Kayıp Mispoya – Bölüm 3

Ortu kehanetteki kurtarıcının tam olarak ne zaman geleceğini bilmiyordu. Kehanet kitaplarında belirgin bir zaman belirtilmemişti. Ayrıca Ortu’nun bu evde ona rastlaması için de kurtarıcının ormana gelmesi gerekirdi. Yıllardır burada yaşıyor olmasına rağmen henüz kimse gelmemişti. Ormanın bu tarafı Karatalya’lılar tarafından pek tekin sayılmazdı. Eskiden Mispoya kamanlarının ibadetlerini burada yaptıkları ve bazı bedensiz varlıkların onlara yardım ettikleri konuşulurdu. O bedensiz varlıkların evi ormanın bu yüzündeydi ve Mispoyalılar dışında kimsenin oraya gelmesini sevmedikleri için ağaç kesmeye  gidenlerin başına hep bir felaket getirip buradan uzak tutarlardı. Karatalya’lılara göre geriye hiç Mispoya’lı kalmadığından ormanın bu kesiminde yaşam sadece bedensiz varlıklara kalmıştı. Kimse buraya yeniden gelmeye cesaret edemiyordu. Gerçekte bunların hiç birisi olmamıştı elbette. Mispoyalılar bu alanı kutsal saydıklarından kendilerinden olmayan insanların gelerek enerjileri ile ormanı kirletmelerini istemiyorlardı sadece. Bu yüzden halkın arasına yayılacak bu hikayeleri uydurmuşlardı. Mispoya kehanetlerine göre ormanın altında mağaralar vardı, ancak bu mağaraların girişi yüzyıllardır kapalıydı ve kimse o kapıları yeniden bulamıyordu. Kurtarıcı geldiğinde hepsi açılacaktı, çünkü o  mağaralardan çıkıp gelecekti. Mağaralara ise nereden geleceği hiç bir kehanette yazmıyordu. O sadece buradakilerin değil zamanlar boyunca yaşamış ve yaşayan tüm Mispoya’lıların kurtarıcısıydı. Hikayelere göre yüzlerce yıl arayla ortaya çıkıyor ırkın çöküşünü sona erdiriyor ve sonra yeniden ortadan kayboluyordu.

Ortu ormandaki eve geleli on yedi yıl olmuştu. Artık otuz dört yaşındaydı ve tek başınaydı. Görevinin önemi ve kutsallığını biliyordu ama yine de bunca zaman ormanda tek başına yaşamak onu yormaya başlamıştı. Biriyle rastlaşsa konuşamayacağından korktuğu için ormanda ağaçlarla konuşmaya başlamıştı. Hatta her birine birer isim vermişti. Her sabah hasta ağaçları ararken onlarla selamlaşıyordu. Giysileri artık parçalandığından ormanda yakaladığı hayvanların kürklerinden kendine ayakkabı ve yelekler yapmıştı. Ailesi epeyce giyecek bırakmıştı eve ama on yedi yıl gerçekten uzun bir zamandı giyeceklerin dayanması için bile. Belki de o ölene kadar burada kalacak ve hiç kimse gelmeyecekti ya da belki kurtarıcı gelemeden o ölüp gidecekti. Sahi o zaman ne olacaktı ki?

Ortu kendi kendine umutsuz bir şekilde bekleyedursun bir gece Nadan’ın kapısı yeniden çalındı. Tıpkı Alya’nın onun kapısına bırakıldığı akşam gibi bir akşamdı ve aynı saatlerdi. Nadan ondan ayrılma zamanının yaklaştığını bildiği için kalbi çarparak kapıyı açtı. Karşısında kapşonlu bir pelerin giymiş bir gölge vardı.

“Nadan zamanı geldi!” dedi derinlerden gelen bir sesle. Bu bir kadın sesiydi ve muhtemelen Mispoyalı bir kamdı.

Nadan onun içeri girmesi için kapıdan çekildi ve kimse gördü mü diye etrafı kontrol ettikten sonra kapıyı hemen kapattı.

“Onu nereye götüreceksiniz?” diye sordu telaşla.

“Onun şimdi almaya gelmedim! Sen onu ormana götüreceksin ama önce şu şişedekini içmesi gerek. Şişeyi içtikten sonra üç gün batımı sayacaksın ve onu ormanda tarif edeceğim yere bırakacaksın!”

“Nasıl yani kızımı ormanda tek başına mı bırakacağım gece  yarısı? Neden buradan almıyorsunuz?”

“Sana onu alacağımızı söyledik. Buna hazır olman gerekiyordu!”

“Ama ormana bırakacaksın demediniz! Ben kesinlikle gece yarısı kızımı karanlık bir ormanda bırakamam. Ben de kalacağım yanında! Hatta o nereye gidiyorsa ben de gideceğim!”

“Nedan! Bu bir oyun değil! Onunla gitmeyi kabul edersen sonra başına gelecekler bizim engelleyebileceğimiz şeyler olmayacak. Biz sadece onu koruyabiliriz. Seni değil!”

