Kral Laan karısı ve oğlunun haline ne yapacağını bilemiyordu. Tüm bu karmaşanın içinde bir de Lord Azrak’ın sarayı terketmesi dedikodulara yol açmıştı. Sarayın bütün tılsımları Hao’nun iyileşmesi için seferber edildi.
Saray böyle kaynarken Siniy sonunda kendine gelmişti. Gözlerini açtığında Lurji başındaydı. Hemen sesler çıkararak Ble’ye haber verdi. Tılsım yine yanlarında değildi.
Siniy başında duran iki silüeti önce bulanık sonra net bir şekilde görmeye başladı. İkisi de eğilmiş dikkatlice ona bakıyorlardı.
“Siniy?” dedi Ble endişeyle. Lurji hemen dürttü onu. Eski adını kullanmamaları gerekiyordu. Tılsım onun bir takma adı olacağını söylemişti ama onun ne olacağını söylememişti.
Siniy doğrulup onlara ve etrafına baktı merakla.
“Kelebek! Mavi kelebek!” dedi Ble bu defa. Onun prensle tanıştıran kelebeği hatırlamıştı. “Hiç değilse adında bir çağrışım olsun” dedi Lurji’ye fısıldayarak.
Lurji Tılsım’dan çekindiği için kendi uydurdukları bu lakaba kızacağını düşündü ama şimdi önemli olan Siniy’in gözlerini açmasıydı.
Siniy’in yüzünde Tılsım’ın iksir sürdüğü yerlerde kurumuş yanık izleri gibi kabartılar vardı. Kızcağızın o duru güzelliğinden eser kalmamış, insanların onu gördüğünde irkileceği bir hale bürünmüştü. Elbette eskiden ne kadar güzel olduğunu da hatırlamayacaktı ama Ble ve Lurji şimdi ona bakarken kendilerini çok kötü hissediyorlardı.
“Mavi Kelebek?” dedi Siniy onlara bakarak.
“Senin adın bu!” Ble sevgiyle, “Bizim kardeşimizsin”
Siniy’in kafası çok bulanıktı. Onlara bakıyor ama kim olduklarını çıkaramıyordu. Bulunduğu bu evi de daha önce hiç görmemişti. Adının mavi kelebek olmadığından da emindi ama ne olduğunu da bilmiyordu.
“Başım çok ağrıyor, buraya nasıl geldim ben!” dedi merakla.
Lurji hareketlerle ona anlatmaya çalıştı ancak kızın bakışlarından artık böyle de anlaşamayacaklarını anlayınca başından kaynar sular dökülmüş gibi oldu. Ble onu koluyla dürterek, “Yeniden öğretiriz telaş etme!” dedi yüzündeki gülümsemeyi korumaya çalışarak.
“Neyi yeniden öğreneceğim, o ne yapıyor öyle?” dedi Siniy bu sefer.
“Bak tatlım biz kardeşiz, burası da bizim evimiz. Lurji dilsiz. Benim adım da Ble. İkinizin ablasıyım. Babamız Tılsım şimdi evde yok. Biz burada yaşıyoruz şimdilik!”
Siniy şaşkın şaşkın Ble’nin yüzüne bakıyordu, “Peki ben bunları neden hatırlamıyorum acaba?”
“Canım kardeşim, sen bir kaza geçirdin o yüzden. Zamanla biz sana her şeyi hatırlatacağız merak etme. İki gündür bir şey yemedin. Haydi gel bir çorba iç önce.”
Lurji el işaretleriyle ona bir şey anlatamayacağını anlayınca başını heyecanla sallayarak, Ble’yi doğruladığını göstermek istedi. Ancak onun bu abartılı hareketinin Siniy’i tedirgin ettiğini görünce gözleri doldu ve göstermemek için geri çekildi.
Ble, Lurji’nin ne kadar üzüldüğünü görebiliyordu ama önce kız kardeşini doyurması gerekiyordu. Lurji bir kenara oturup uzaktan onları izlemeye başladı. O da Siniy’e bir tas çorba doldurdu ve içmesine yardım etti.
“Şimdi daha iyi hissedeceksin, muhtemelen açlıktan başın ağrıyor!”
“Tılsım ne demek?” dedi Siniy iştahla çorbayı içerken, “Babamız öyle dediniz ya!”
Ble elinden geldiğince onun bütün sorularını yanıtladı. Siniy giderek Mavi Kelebek olduğuna ve bu evde yaşadığına ikna olmaya başlamıştı. Sonra Lurji’yi üzdüğünü farkederek onun yanına gitti.
“Seni üzdüğüm için özür dilerim. Sanırım zamanla kalbim seni hatırlayacaktır. Bunu hissediyorum”
Lurji’nin yeniden gözleri doldu. Başını hafifçe salladı bu sefer ve eliyle onun yanına oturmasını işaret etti. Tılsım gelene kadar ona biraz el işaretleri ile anlaşmayı öğretmeye çalıştılar.
Tılsım geldiğine onları bir arada ve mutlu görünce rahatladı.
