Önce bir yapı markete ardından da bir kaç mobilyacıya uğradı heyecanla. Beğendiği şeyleri hemen satın alacaktı önce. Sonra bu mağazaların tümüne Emrah’ı elinden tutup getirmek istediğini düşündü. O hüzünlü gözlerin güldüğünü görmek istiyordu. Kendi yapamadığını ona yaptıracak, yeni hayatını tüm detaylarıyla bir masala kendi çevirmesine izin verecekti.
Eve dönerken kalbi heyecanla ve endişeyle atıyordu. Ayla’nın bu gün duyduklarından sonra Emrah’ı da alıp hayatından çoktan çekip gitmiş olmasından korkuyordu. Saate baktı. Kızın çoktan işi bitmiş ve gitmiş olmalıydı. Erdem ağabeyin de bu saate işi kalmazdı.
Arabayı parkedip, boş ve karanlık eve girdi. Salonda verandaya bakan kanepeye oturup, bahçede tıpkı o geceki gibi danseden ağaçlara baktı bir süre ışığı yakmadan. Sonra bahçeye çıkıp adamın düştüğü yere yürüdü. Oraya çiçeklerle dolu bir göbek yapmıştı Erdem ağabey. Yıllarca bu rengarenk çiçek bütününe bakıp çocukluğunu gömdüğü bir mezar olduğunu düşünürdü. Tam bu noktada bitmişti çocukluğu. Katil olmuştu artık yetişkin olmadan önce.
Diz çöküp ay ışığında bile renkleri solmamış çiçekleri sevdi, çocukluğunu sever gibi. Eğer Emrah ve Ayla yarın gelirlerse bir daha asla bu göbeğin bir mezar olduğunu düşünmeyecekti. Bir daha asla geçmişi düşünmeyecekti. O da Emrah’ın yeni hayatınının içinde bir masal prensi olarak yaşamak istiyordu artık. Kendine yeni bir hayat, yeni bir rol seçmişti. Her şey değişecekti.
Başını gök yüzüne kaldırıp “Lütfen!” dedi gözlerinden yaşlar inerken.
Ayla bütün gün düşünmüştü dinlediklerini. Kendi yaşadıkları, Erdoğan’ın yaşadıkları bir köz gibi ağırlaşmıştı yüreğine. Evin içinde nereye baksa hüzünlü bir çocuğun izlerini görmüştü. Koskocaman ev artık dile gelmişti sanki. Erdoğan’ın göz yaşları, içindeki hüzünler, o derin yaralar bu evin duvarlarında resmedilmiş gibiydi. O yanlız ve küçük bir çocuktu hâlâ. Kocaman cüssesi, kocaman evi, kocaman bir yüreği vardı ama hayatı kendine küçücük bir kafes etmiş kendini de içine hapsetmişti.
Erdem bey bir şey söylemeden gitmişti bahçeden. Kim bilir belki de Erdoğan beye yakalandığı için tedirgin oldu diye düşünmüştü Ayla. Bahçeye çıkıp ondan da özür dilemek gelmişti aklına bir süre sonra ama adamı bulamamıştı. Erdoğan ona kızmış gibi değildi gerçi. Ayla’da kızmış değildi.
“Teklifimi düşün!” demişti yine de giderken.
Bu evin içinde saklandıkları günleri düşündü. Oğlu ve kendisi için bu evin içinde bir hayat hayal etmişti o zaman. Şimdi tam olarak öyle olmasa da yakın bir noktaya getirmişti hayat onları. Hayır, kesinlikle korkmuyordu o koca cüsseli adamdan. Hatta Emrah gibi bir masal prensi olarak görüyordu onu belki de. Kocaman bir kahraman ya da o gezgende yaşayan küçük prens hikayesindeki gibi.
Oğlunun masalanın kahramanı olmak ve bu evde bir masalı yazmak fikri içini ısıttı yeniden. Duvarlardaki hüzün dağıldı birden. Yeniden o mutlu yaşamak istediği ev oldu burası. Çıkıp bahçedeki eve gitti. Daha önce hiç girmemişti içine. Küçük aydınlık şirin bir evdi burası. Kapısı daima açıktı.
Evi temizlerken yeniden hayallere daldı. Camın önündeki küçük çıkıntıda eskimiş tahta küçük bir at buldu. Küçük Erdoğan’ındı belki bu. Her masal prensinin bir atı olmalıydı zaten. Camı temizleyip atı yerine bıraktı. İşini bitirip gülümseyerek ayrıldı evden.
Erdoğan bütün gece bahçede oturmuş, gün batarken içeri girmişti. Ayla’nın gelme saatine henüz üç saatten fazla vardı. Salondaki kanepeye uzandı. İçinin geçtiğini farketmedi bile.
Ayla ve Emrah içeri girdiklerinde o hâlâ kanepede uyuyordu. Ayla Emrah’a söz verdiği gibi önce yaşayacakları evi gösterdi ona. Oğlu da aynı onun gibi minik tahta atı farketti önce.
“Alabilir miyim?” dedi annesine.
“Erdoğan beye sormalısın” dedi o da.
Annesi kapıyı açar açmaz içeri koşup mutfağa baktı, adamı orada göremeyince salona girdi heyecanla. Kanepede uyuduğunu görünce sessizce yanına yaklaştı.
“Onu buldum!” diye bağırdı annesine. Bunu yaparken sessiz olması gerektiğini unutmuştu.
Erdoğan gözlerini açtığında açık bıraktığı veranda kapısından içeri dolan ışıktan etrafını seçemedi önce. Başına eğilmiş o minik bedenin yüreğinin hızlı atışını ve sıcaklığı farketti sonra. Ardından çocuk sesini.
“Bu senin mi?” diye elindeki atı gösteriyordu heyecanla.
Rüya gördüğünü sandı Erdoğan. O minik atı avucunda tutup mutlulukla oynadığı günleri hatırlardı. Şimdi karşısında duran kendi çocukluğu muydu yoksa Emrah sahiden gelmiş miydi?
Doğruldu kanepeden, “Benim!” dedi gülümseyerek. Emrah’tı bu, “Artık senin olabilir!” dedi çocuğu kendine çekip sarıldı sımsıkı.
Ayla kanepenin hemen arkasındaydı. Gözleri dolarak baktı iki küçük çocuğa. Onun için ikisi küçücük bir çocuktu şimdi.
“Anne alabilirsin dedi!” diye bağırdı Emrah annesine. O zaman dönüp baktı Erdoğan arkasına.
Ayla gülümsedi ona.
Üç yıl sonra Erdem bey bahçeyi sularken hortumu küçük Masal’dan kurtarmaya çalışıyordu. Emrah onların yanında kardeşinin fotoğraflarını çekiyordu. Bu gün bahçede iki yaşı kutlanacaktı minik prensesin.
Ayla ve Erdoğan bahçedeki masaları düzenliyorlardı heyecanla. Misafirlerin gelmesine henüz vardı ama ikisi de minik kızlarının doğum günü için heyecanlılardı.
Bu güzel masal evinde artık her şey masal tadında yaşanıyordı.
Ömürlerinin sonuna kadar da mutlu yaşlandılar.
SON
Harika bir pazar günü diliyorum sizlere tüm sevdiklerinizle. Hayatınızdan masallar eksik olmasın. Mutlu olun, mutlu kalın.
Gülseren Kılınç