Masal prensi – Bölüm 11

Erdoğan artık Ayla’nın bile varlığını unutmuş anlatmaya devam ediyordu.

“Sonra yerinden kalkıp sendeleyerek yatak  odasına ilerledi. Ben de onun kalktığını görünce salona girip ‘Bahçede bir gölge  var!’ dedim heyecanla. Onu dışarı çıkarmak istiyorum çünkü.

‘Ne diyorsun çocuk git uyu!’ dedi ters ters. İlacın da etkisiyle dili dolaşıyordu.

‘Balkon kapısından içeri gözetlediğini gördüm, korkuyorum!’ dedim yeniden.

Beni eliyle itip verandaya doğru yürüdü. Burnunu cama dayayıp karanlık bahçeye baktı bir süre. Burnunun ucunu görecek hali yoktu aslında ama öylece duruyordu yine de.

‘İşte!’ dedim bir anda, ‘Ağacın oradan geçti şimdi!’

Dışarıdaki hafif rüzgar bahçedeki ağaçları sallıyor ve gölgeleri dansediyordu. Nasıl olduysa bir anda ikna oldu ve balkon kapısını açıp verandaya oradan da bahçeye geçip homurdanmaya başladı.

‘Irz düşmanı herif neredeysen çık haddini bildireceğim!’ diye bağırıyordu bahçede.

Mutfak çekmecesinden daha önce gözüme kestirdiğim bıçağı aldım ve koşarak çıktım bahçeye. Artık gözüm dönmüştü gerçekten. Annemi de kendimi de kurtarmak istiyordum. Benim arkasından geldiğimi anlamadı bile. Sırtına bütün gücümle indirdim bıçağı. Sarsıldı arkasını dönmeye çalıştı ama ben hızla çekip yeniden sapladım. Güçlü bir çocuktum. Sonra yeniden. Sonunda yere yığıldı. Artık sesi çıkmıyordu. Kendime gelmem yarım saati buldu. Başında yarım saat öylece oturdum korkuyla. Karanlıkta elime bulaşan kanı farketmemiştim henüz.

Bahçedeki patırtıya yan evdekiler polis çağırmışlardı. Adamın annemi ve beni sürekli dövdüğünü bildikleri içinbu defa bahçede dayak yiyoruz sanıp aramışlardı polisi yardım etmek için. Kimse o bela herife doğrudan bulaşmak istemiyordu çünkü.

Annem ilacın etkisiyle öyle dalmıştı ki polislerin geldiğini duymadı bile. Beni bahçede elimde kanlı bıçakla buldular cesedin başında. ”

Durdu ve başını  kaldırıp Ayla’ya baktı.

Ayla’nın yanaklarından yaşlar iniyor, gözleri kocaman açılmış Erdoğan’a bakıyordu hayretle. Bu kocaman cüssenin içindeki o minik çocuğu görüyordu bakarken. Bazen oğlu oluyor, bazen Erdoğan oluyordu  yeniden baktığı çocuk bakışlar.

O bıçağın pislik herifin bedeninde açtığı yaralardan daha derin yaralar açmıştı kendi içinde Erdoğan. Bir cana kıymıştı. O kan lekeleri hayatı boyunca kalacaktı ellerinde. Küçücük yaşta kendi adaletini sağlamak zorunda kalmıştı. Şimdi insanlar yine kendi adaletini aramaya kalkarsa diye korkuyordu ondan.

Sonra toplumun adalet sistemi onu yakalayıp katil damgasıyla içeri atmıştı. Yaşı çok küçük olduğu için ıslahhaneye gitmişti önce. Cüssesi sayesinde ezilmemişti orada. Yoksa oradan tek parça halinde çıkmak hapishaneden bile zordu.

“Adalet ve hukuk doğru olanı yaptı. Kimse benim gibi kendi adaletini aramak zorunda kalmamalı. Ben hep buna inandım. Bu yüzden hukuk ve adalet sistemine inanmak, güvenmek zorundayız. Çocuklar, kadınlar, erkekler hiç kimse ama hiç kimse haksızlığa uğramayacak kadar güvenmeliyiz hem de!”

“Gerçekten çok üzüldüm!” dedi Ayla. Hâlâ ona baktığında küçük bir erkek çocuğu görüyordu. Farkında olmadan oğluna yaptığı gibi elini uzatıp onun elinin üzerine  koydu ve bir iki kez hafifçe vurdu.

Erdoğan bu narin ve küçük ele baktı. Annesinin elleri gibi sıcaktılar. Sevgi dolu ve sıcak. Gözleri doldu yeniden.

“Peki annene ne oldu sonra?” dedi Ayla.

Ne yaptığını farkedip çekmişti elini Erdoğan’ın bakışlarını görünce. Konuyu yeniden hikayeye döndürmek istedi.

