İçimizden biri : Ayça – Bölüm 1

Bu defa size anlatacağım hikayenin kahramanı içimizden bir genç kadın olacak. Hikayenin kahramanlarının tüm özellikleri gerçek hikaye ile aynı ancak isimleri, yerler gerçeği yansıtmayacak.

Umarım keyifle okursunuz.

Gülseren Kılınç

 

“Gerçekten çok iyi birisin Mustafa ama inan senin ve benim dünyalarımız aynı değil!” dedi Ayça sıkıntıyla.

Mustafa ile bir arkadaş partisinde tanışmışlardı. İyi bir insandı, ona bir şey dediği yoktu ama büyüdükleri ortam, aldıkları terbiye, edindikleri kültür birbirlerinden öylesine  farklıydı ki sonunda bir yerlerde mutlaka patlak verirdi.

“Seni gerçekten çok seviyorum inan bana! Her şeyine ayak uyduracağıma söz veriyorum. Bir kez deneyelim, hiç değilse bir şans ver bana! Olmaz mı?”

“Olmaz! Ne olursun artık ısrar etme! Gerçekten amacım seni üzmek ya da peşimden koşturmak değil! Sonra görüşürüz olur mu?” diyerek yürüdü Ayça, Mustafa’yı orada bırakıp.

Her karşılaşmalarında sohbet bu noktaya geliyordu. Bir kaç kez mesajlaşmışlardı da. Başkası olsa çoktan terslerdi Ayça ama onu terslemek istemiyordu. Duygularının samimiyetinden emindi. Diğerleri gibi olmadığını da biliyordu.

“Kızım bir şans ver sen de çocuğa niye inat ediyorsun anlamıyorum ki?” dedi annesi o akşam buluştuklarında. Üniversiteyi bitirdiğinden beri ailesi ile oturmuyordu Ayça. Yakın bir kız arkadaşı ile ayrı bir eve çıkmışlardı. İkisi de çalışıyordu. Ev işlerini paylaşmışlardı.

Evden ayrılması ailesinden uzaklaşması anlamına gelmiyordu. Tek istediği kendi ayakları üzerinde durabilmekti. Annesi, babası  ve kız kardeşi harika insanlardı. Onlarla aynı evde oturmakla ilgili  bir problemi hiç bir zaman olmamıştı. Özellikle annesi arkadaşı gibiydi zaten. O da Ayça gibi özgürlüğüne düşküm bir kadın olduğundan zorlamamıştı kızını birlikte oturmak için.

“Biz sana vermemiz gereken her şeyi verdik ve sana güveniyoruz. Hayatının bundan sonrasını kendin yönetebilirsin. Biz ailen olarak her zaman yanındayız kızım!” demişti babası da evden ayrılmaya karar verdiğini söylediğinde.

Mustafa ile olan karşılaşmanın ardından annesini aramıştı. Sanem hanım küçük kızını bir doğum gününe bırakmış eve dönüyordu o sırada.

“Anne buluşup bir yemek yiyelim mi?” diye soran kızının sesindeki sıkıntıyı hissedince hemen kabul etmişti.

“Tamam, Birce’yi üç saat sonra alacağım zaten, o arada seninle görüşebiliriz. İstersen eve gel!”

“Dışarıda olursak daha iyi olur, anlatacaklarımı babam duysun istemiyorum!”

Böylece anne kız buluşmuşlardı bir restoranda.

“Anne bir şans ver diyorsun ama sonra ne olacak söylesene?”

“Ayça’cığım belki çok iyi anlaşırsınız, sevgi her şeyin üstesinden gelir!”

“Sorun da bu ya ben Mustafa’ya karşı öyle yoğun duygular hissetmiyorum ki, iyi bir arkadaş benim için sadece.”

Sanem hanım kızının gözlerinin içine baktı. Samimiyetle konuştuğundan emindi. Çok güzel bir kızdı Ayça, annesi de onun mutlu olmasını istiyordu her anne gibi. Evlenmesi konusunda ısrarcı değildi. İstiyordu ama bir şey söylemiyordu. On yaşındayken geçirdiği bir ateşli hastalık yüzünden doktor çocuk sahibi olma olasılığının neredeyse yüzde beş olduğunu söylemişti. O zaman çok üzülmüşlerdi Sanem hanım ve Orhan bey ama sonra önemli olan kızlarının sağlıklı ve mutlu olması diye düşünüp telkin etmişlerdi kendilerini. Ayça’ya da hiç yansıtmamışlardı üzüntülerini. Onu da hep sağlıklı ve mutlu olmanın ne kadar önemli olduğunu anlatarak büyütmüşlerdi. İnsanların birbirlerini sevmesi, saygı duyması bir ilişkide en önemli şeydi. Kadın veya erkek farketmez herkes kendini değerli hissetmek isterdi. Herkesin de değerli hissetme şekli farklıydı. Bunu keşfetmek için o insanı dinlemeli, anlamalı ve tanımalıydı zaman içinde.

