O çarşamba yine fotoğraf makinası elinde tıp fakültesinin bahçesinde dolaşırken görmüştü Kemal’i. O kocaman çınarın altına oturmuş, etrafına yaydığı kitapların içine gömülmüştü adeta. Arada bir rüzgarın uçurduğu sayfalara sahip çıkmaya çalışıyor, burnundan aşağı kayan gözlüğünü düzeltip duruyordu. Ağacın dalları arasından süzülen güneş ışıkları sanki sihirli bir kafesin demirleri gibi uzun uzun sarmıştı etrafını.
Bu Ebru’nun asla kaçırmak istemediği bir andı. Gözü makinasında vahsi bir hayvanın avına yaklaştığı gibi yavaş ve sessiz adımlarla ona doğru yürüyerek seri halde çekti bu anın fotoğraflarını.
Kemal’in başını çevirip onu farketmesi ile bozuldu bu sihirli an ve Kemal o sihirli kafesin içinden çıkıp elini sallayarak bağırmaya başladı ona ;
“Senin insanların özeline hiç saygın yok mu? İzin almadan kimsenin fotoğraflarını çekemeyeceğini bilmiyor musun? Çabuk getir o makinayı buraya!”
Az önceki sihirli andan fırlayan bu sinirli adama şaşkın şaşkın baktı Ebru.
“Neyin var senin? Bana teşekkür etmen gerek harika anlar yakaladım ben az önce!”
“Sana neden teşekkür edecek mişim? İzinsiz fotoğraf çeken paparazzilerden bir farkın mı var ki şu anda?”
“İzin alsaydım bu kadar güzel olmazlardı ki?”
“Ne o sosyal medyada ki ‘haberim yokmuş gibi çek panpa!’ akımından mısın sen de yoksa?”
“Hayır ben fotoğrafçılık okuyorum ve bu fotoğraflar bana lazım!”
“Onları sileceksin!”
“Hayır silmeyeceğim!”
“Sileceksin!”
“O zaman bana yemek ısmarla!”
Kızın bu tuhaf isteğina anlam veremeyen Kemal affalayıp cevap veremeyince devam etti, Ebru, ne kadar sinirli de olsa hoşlanmıştı bu çocuktan.
“Çarşambaları boşum, haftaya gelir sana fotoğraflarını veririm sen de bana yemek ısmarlarsın anlaştık mı?”
“Hayır anlaşmadık!”
“Haftaya görüşürüz!” diyerek arkasını dönüp yürüdü Ebru.
Kemal arkasından seslense de dönüp bakmadı ona. Yurda dönüp fotoğrafları bilgisayara aktarında gerçekten harika çıktıklarını farketti. Düşündüğünden daha iyi bir sonuç almıştı ve o sersem mbu fotoğrafları görünce kesinlikle fikrini değiştirecekti.
“Bu işte iyiyim ben!” dedi kendi kendine ve ona ait olanları bastırmak için taşınabilir diskine kopyaladı.
O hafta sonu eve gittiğinde bastırdığıı fotoğrafları babasına da göstermek istediği için yanına aldı. Teyzesi Gülizar ve kuzeni Gülçin’de onlara yemeğe gelmişlerdi Cumartesi günü. Ebru fotoğrafları Selami beye gösterirken onlara da gösterdi.
“Vay yakışıklı çocuk!” dedi Gülçin.
“Evet değil mi?” dedi Ebru da ona göz kıraparak, “Tıp fakültesinde okuyor bizim. Haftaya bana yemek ısmarlaycak!”
“Çıkıyor musunuz siz?” dedi Gülçin merakla.
“Henüz değil!” diyerek gülümsedi Ebru’da.
Evet Gülçin’in tuhaflıkları vardı hâlâ ama seviyordu Ebru onu yine de. Ona bir zararı yoktu en azından. Öfke kontrolü sorunu yaşıyordu, duygularını kontrol edemiyor ya da bazen gereksiz alınganlık yaparak hüngür hüngür ağlıyordu. İlaçlarla ancak bu kadar iyi olabilmişti. Hasta olduğunu bilmeyen insanların anlaması zordu Gülçin’in durumunu. Tuhaf bir şekilde başkalarının yanında hiç kriz geçirmiyor aksine herkesten sakin ve iyi oluyordu. Doktor sosyalleşmenin ona iyi geldiğini söylemişti zaten. Arada bir Ebru da onu dışarı çıkarıyordu bu yüzden. O da Ebru ile gezmeyi sevdiği için hemen kabul ediyordu gezme teklifini.
Selami bey böylesine içten ve iyi bir kızı olduğu için gurur duyuyordu Ebru ile ama Sedef hanımın yanında fazla belli edemiyordu durumu. Dorukcan ile ilgilenmeye çalışıyordu daha çok.
