Tunç’un dünyaya gelmesiyle bambaşka bir insan olduğunu hissediyordu Ayça. Onu hayran hayran seyrediyor, sıcaklığını bağrına basıyor. Hayatında hissettiği en yoğun sevgi duygusuna boğuluyordu.
“İnanılmaz bir şey bu anne!” demişti kendini nasıl hisettiğinden bahsederken, “Az kalsın kaçıracaktım bu şansı! Allah’a şükürler olsun ki anneyim ben de!”
Mustafa’nın da içi titriyordu oğluna baktıkça. O minicik gözler, minicik eller, ayaklar “Gerçek bir mucize olmalı bu!” diyordu o da oğlunu severken.
Hepsinin hayatına bir mucize gibi dolmuştu Tunç, dillerinde, düşüncelerinde ondan başkası yoktu artık. Stresin yerini sevgi çemberi sarmıştı yeniden.
Elbette Emine hanım dışındaydı bu çemberin. Yine de efendilik biz de kalsın diyerek torununu alıp gitmişlerdi el öpmeye babaannesine.
“Annem onu görünce yumuşayacaktır mutlaka!” demişti Mustafa. Aslında Mehmet akıl etmişti bu fikri, “Torununun yüzünü görünce dayanamaz, bu kırgınlık, tatsızlık da sona erer yeğenimin uğurlu ayakları ile!” diye akıl vermişti kardeşine.
Oysa hiç umdukları gibi olmamıştı bu ziyaret. Ayça ağlayarak çıkmıştı evden, “Bu da onu son görüşüm olsun!” demişti Mustafa’ya dişlerini sıkarak. Mustafa çaresiz kalmıştı yine, ne yapacağını, ne diyeceğini bilememişti. Tunç ve Emine hanımı bir daha bir araya getirmemeye kesin karar verdiler. Aklı ermeye başladıktan sonra sorun olurdu asıl zaten.
“Çocuklar sevilmediklerini hissederler!” demişti Sedef’te, “Bence de oradan uzak durmanızda fayda var!”
Sahiden ateşlenmişti Tunç o gece. Bir tesadüftü belki ama yine de hepsinin aklından geçmişti aynı şey. Bir masum bebeği görmeyi bile reddetmek nasıl bir vicdanın ürünüydü. İnsan canının canına sırtını döner miydi sırf kibiri, aklının oyunları yüzünden. Bir candı nihayet, kıyılır mıydı?
“Aklım almıyor sahiden!” diye haykırmıştı Sanem hanım kocasına dertlenirken. Ayça’nın yanında bu defa sütü kesilecek diye bir şey diyemiyorlardı karı koca.
Mustafa’nın nedensiz ağrılar başlamıştı vücudunda, halsizlikte hissediyordu.
“Strese girdi oğlan tabi, kolay mı bunca şeyle başetmek? Aslında en zor durumda o bakacak olursan! Bir doktora gitsin söyle de!” demişti Sanem hanım kızına. Hakikaten rengi de solmaya başlamıştı iyiden iyiye.
Geceleri Tunç uyandıkça da yardım ediyordu Ayça’ya Mustafa, “Uykusuzluktan oluyor geçer!” diyordu sürekli. Sonunda Sanem hanım daha da kötü görünce kocasına söyledi.
“Götür şu çocuğu bir doktora, hiç iyi görünmüyor!”
Orhan bey “Haydi gidiyoruz!” deyince itiraz edemedi Mustafa, takıldı onun peşine ve birlikte tam teşekküllü bir hastaneye gittiler kontrole. Kandan başlanarak tüm tahliller yapıldı. Sonuçların belli olup teşhisin konması üç haftayı bulmuştu.
Geçen üç hafta da Mustafa’nın rengi iyice soldu.
“Hemen tedaviye başlamamız gerekiyor, çok hızlı ilerleyen bir tür bu, hastalık neredeyse ikinci evresini tamamlama aşamasına gelmiş!” dedi doktor Orhan beye. Sonuçları almaya Mustafa olmadan gitmişti Orhan bey. Şimdi eve dönüp bunu Mustafa’ya, kızına nasıl söyleyecekti.
“Umutsuz değil mi doktor bey?” demişti çıkarken çaresizlikle.
“Elimizden geleni yapacağız!” gibi pek de umut vaad etmeten bir cümle kurmuştu doktor.
“Doktorlar hep en kötüsünü söyler biliyorsunuz!” diyerek girdi söze evde. Mustafa henüz işten gelmemişti. Ayça ve Sanem hanım soru dolu bakışlarla izliyorlardı Orhan beyi.
“Nesi varmış oğlanın söylesene Orhan?” dedi Sanem hanım sabırsız bir merakla. Bir yandan da Tunç kucağında gazını çıkarmaya çalışıyordu.