Ayça ailesinden öğrendikleri ve onların kızlarını kendi ayakları üzerinde durabilecek eğitim ve donanımla yetiştirmeleri sonucu bu gün  genç yaşına rağmen oldukça başarılı bir kariyere sahipti. Bundan sonra da her şey daha iyi gidecek gibi duruyordu. Büyük şitketlerden teklifler almaya başlamıştı bile.

Mustafa Ayça’ya göre daha muhafazakar bir ailede büyümüştü. İyi niyetliydi ama Ayça’nın rahat tavırları, giyimi onun yetiştiği kültüre uygun değildi. İşin tuhafı bunu farkeden Mustafa değil, Ayça’ydı. Onun ısrarlı teklifleri sonucunda defalarca ailesinin Ayça’yı kendilerine uygun bulmayacağı konusunda da konuşmuşlardı.

“Annemi dert etme sen! Onu ben hallederim!” diyordu Mustafa.

Bu cümle bile Mustafa’nın onunla evlenme niyetiyle görüşmek istediğinin ispatıydı zaten. Bunun farkındaydı. Onun duygularından, samimiyetinden de asla şüphe etmiyordu. Zaten istese de ona bir çocuk veremezdi evlenseler.

Ailesine doğrudan söylemese de hayatı boyu evlenmeyi düşünmemiş olmasının altında yatan gerçeklerden biri de buydu aslında. Dünyaya bir çocuk getirip, bir  aile olamaycaklarsa iki insanın evlenmesine ne gerek vardı ki. Her evlilik sorumluluk demekti. O kariyerine odaklanmıştı. Tam ailesinin olmasını istediği gibi kendi ayakları üzerinde durabiliyordu. Önünde açık bir ufuk vardı. Başarılıydı. Aşık değildi. Çocuğu olmayacaktı. Sırf iyi bir insan diye Mustafa ile evlenmesi normal olmazdı zaten. Ah bunu bir de Mustafa anlasa ne iyi olacaktı.

Annesi ile yedikleri yemekten sonra eve döndü. Ev arkadaşı Sedef henüz gelmemişti. Üzerini çıkarıp duşa attı kendini. Yarın tatildi ve bütün gün evde geçirmeyi planlıyordu.

Duştan çıktığında telefonun ekranında bekleyen bir mesaj olduğunu gördü. Uzanıp aldı sehpanın üzerinden. Banyodan sonra uğradığı mutfak masasından aldığı elmayı ısırdı kendini koltuğa atarken.

“Yarın işin var mı?
Mustafa”

Derin bir iç çekti ve elmasından ısırıp cevap yazdı bu ısrarcı aşığa.

“Evet var!”

“Daha saat söylemedim ki!” diye hızlı bir cevap geldi Mustafa’dan.

“Doğru!” dedi kendi kendine ama cevap yazmadı bu sefer.

“Saat yedide seni aşağıda beklerim. Kuzenimin doğum günü kutlaması olacak Tunalı’da. Birlikte gideriz diye düşündüm. Senden bahsetmiştim ona, tanışmak istiyor!”

“Saat yedide işim var!” yazdı Ayça, “Teşekkür ederim teklifin için.”

Cevap gelmedi Mustafa’dan.

Kanepeye uzanıp bir film izledi o da Sedef gelene kadar. Sedef geldiğinde üzerindeki bornozla uyumuştu çoktan. Onun seslenmesiyle uyandı ve pijamalarını giyip yattı yatağına.

O gece rüyasında bir göl gördü. Ay ışığı sazlıkların arasından düşmüştü gölün sakin yüzüne. Her şey lacivertti rüyasında. Gece, göl, ağaçların, dağların gölgeleri. Arada bir geçen gece kuşlarının rengi bile lacivertti. Yerden bir taş alıp attı göle. Gölün yüzüne dağılan halkaların içinden bir yüz belirdi. Küçük tatlı bir yüz. O kadar çabuk dağılıverdi ki, dikkatlica bakamadı istese de. Bir taş daha  alıp fırlattı sonra ama saatin sesiyle açtı gözlerini. Saati kapamayı unuttuğu için çalmıştı tatil olmasına rağmen. Alarmı kapatıp yeniden yastığa gömüldü. Rüyasına kaldığı yerden devam etmek istiyordu. Denedi ama olmadı. Gözlerini kapatıp, bir o yana, bir bu yana dönüp dursa da ne uykuya dalabildi ne rüyasına dönebildi.

“Buraya kadar!” diyerek attı yorganı üzerinden ve terliklerini sürüyerek mutfağa gitti. Sedef çıkmadan ona da bir tost yapmıştı. Tostu masanın üzerinden alıp bir peçeteye sardı ve yeniden salona televizyonun karşısına gitti.

Sedefin bu gün planı olduğu için evde bütün gün yanlızdı ve bol bol tembellik etmek istiyordu. Tostunu ısırırken kanallarda gezip güzel bir film var mı diye bakındı.

(devam edecek)

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s