Altı ay içinde Ayça ve ailesinin tüm çevresi devreye girerek, en iyi doktorlar bulunmuş, alternatif tıp yöntemleri araştırılmıştı. Mustafa’nın daha iyi olması için herkes uğraşıyor olmasına rağmen, hastalık onlarla rekabet edercesine hızla ilerlemeye devam ediyordu. Zavallı çocuk bir deri bir kemik kalmıştı, kaşları, sakalları, kirpikleri dökülmüştü. Yine de sürekli gülüyor, iyileşip oğlu ve karısıyla geçireceği kalan günlerin hayalini kuruyordu. Herkes ona katılıyordu hayallere daldığında. Boğazlarına düğümlenen yumruğa rağmen, gözlerine doluşan ama akamayan yaşlara rağmen.
Sonunda evde tedavinin yetersiz kaldığına ve hastanede bakılması gerektiğine karar verildi. Ağız yolu ile beslenmesi sıkıntılı olmaya başlamıştı. Özel bir hastanede tedavinin yükü ağır olacağından yine eşin dostun desteği ile iyi bir devlet hastanesine yatırıldı. Hastane süresi ev sürecinden de sancılı olduğu için Ayça onunla daha çok ilgilenebilmek için işten ayrılmak zorunda kaldı. Artık geçimleri Sanem hanım ve Orhan beyin emekli maaşları ile dönmeye başlamıştı.
“Çok iyi insanlar biriktirmişiz Orhan!” diyordu Sanem hanım hastane bahçesinde konuşurlarken kocasına.
Tunç’un doğumuyla başlayan süreç ve ardınan Mustafa’nın hızla ilerleyen hastalığı sürecinde etraflarındaki pek çok insan seferberlik ilan edilmiş gibi desteğe koşmuşlardı. Kimi günlük olarak Tunç’un bakımını üstleniyor, kimi oyuncak, kıyafet gibi hediyelerle çıkıp geliyor, kimi tanıdık doktorlar, maddi desteklerle aileyi ayakta tutmaya çalışıyorlardı. Sanem hanım İngilizce öğretmenliğinden emekliydi. Ayça’ya destek olabilmek için yine bir arkadaşının yardımıyla dışarıdan tercüme işleri almaya başladı. O tercüme yaparken, Orhan bey Tunç ile ilgileniyor, Ayça’da Mustafa’ya yetişiyordu.
Bir yandan hepsi birden onu rahat ettirtmek, hastalığın ilerlemesini durdurmak ya da yavaşlatmak için neler yapılırın peşine düşmüşlerdi.
Sedef her zaman yanlarındaydı zaten. Ayça’yı o ayakta tutmaya çalışıyordu. Daha oğlu bir yaşına bile gelmemiş genç annenin duygusal açıdan desteğe gerçekten ihtiyacı vardı. Evet kocasına aşık evlenmemişti, hâlâ da değildi belki, karı koca bile olmamışlardı aslında ama o hem çocuğunun babası, hem de iyi bir insandı. Ayça çocuğunu yurt dışında doğrumayı, onu da belki bir daha görmemeyi planlarken olayların geldiği noktayı da idrak etmekte zorlanıyordu ama güçlü bir kızdı. Sanem hanım da elinden geldiğince kızının duygusal travmalarıla baş etmesine yardım etmeye çalışıyordu ama onunda durumu pek iyi sayılmazdı. Bu yüzden Sedef’in desteği daha etkili ve iyi geliyordu Ayça için.
Emine hanım eve gelemediğini iddia ederek oğlunu haftada bir gün görürken, hastaneye her gün gelmeye başlamıştı. Gelemediği zamanlarda oğluna mesaj atıyordu. Üç mesajın ikisi yine Ayça ve Sanem hanımın hâl ve tavırları ile ilgiliydi. Bir keresinde oğluna atıyorum diye yanlışlıkla Ayça’ya göndermişti mesajı. Ayça’nın deliye dönmesine yetmişti o mesaj.
Hastaneye yatışın birinci ayı sonunda arkadaşlarından bir tanesi Mustafa’yı rahatlatacak bir masaj bulduğunu söyledi, elbette bir masörde. Sürekli yatmaktan kaslarında da sorunlar olmaya başlayacaktı ileride. Biraz tuzlu bir seans ücreti olan masörü hastaneye getirebilmek için Ayça bir seans ayarladı ve ücreti sonradan ödemek üzere arkadaşından borç aldı.
Mustafa bir masörün geleceği haberine çok sevinmişti, çünkü vücudundaki ağrılar gün geçtikte artmaya devam ediyordu.
Bir kaç gün sonra masör hastaneye geldiğinde Emine hanım da odadaydı. Ona konudan bahsedilmediği için gelenin önce kim olduğunu anlayamadı. Sonra kadın işini yapmaya başlayınca onun arkasına geçip oğluna eliyle “Kaç para bu?” diye işaret etmeye başlayınca, odada bulunan Ayça yine sinirlerini kontrol edemedi ama masörün yanında bir şey diyemediği için hırsla dışarı çıktı.