“Kansermiş!” dedi Orhan bey lafı uzatmanın bir gereği olmadığını düşünmüştü sonunda, ayrıca bunu hazmedebilmesi için onunda ailesinin desteğine ihtiyacı vardı.
Sanem hanımın Tunç’un sırtına hafif hafif vuran eli durdu. Ayça’da kırpırdamadan kalmıştı yerinde.
“İkinci evrenin sonuna gelmiş, hızlı ilerleyen bir tür dedi doktor!” diye devam etti Orhan bey ve kendini koltuğa attı.
“Bu çocuk daha kırk yaşına girmedi Orhan!” dedi Sanem hanım ne diyeceğini bilememenin şaşkınlığı ile.
“Ona söyledin mi baba?” dedi Ayça’da.
Başını hayır anlamında salladı Orhan bey, “Beraber söyleriz diye düşündüm!”
Evi ağır bir sessizlik kapmıştı, Tunç’un mırıltıları duyuluyordu arada bir sadece. Sonunad ortamın gerginliğini anlamış gibi ağlamaya başladı çocuk. Ayça onu annesinin kucağından alıp içeriye gitti ve arkasından kapıyı kapattı.
Sanem hanım Ayça gidince kocasının yanına oturdu ve fısıltıyla konuşmaya başladı, “Başka ne dedi doktor Orhan?”
“Bilmiyorum Sanem öyle şaşırdım ki bunları hatırlıyorum ama umut dolu konuşmadı aslına bakarsan!”
“Hay Allah görüyor musun başımıza geleni!”
Karı koca sessizce oturmaya devam ettiler. On beş dakika sonra Ayça çıktı odadan, kucağında Tunç yoktu.
“Uyudu mu?” dedi Sanem hanım.
Kapıyı aralık bırakıp, başıyla onayladı Ayça.
“Mustafa’ya ben söylerim!” dedi sonra kararlı bir sesle. Sonra durup yutkundu, “Anne genetik değildir değil mi?”
“Allah korusun!” dedi Sanem hanım, hepsi birden sessizliği paylaşmaya devam ettiler.
Mustafa onları almaya geldiğinde yüzlerindeki ifadeden ters bir şeyler olduğunu anlamıştı ama aklına Tunç gelmişti hemen.
Ayça onu içerideki odaya götürerek konuşurken, Sanem hanım ve Orhan bey salonda sessizce beklediler. İkisi odadan çıktıklarında yüzlerinde değişen bir ifade yok gibiydi.
“Dert etmeyin bana bir şey olmaz!” dedi Mustafa gülümseyerek.
Tedavi sürecine hemen o hafta başlandı. Mustafa’nın morali hiç düşmemişti sevindirici bir şekilde. Bunun gelip geçeceğine inanıyordu. Oğlu ve karısıyla eskisi gibi ilgilenmeye çalışıyordu ama giderek güçten düştüğü ve kemoterapi süreçlerinina ardından kendine gelmesi zaman aldığı için Ayça onu yormuyordu.
Emine hanım oğlunun hastalığını öğrenmiş olmasına rağmen, gelini ve torunu ile ilgili olumlu bir adım atmadığı gibi, Mustafa’ya şikayetlerinde de herhangi bir hız kesmedi. Tedavi masraflı bir süreçti Mustafa’nın mikrop almaması için işten ayrılmasını istedi doktor. Şimdi evde çalışan tek Ayça kalmıştı. Sanem hanım ve Orhan bey hem torunları hem damatları ile ilgilenirken, Ayça gündüz işe gidiyordu. Mehmet Ayça geldikten sonra uğrayıp görüyordu kardeşini. Sanem hanım ve Orhan bey Ayça dinlenebisin diye Tunç’u da alıp eve götürüyorlardı bazen.
Mustafa annesine “Neden gelmiyorsun?” diye sorduğunda, “Kimse beni davet etmeden nasıl gireyim o eve oğlum?” diye cevap gelmişti Emine hanımdan.
“Anne yeter bitirme artık bizi, gel işte!” diye yazınca Mustafa akşamına Mehmet ile birlikte gelmiş, evdeki kimsenin yüzüne bakmadan oğlu ile kısa bir vakit geçirip, kalkıp gitmişti sonunda.
Mustafa’yı üzmemek için Ayça ve ailesinden hiç kimse ne maddi zorluklar, ne de Emine hanımın tavır ve sözleri hakkında yorumda bulunmuyordu. Tunç ve Mustafa’nın sağlığından daha önemli bir şey yoktu artık.
Emine hanım haftada bir gün büyük oğluyla gelip gitmelerine devam etti altı ay boyunca.
(devam edecek)