“Annem kendini öldürdü ben hapisteyken!” dedi Erdoğan ayağa kalkarken, “Şimdi gitmem gerekiyor. Artık teklifimi düşünmen için elinde gerçek bilgiler var!”

Sonra arkasını dönüp çıktı mutfaktan. Vestiyerden unuttuğu şeyi arayıp buldu ve çıktı kapıdan.

Hapisten çıktıktan sonra babasının bütün mirası ona kalmamıştı ne yazık ki, adam annesinin nikahlısıyken öldüğü için onun kendisi gibi arsız akrabaları da mirasa ortak olma peşine düşmüşlerdi. Geçenlerde yaptığı seyahatte bununla ilgiliydi zaten. Nihayet onların elinden kendine ait olanı kurtarmıştı. Bir daha da onlarla muhatap olması gerekmeyecekti. Şimdi mal varlığının tek sahibi oydu. Bunu sadece annesini korumak için yapmıştı. Malı mülkü olması ne geçmişi değiştiriyor ne de içindeki yaraları sarıyordu.

Emrah’ı düşündü evden çıkarken. Onun içindeki yaraları sarabilirdi belki. O da Erdoğan’ın içindeki yaralara iyi geliyordu. Kendinden çalınanları ona vermek istiyordu nedense. Oğlanın o minicik yüzündeki hüzün içine dokunmuştu. O mektubu okuduğundan beri onu çok sevmişti zaten. Bu ana oğul gelip hayatında bir çok şeyi dalgalandırmışlardı yeniden. Neyi nereye oturtacağını bilemediği için Erdem ağabeyle dertleşmişti geçenlerde.

Sarhoşla yaşadıkları dönemde tek dostu Erdem ağebey olmuştu yine.

“Neden konuşmuyorsun kızla?” demişti Erdem ağabey, “Onlar hayatına girdiğinden beri yüzünde bir ışık parlıyor gibi. Sen onlara, onlar sana merhem olabilir.”

“Nasıl konuşayım Erdem ağabey? Ne diyeyim?”

“Bahçedeki evi teklif et yanına gelsinler, anlat hayatındaki acıları. O sana anlatmadı mı?”

“Evet anlattı ama mecbur kaldığı için anlattı!”

“Peki bir gün o da giderse pişman olmayacak mısın?”

Sustu Erdoğan.

“Onunla konuş!”

“Yapamam!”

İşte Erdem ağabey onun yerine konuşmaya karar vermişti bu gün Ayla’yla. Eğer bir şey unutup geri gelmeseydi belki hiç bir zaman konuşamayacaktı o da. Onun anlatmaya başladığını duyunca kapının ardında içinde kopan fırtınayı bastırdı önce. Sonra bunu kendisi yapması gerektiğini anlayıp girdi mutfağa.

Şimdi yeniden çıkmış giderken bir daha Ayla’yı ve Emrah’ı bile görebileceğinden emin değildi. Kız belki de pılını pırtını toparlayıp iyice uzaklaşacaktı ondan. İyice korkmuştu belki. O sıcacık elin elinin üzerinde olduğunu hayal etti yeniden.

Gitmezdi belki de. Belki de gelirdi sahiden. Önce bahçedeki eve, sonra tüm hayatına kim bilir?

Yaşadığı onca şeyden sonra hiç bir zaman iki kişilik, hatta üç kişilik bir hayat hayal etmemişti kendine. O bıçağın açtığı derin izler, ellerindeki kan yüzünden adaletten öte kendisi cezalandırıyordu kendini. Bir cana kıymıştı.

Bunca zaman sonra hayat ona bir kadın ve çocuk mu göndermişti acaba mutlu olsun diye. Onların da yaraları vardı üstelik. Onların halinden en iyi anlayıp, elinde imkanları da varken kim kullanabilirdi ki kendisinden başka?

Kimin kime merhem olacağı belli değildi bu hayatta işte! Derin bir iç geçirdi. Bahçedeki o  eve mobilya bakmaya gidiyordu şimdi. Emrah için çok güzel bir oda hayal ediyordu. Bir gün olur da bir gün eğer büyük eve geçerlerse, o küçük ev her zaman Emrah’ın olurdu. Gülümsedi kendi kendine.

Kendi kaybolan çocukluğunu bulduğunu biliyordu Emrah’ta, doyamadığı annesini de Ayla’da görüyordu. Bunun yanında tarif edemediği başka bir sıcaklık doluyordu yüreğine. Bir aile sıcaklığı. Anne, baba ve çocuk, güzel bir ev, büyük bir bahçe, gülümseyen yüzler, dost bir bahçevan.

Bundan güzel bir masal olur muydu? O bir masal prensi değil miydi zaten?

(devam edecek)

 

 

 

 

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s