Dorukcan Ebru ve Gülçin’in aksine sessiz ve içine dönük bir çocuktu. Bu nedenle kızların olduğu yerde varlığı pek farkedilmiyordu. Derslerinde çok başarılıydı ama Ebru ve Gülçin’den çok daha iyi gidiyordu eğitim hayatı.
Gülçin’de ilaçların desteği ile sağlık meslek lisesine gidebilmişti. Hemşire olabilme şansı olacaktı böylece ileride. İki yıllık bir yüksek okula girebilmesi için uğraşıyordu Gülizar hanım. Gülizar hanımın kocası Dorukcan’ın karısının ilk çocuğu olduğunu bildiği için pek gelmek istemiyordu Sedef hanımların evine. Kendimi bir tuhaf hissediyorum diyordu. Bu yüzden Gülizar hanım ve Gülçin geliyorlardı sadece Sedef hanımlara. Dorukcan, Gülçin, Ebru tüm çocuklar biliyorlardı durumlarını ama onlara garip gelmiyordu bu durum. Yaşantılarının bir parçasıydı hepsi. Sadece dışarıdan birilerine açıklamak gerektiğinde anlatması zor oluyordu. Bu yüzden de kimseye bahsetmemeyi, tercih ediyrlardı ki, Sedef hanım üzülüyordu zaten başkalarının bilmesinden.
Onun durumu da zordu. Hem kocası yıllarca başka kadını da idare edip ondan bir çocuk yapıp sonunda o çocuğu da eve getirmiş hem de Sedef hanım kendi çocuğu olmadığı için boşanmak üzere olan kız kardeşinin ilk çocuğunu daha annesinin karnındayken evlat edinmişti. Dolayısıyla bu hikayenin dallanıp bıdaklandırılmasından, başkalarının diline dolanmasından hiç hoşlanmıyordu. Bu yüzden bir araya geldiklerinde sanki bütün bunlar hiç olmamış gibi davranmaya çalışıyor, bu konulara asla girmiyorlardı.
Ertesi hafta Çarşamba günü Ebru bastırdığı fotoğrafları da çantasına koyup yeniden Tıp fakültesinin bahçesine gitti. Elbette o zamanlar fotoğrafını çektiği kişinin adının Kemal olduğunu henüz bilmiyordu. Ancak bahçede uzun uzun turlamasına rağmen ona bir türlü rastlayamadı ve biraz fotoğraf çekip yurda döndü.
Ertesi hafta yeniden, daha ertesi hafta yeniden gitmesine rağmen Kemal’i yine göremedi.
Bu arada hafta sonları eve döndüğünde Gülçin sürekli “Ne yaptınız?” diye soruyor. O da henüz karşılaşamadıklarını, onun derslerinin çok ağır olduğunu ve şimdi sınav zamanı olduğundan hep ders çalıştığını anlatıyordu.
Üçüncü hafta Evru bastırdığı fotoğralarla yine tıp fakültesinin bahçesine gittiğinde onu tam binaya girerken gördü ve koşarak gitti peşinden. Kimlik gösterme alanına gelmeden nefes nefese yakalayıp gömleğinin koluna yapıştı.
Aniden birinin kolunu çekiştirmesiyle dönen Kemal görür görmez tanıdı bu fotoğrafçı kızı.
“Gene mi sen?” dedi ukala bir sesle.
“Bana yemek ısmarlayacaktın unuttun mu?” dedi nefesini toplamaya çalışarak Ebru. Sesi düşündüğünden yüksek çıktığı için etraftakiler dönüp onlara bakmıştı birden.
Herkesin onlara bakmasından rahatsız olan Kemal, “Yürü!” diyerek kolundan tutup bahçeye çıkardı onu.
“Ne yemeği, sen fotoğrafları vermedin ki bana!”
“Geldim ama sen yoktun, işte bak burada fotoğraflar!” dedi çantasındaki fotoğrafların ucunu göstererek.
“Tamam onları bana ver ve toz ol! Şimdi buradan!”
“Hayatta olmaz bana yemek ısmarlayacağına söz verdin!”
“Ismarlarsam peşimi bırakacak mısın?”
“Evet!” dedi sevinçle Ebru. Nihayet bu yakışıklı çocuğun inadını kırmıştı.
Kemal onu alıp kampüsün en ize büfesine götürdü ve bir kaşarlı tost alıp önüne koydu.
“Haydi ver fotoğrafları!” dedi sonra.
Ebru tostundan iştahla ısırırken çıkarıp masaya koydu fotoğrafları çantasından. Kemal dikkatle inceledi, gerçekten çok güzel fotoğraflardı ama bu kıza yüz verirse başından atamayacağını anladığı için beğendiğini belli etmedi.
“Tamam bir daha peşimde dolanma!” dedi kalkarken Kemal.
(devam edecek)