Ayla babası şiddete başvurduğundan beri çocuğun korku dolu uykular yaşamaması için uyumadan ona masal anlatmayı adet haline getirmişti. Çokta masal bilmediği için bildiği bir iki masalı şekilden şekile sokup öyle anlatıyordu. Emrah bu masalları o kadar çok seviyor ve inanıyordu ki, sonunda bir gün bir prensin gelip onları kurtaracağına karar vermişti. Ayla çocuğun bu masum hayaline gülümsüyor, onun gözlerindeki o umudu kırmak istemiyordu.
“Keşke gerçek dünya bir masal olsa, sen de seni kurtaracak bir prensi beklemek yerine kendin prens olsaydın!” diye iç geçiriyordu ona bakıp.
O sabah erkenden Emrah’ı uykulu gözlerle bıraktı Hayriye teyzeye ve yeni bulduğu işe doğru yola çıktı. Fatma’nın oturduğu yerden işe gitmesi içi iki ayrı vasıta değiştirmesi gerekiyordu. Bu da aya vurunca epey masraf oluyordu aslında ama Fatma’nın kurumdaki arkadaşı “Gidince adamla konuşursun belki yol paranı verir ekstra” demişti.
Evin yemek, ütü dahil günlük işleri yapılacaktı. Müstakil ama büyük bir ev değildi. Adam tek başına yaşıyordu. Daha öncekilerin oradan kaçma sebebi adamların gelen kadınlara bir terbiyesizlik yapmasından değil eski bir mahkum olmasından kaynaklanıyordu. Birini öldürdüğü için uzun süre hapis yatmıştı. Yüzü çok gülen biri de olmadığı için kadınlar korkup kaçıyorlardı onu görünce.
“Bana ne adamın hayatından, ne ettiğinden. Günahı boynuna, cezasını çekmiş çıkmış!” dedi Ayla kendi kendine yolda cesaret vermek için. O işini gücünü düzgünce yapar çıkar giderdi.
Evin bahçe kapısına geldiğinde mis gibi bir iğde ağacı kokusu geldi içeriden. Arkasından hanımelleri yetiştiler. Sabahın serinliğinde bu güzel kokular korkusunu alıp gittiler Ayla’nın. Mümkün olduğunca güler yüzlü olmaya çalışarak bastı zile.
Kapıyı boyu nerdeyse bir doksan olan iri yarı bir adam açtı. Birden bire kocaman adamı karşısında görünce kokuların verdiği gevşeklik yerini yeniden gerginliğe bıraktı Ayla’nın yüreğinde.
“Şirketten geldim!” dedi küçücük bir sesle.
Adam geri çekilerek onu içeri aldı. Hemen girişte iki kocaman iğde ağacı rüzgarda sallanarak yaydılar yeniden kokularını. İkisi beraber evin dış verandasına doğru yürüken yan gözle adama baktı yeniden. İri yarı ama tertemiz giyimli, traşlı düzgün bir adamdı ev sahibi. Yüzünde de, tipinde de öyle korkutucu bir ifade yoktu. Ev de yemyeşil bahçesi ve renkli taş döşemeleri ile oldukça neşeli görünüyordu. Ayla’nın tahmin ettiği gibi korkutucu bir ev değildi burası.
“Size neler istediğimi şirketten söylemişlerdir herhalde. Benim adım Erdoğan bu arada” dedi adam. Cüssesinden beklenen derecede kalın ve gür bir sesi vardı.
“Söylediler ama sizin ekleyecek bir şeyiniz olur belki. Ne isterseniz yapabilirim!” dedi Ayla cesaretlenerek. Bu iş onun için çok önemliydi.
Adam şirketten duyduklarını tekrarladı yeniden. Bahçeye zaten bahçevan bakıyordu. Haftanın yedi günü işleri yapması gerekiyordu sadece. Erdoğan bey çok sık seyahat etmezdi ama olur öyle bir durum olursa dönüşünden bir gün öncesi hariç Ayla’da izinli olabilirdi. Onun dışında bayram, yıl başı vb izinler vermeyecekti. Hastalık durumunda ise konuşurlardı. Şirket zaten böyle durumlarda Ayla’nın yerine geçici birini göndereceklerini söylemişti.
