anladı. Mehmet ağanın eli varmasa anasının eli varacaktı o silaha.
Cemilin gülen yüzü geldi gözünün önüne ciğeri yine delindi.
(devam edecek)
Çok sağolun bu güzel yazılarını için iyiki varsınız ve iyiki yazmışsınız soluksu okudum açıkçası çok güzel . Elinize dilinize yorgun kaleminize sağlık. Yüreğiniz toz tutmasın
BeğenLiked by 1 kişi