“Merhaba çocuklar!” diyerek yanlarına gitti ve doğrudan Siniy’in gözlerini tutarak göz bebeklerini kontrol etti.
“Harika görünüyorsun” dedi gülümseyerek, “Ben babanım!”
“Baba, Mavi Kelebek’e her şeyi anlattık biz sen gelmeden biz!” diye araya girdi Ble telaşla. Ona bir isim verdiklerini söylemesi gerekiyordu.
“Mavi Kelebek biraz uzun olmamış mı?” diye fısıldadı Tılsım.
“Mavi deriz kısaca!” dedi Ble’de dişlerinin arasından.
Böylece Siniy’in adı Mavi olarak değişti o gün tüm hayat hikayesi ile birlikte. Tılsım olarak yeni şeyler öğrenmek üzere babalarının başka ülkelere gitmesi gerekiyordu. Ayrıca bu ülkede olmayan otlar da alacaklardı bu seyahatte. Oldukça uzun sürecek bu seyahat boyunca çocuklarından ayrı kalmak istemediği için onları da götürecekti. Hepsi ilk gemi yolculuklarına çıkacakları için heyecanlılardı. Tam da bu seyahat hazırlıkları yapılıyorken Mavi düşüp başını vurmuştu ama neyseki geminin tarihinden önce kendine gelmişti.
Siniy’in hatırlamasa bile adının Mavi olduğunu ve anlatılan yaşama sahip olduğuna inanmaktan başka çaresi yoktu. Tılsım ve çocuklar gerçekten rollerini çok dikkatli oynuyorlardı.
Bir hafta sonra bütün eşyalarını hazırlamışlar ve limana gelmişlerdi. Gemi yıllardır limana gelmesine rağmen çocuklar onu ilk kez bu kadar yakından görüyorlardı. Lurji’nin su ile pek arası olmadığı için gemi seyahati onu tedirgin ediyordu. Günlerce bu gemide denizin üzerinde olacaklar ve belki de hiç kara görmeyeceklerdi. Bu insana pek güvende hissettiren bir duygu değildi. Ble ve Mavi ona bu seyahatin sandığından güzel geçeceğine dair telkinlerde bulunuyorlardı ama aslında ikisinin de hiç bir fikri yoktu.
Sonunda Tılsım, Lurji için de özel bir iksir hazırlamak zorunda kaldı. Bunu içmeyecek korku hissettiğinde koklayacaktı. Limana geldiklerinde iksir şişesini cebinden çıkarıp eline almıştı Lurji, geminin görünüşü bile onu korkutuyordu.
Tılsım çocuklarla birlikte ülkeyi terketmek üzereyken, sarayda Hao’un durumunda herhangi bir düzelme olmamıştı. Lord Azrak’tan ise hiç haber yoktu. Kraliçe kendini o kadar kötü hissediyordu ki sonunda o da yatağa düşmüştü. Alim Gameun yaptıklarından son derece memnun kızı Cherny ile sürekli kadeh kaldırıyorlardı. Ancak Hao’nun durumu düzelmezse Cherny asla kraliçe olamazdı.
“Belki kraliçe ölür!” dedi Alim sinsice.
“O yaşlı kıralla evlenmem ben kraliçe olmak için! Hao’yu seviyorum baba! Lütfen başka plan yapma!” diye cırladı Cherny.
“Tamam, tamam halledeceğim merak etme!”
Kızına halledeceğini söylüyordu ama sarayın ve ülkenin en ünlü tılsımlarını davet ettikleri halde Hao bir türlü depresyondan çıkmıyordu. Kendini odasına kapatmıştı, çok az yemek yiyordu. Sürekli yas halinde ve gözleri yaşlıydı. Alim Gameon onun bu kadar dağılacağını hiç hesaba katmamıştı.
“Bir ölüm acısına bile dayanamayan biri nasıl bu ülkenin kralı olacak?” diye söylenip duruyordu kendi kendine, “Neyse ki Cherny var! Benim kızım güçlüdür. Bu sersemin bütün zayıflıklarını kapatır o! Hele bir evlensinler!”
Kral Laan’dan randevu alarak yanına gitti.
“Majesteleri! İnanın Prens Hao ve kraliçenin durumu beni çok üzüyor!”
“Beni de alim, beni de!” dedi Kral düşünceli bir sesle.
“Efendim izniniz olursa görüşümü bildirmek isterim.”
“Elbette Gameon sen ailemizden sayılırsın lütfen söyle!”
“Teşekkür ederim efendim! Prens Hao henüz çok genç. İlk aşk acısı kolay atlatılmaz. Ancak onu yeniden aşık etmeyi başarırsak bu acıyı geride bırkabilecek, kraliçemizde oğlu iyileşince yeniden sizin yanınızda yerini alabilecektir.”
“İyi ama nasıl olacak bu iş, prensin halini görmüyor musun? Onun aşık olacağı bir kızı nasıl bulacağım?” dedi kral çaresizlikle.
(devam edecek)