Ayla’ya mutfağı, banyoyu, temizlik malzemelerini tek tek gösterdi ve sonra evin içinde sessizce kayboldu Erdoğan bey. Daha önce eve temizliğe gelen kişi memleketine gitme bahanesi ile ayrılmıştı. Şirkete Erdoğan beyi telefonda birine bağırırken duyduğunu ve bunun onu çok korkuttuğunu söylemişti sonradan. Sonuç olarak adamın kıza ters bir hareketi olmamıştı. Yaklaşık yirmi gündür evde bir yardımcı çalışmadığı için ortalık bayağı kirlenmişti. Mutaf tezgahı bir süredir silinmediğini ve üzerinde ne kadar dağınık ve beceriksiz çalışıldığını anlatabilecek kadar dile gelmişti neredeyse. Buz dolabının içi ve kapağı parmak izleri doluydu. Ayla bir süre nereden başlayacağına karar veremedi.
Günlük yemek yapacağı için ilk önce mutfağı temizlemek en doğrusu diye karar verip işe girişti. Buz dolabında o gün için pirişilebilecek bir kaç şey vardı. Temizlik kısmı bitince buz dolabının üzerinde gördüğü kağıttan bir parça koparıp alışveriş listesi yaptı. Anlaşmlarına göre ihtiyaç listesini o yapacak Erdoğan bey de gidip alacaktı. Adam okuyabilsin diye mümkün olduğu kadar düzgün ve büyük yazmaya çalıştı.
Dolaplardaki bakliyatı kontrol etti. Bulduğu kırmızı mercimek ile bir çorba koydu önce. Çorbanın kokusu bir süredir aktif olmayan ve kire bulanmış mutfağı yeniden canlandırdı. Tezgahın pırıltısı bile arttı sanki. Ayla temizledikten sonra mutfağı gerçekten çok beğenmişti. Dolaplardan perdelere kadar her şey zevkli bir seçimdi.
“Belki karısı vardır” diye düşündü çorbayı karıştırıken kendi kendine. Çorba hazır olunca. Fırına bir sebze yemeği hazırladı koydu ve o pişerken salonu temizlemeye başladı hemen. Bu gün mutfak ve salonun hallederse, ertesi gün de odalar ve banyoyu temizleyip asıl büyük işi bitirebilirdi. Sonra günlük ve gerektikçe detaylı temizlikle işi hallederdi. Salonun camları, tozu, yeri, perdeleri derken istediği kadar detaylı çalışamadan gün bitiverdi. Erdoğan bey pişen yemeğin kokusuna bir ara mutfağa gelmiş. Tabağına koyup yedikten sonra yeniden ortadan kaybolmuştu. Burada olduğu süre boyunca Ayla’da pişirdiği yemeklerden yiyecekti. Adamın yediğini gördükten sonra o da oturup yedi biraz. Erdoğan bey iki günden fazla aynı yemeyi yemek istemediğinin özellikle altını çizmişti. Bu yüzden olur da yemek üçüncü güne kalırsa istediği gibi alıp eve götürebilirdi. Bunu duyduktan sonra ister istemez Emrah’ı düşündüğü için biraz fazla yapmıştı yemekleri. Oğlunun yiyemediği yemek boğazından geçmiyordu zaten.
Emrah annesinden ayrılıp, günü Hayriye teyze ile geçirmekten hiç hoşlanmasa da nihayet bir iş bulup kendi ayakları üzerinde durabileceği için mutluydu Ayla. Uyumadan önce kendilerine ait bir evleri olması için bir süre böyle yaşamaları gerektiğini anlatıp, arkasından yine prensli bir masal anlattı oğluna.
Çocuk kendilerini kurtaracak o kahraman prensin hayali ile uykuya daldı mutlulukla. Ona göre annesinden daha güzel bir prenses olamazdı zaten ve tam da şimdi hayatlarına bir prens gerekiyordu. Evet babasını da seviyordu ama onun bir prens olmadığı ortadaydı. Annesini ve onu mutsuz ediyordu. Bir prens asla kadınlara vurmazdı. Çok nazik olurdu. Sevgi dolu olurdu. Koruyucu ve güven verici olurdu. Onları bir prens gelip kurtarınca o da ileride prens olma şansına sahip olabilecekti ayrıca. Neyse ki annesi ona bir prensin nasıl olması gerektiği konusunda her şeyi anlatıyordu.
(devam edecek)