Hastalığın başından beri ne tedavi masraflarını sormuş, ne bir ihtiyaç olup olmadığı ile ilgilenmişti. Ondan bir şey talep edilmediği halde sanki kendi cebinden çıkacakmış gibi bir de masör parası soruyordu. Ayça’nın işten çıktığını, Sanem hanımın dışarıya iş yaptığını, çevrelerinin desteği ile ayakta kaldıklarının farkındaydı. Kendi çevresine bütün masrafı Mehmet ile biz karşılıyoruz diyordu. Mehmet sahiden de elinden geldiğince masrafa ortak olmaya çalışıyordu. Kredi çekmeyi teklif etmiş ama Ayça şu aşamada gerek yok deyip kabul etmemişti. O da Sakine’nin kolundaki bileziklerin iki tanesini satıp, gelip tutuşturmuştu kızın eline.
“O benim kardeşim! İyi olsun diye ne gerekiyorsa yaparım!” dedi Ayça’nın gözünün içine bakarak.
Öyle söyleyince Ayça aldı parayı, Tunç’unda masrafları vardı. Bez masrafı vardı herşeyden öte. Doktor kontrolleri vardı. hiç bir şeyden habersiz gülümsüyordu çevresindekilere. Neredeyse bir yaşına girmek üzereydi. Babası hastaneye yattığından beri sadece bir kez görebilmişti onu. Doktor bunun ikisi içinde iyi olmayacağını söylemişti. Sanem hanım annesinden çok ayrılmasın diye Tunç’u pusetine koyuyor, kızı ile birlikte hastaneye geliyorlar, sonra oradan dolaşa dolaşa geri dönüyorlardı. Tunç annesinin yokluğunu farketmesin hemen uyusun diye evden yedirip çıkartıyorlar. Ayça, Mustafa’nı yanına girince de pusetle gezmeye başlıyorlar, Tunç uyuduktan sonra da anneanne torun eve dönüyorlardı.
Ayça başlangıçta çok dile getirmese de Tunç’un da genetik olarak babasının hastalığına yakalanıp yakalanmayacağından ciddi olarak endişe ediyordu. Mustafa’nın halası, amcası ve babası da bu hastalık yüzünden vefat etmişlerdi ancak yaş itibariyle Mustafa’dan çok çok ileri yaşlarda ortaya çıkmıştı her şey. Mustafa’nın bu kadar erken yaşta hastalanmasının bir açıklaması yoktu. Aslında hastalanmayadabilirdi elbette. Ailede olması sadece olasılık yaratıyordu.
Aile hikayesi böyle olunca Sanem hanım da torununun geleceği için endişelense de Ayça’ya sürekli “İlla babasının ailesinden gen alacak diye bir şey yok!” diyerek kafasından uzaklaştırmaya çalışıyordu. Ancak bu düşünce Ayça’yı özellikle Tunç’un beslenmesi konusunda normal fazla titizlenmeye itmişti. Her yediğinin doğal olmasına çalışıyor. Bu koşturmanın içinde ona en sağlıklı şeyleri yedirmek için fazladan çaba harcıyordu.
Tunç büyüdükçe aynı annesine benzemeye başlamıştı. Sanem hanım da onu Ayça’nın küçüklüğüne benzetiyordu. Babasına ve ailesine olanların farkında bile olmadan yeni keşfettiği hayata sürekli gülümsüyor, yabancı veya tanıdık ayırt etmeden daha şimdiden ne kadar sıcak kanlı bir çocuk olduğunu belli edecek tepkiler veriyordu.
Dünya tatlısı, dünya yakışıklısıydı. Onu her gören, hikayesini bilen herkes talihinin güzel olması için dua ediyordu. Ayça’nın kaderine yazılanlar gerçekten herkesi üzmüştü, ancak Tunç’u görenlerin artık yüreği dağlanıyordu.
“Şu güzel meleğe bağışla Allah’ım Mustafa’yı” diye dua etmeyen yoktu hastane personeli dahil çevrelerinde.
Tıp ne kadar ilerlese de, ne kadar güzel yürekli insan bir araya gelip çaba gösterse de yaşanılacaklar ne eksiliyor, ne artıyordu bazen. Her şey yazılı bir senaryoya sadık kalma mecburiyeti varmışcasına kendi düzeninde ilerlemeye devam ediyordu.
(devam edecek)
Hayat sağlıklılar için bile bu kadar mide bulandırıcıyken Mustafa’nın yaşamak için bunlara katlanması,üstelik umudun olmadığı bir bekleyişten umut beklemek.Garip değil mi Hayatına son vermek bu kadar mı zor.Bu komedi bir yerde bitmeyecek mi zaten?
BeğenLiked by 1 kişi