“Beni korumanızı istemiyorum zaten, ben kızımı korumak istiyorum. Lütfen yüce kam! Onunla gitmeme izin verin!”

“Üç gün batımı sonunda yeniden görüşeceğiz! Sıvıyı ona yarın sabah içir!”

“Peki ya benim de gelme konum ne olacak?”

“Geldiğimde öğreneceksin!” diyerek kapıyı açıp çıktı kam.

Nedan elinde küçük bir toprak şişe ile kaldı öylece evin girişinde. Mutlaka kızıyla gidecekti kafasına koymuştu! Ancak gecenin bir yarısı ormana gitmeleri için ona ne açıklama yapacaktı onu bilmiyordu.

Ertesi sabah kamın söylediği gibi kızın sütüne ekledi sıvıdan. Tam bir saat sonra Alya çok yorgun hissettiğini söyleyerek odasına dinlenmeye çekildi. Nedan onun bu saatte uyumayacağını biliyordu ki kız zaten yeni uyanmıştı. Ona içirdiği şeyin bunu yapacağını tahmin ettiği için bir şey demedi. Odanın kapısından kızını arada sırada kontrol etti gün boyunca. Alya gün boyu hiç uyanmadan uyudu. Nedan artık odaya girmiş onun başında bekliyordu. O sakin sakin nefes alıyor ve huzurlu bir uykunun içinde gülümsüyordu. Tam üç gün boyunca Alya hiç uyanmadı. Nedan neredeyse panikten kasabanın doktoruna gidecekti ki kam yeniden geldi.

“Onunla gitmene izin verildi Nedan! Yarın gece için hazır ol!”

“O verdiğin ilaçtan beri hiç uyanmıyor kızım!” dedi endişeyle Nedan onu duymamış gibi.

“Uyuması için verdim zaten Nedan! Sakin ol. Onu ormana uyanıkken nasıl götürecektin?”

“İyi ama neden üç gün önceden uyuması gerekti. Hiç bir şey yemiyor böyle, güçten düşecek!”

“Hazırlanıyor! Bir şey olmayacak! Yarın gece yarısından hemen sonra geleceğim hazırlan!” diyerek yeniden gitti kam.

Nadan panikten “Hazırlan!” denilirken neyin kastedildiğini sormayı unutmuştu. Karanlıkta ormanın ortasına gideceklerine göre en azından yanına bir bıçak alsa iyi olurdu. Elbette bir somun ekmek, biraz su ve üşümemeleri için battaniyeler belki. Sonrasında nereye gideceklerini de bilmiyordu. Ormanın içinden birileri gelip onları alacak mıydı acaba? Aklına gelenlerden bir çanta hazırladı. Çanta o kadar büyük oldu ki sonunda vazgeçip biraz azalttı içindekileri, hem Alya hem bu eşyaları taşımaları mümkün değildi zaten. Sahi Alya’yı nasıl taşıyacaklardı. Onu baygın halde evden çıkartırken kimsenin görmemesi gerekiyordu. Ayrıca Nedan ve kızının ortadan kaybolması da kasabada şüphe uyandıracaktı? Geri ne zaman geleceklerdi acaba? Gelecekler miydi?

Nedan sabaha kadar uyumadı hazırlıkları yaptıktan sonra gelen kama kızı ile gitmek için yalvarmaktan sorularını soramamıştı. Yine de onunla gidebileceği için mutluydu. İnsanın büyüttüğü çocuğa bu kadar bağlanabildiğini hep dinlerdi ama kendisi yaşadığında ve ondan ayrılma vakti geldiğinde anlamıştı evladından ayrılmanın zorluğunu. Evladını kaybetmiş bir kaç ebeveyn tanıyordu kasabada ve onlara hep sabır telkin etmişti o güne kadar. Şimdi anlıyordu ki yüreklerindeki yangını ancak şimdi anlayabiliyordu her birinin. Hiç öyle kolay bir şey değildi evlattan ayrılmak. İnsanın canından ayrılması daha kolaydı belki. Evlat için kendi canını verebilirdi çünkü kolaylıkla. Üstelik o bir görev olarak yetiştirmişti Alya’yı. Bunun hep bir görev olarak tamamlanacağını düşünmüştü bu yüzden. Oysa hiç bir şey öyle olmamıştı. Alya onun için kendi hayatından ve bu hayattaki herşeyden daha değerliydi. İyi ki bu görevi üstlenmiş, iyi ki bu çocuğun babalığını yapmıştı. Onun çok özel bir çocuk olduğunu her zaman biliyordu ama onun çocuğu olduğu için daha da özeldi.

(devam edecek)

Kayıp Mispoya – Bölüm 3’ için 2 yanıt

  1. Gülseren hanım bu hikayenizde çok güzel hikayelerinizi bir kitapta toplasanız ne güzel olur inşallah kitabınızı okumakta nasip olur elinize yüreğinize sağlık sizi seviyoruz lütfen kendinize iyi bakın.

    Liked by 1 kişi

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s