Osman bey de çok mutluydu yeni karısıyla, oğlunu da kızından ayırt etmemişti. Evet safçaydı Hüseyin ama normal bir insandı. Kolay kanıyor, zor öğreniyordu sadece. Öyle eski karısının sandığı gibi gerizekalı falan değildi. Onun temiz kalbi yeterdi zaten. Büyürlerken İdil’in başından hiç ayrılmamış, ona elinden gelen tüm ağabeyliği yapmıştı.
Osman bey ona ne alırsa aynısından İdil’e de aldığı halde, kendi hakkının yarısını ayırır “Kardeşime vereceğim” derdi.
Feriha hanım da İdil’e çok iyi bakmıştı, öz annesi olsa bu kadar yürekten sevemezdi. İdil büyüdükçe anlamıştı tüm gerçekleri. Hülya hanımın canını yakmak için söylemiyordu. Gerçekten Feriha annesini seviyordu o öz annesi yerine.
Hayat böyle mutlu mesut ilerlerken Osman beyin kanser olduğunu öğrendiler. Hızlı ilerleyen illet bir yıl içinde adamcağızı aldı götürdü ellerinden. İdil’in okulunu bitirmesine bir yıl kalmıştı babasını kaybettiklerinde.
Üç ay sonra Feriha hanım bir iş bulmuştu kendisine.
“Anne ben de çalışayım” demişti İdil annesinin haline üzülüp.
“Olmaz bir yılın kaldı, sen tahsilini tamamlaycaksın sonra çalışacaksın.” demişti Feriha hanım kesin bir dille.
Bir akşam Hüseyin de “İş buldum” diye gelmişti eve. Önce birilerinin onu kandırdığını düşünmüşlerdi. Sonra oğlanın ısrarı ile bahsettiği fabrikaya gittiklerinde aynı söylediği gibi engelli kadrosundan işe alındığını öğrenip çok sevinmişlerdi. Hüseyin’in kazanacağı para değildi onları sevindiren. Kendi başına gidip bir işe kabul edilmesiydi.
“Allah bin kere razı olsun ne iyi insanlar var” demiş, fabrikanın sahiplerine dualar etmişti Feriha hanım.
Getir, götür işlerine bakacaktı fabrikada Hüseyin. Üstelik servisle gidip gelecekti.
“Kardeşime bakacağım ben çalışıp!” diye gülümsüyordu devamlı delikanlı.
İlk maaşıyla da markete gidip İdil’in sevdiği ne kadar şeker çukulata varsa alıp getirmişti eve.
“Babam gibi yaptım.” demişti sonra da.
Feriha hanım ile İdil tutamamışlardı göz yaşlarını.
Okulun bitmesine iki ay kala İdil’in staj yapması gerekince, bir işe girmeye bahanesi olmasına çok sevinmişti kızcağız. Annesi ve ağabeyinin çalışıp onun bir şey yapamıyor olmasına çok üzülüyordu uzun zamandır.
“Ben çalıştığım yerdekilere söyleyeyim önce sen benden haber bekle!” dedi Feriha hanım staj lafını duyunca.
Kızın öyle bilmediği tanımadığı bir yerlerde işe girmesini istemiyordu, Osman beyin emanetiydi İdil ona.
Patronlarına kızın durumundan bahsedince onlar da gelip bizim muhasebe de başlasın dediler. Feriha hanımın dürüstlüğü çalışkanlığını seviyorlardı hepsi.
“Kızın da senin gibidir mutlaka Feriha hanım!” dediler ona.
Böylece İdil’de Feriha hanımın çay işlerine baktığı şirketin muhasebe bölümünde staja başladı. Henüz staj yaptığı için maaşı yok denecek kadar azdı ama mezun olduktan sonra burada işe kabul edilirse annesinden de, ağabeyinden de çok kazanacak. Belki de böylece onların çalışmalarına gerek kalmayacaktı.
Hülya hanım kızının üniversiteyi bitirmek üzere olduğunu haber alınca yeniden peşinde düştü. Artık kocasının itiraz edeceği çocuk yaşında değildi. Eli ekmek tutan kocaman bir kızdı. Paranın gücünü ve tadını anlayacağı yaşa gelmişti. Eski kocasının ölümünün ardından kızının da o fakir mahallede evlenip üvey annesi gibi yaşamasını istemiyordu. Ona zengin bir koca bulacaktı en kısa zamanda. Önce kızı ayartması gerekiyordu.
İdil’e yanaşma çabaları boşa çıkıp, karşısına onu ikna etmek için farklı bir fırsat çıkınca bunu hemen kullandı Hülya hanım.
İdil’in üvey ağabeyi Hüseyin, şimdiki kocasının ihalesini almak istediği fabrikada çalışyordu. Sahipleri iyi tanıdıkları bir aileydi. Mert işi babasından yeni devralmış genç bir iş adamıydı. Kız kardeşi evlenip yurt dışına gittiği için işin başına o geçmişti. Pek iyi bir namı olmasa da çok zengindi. Hülya hanım için bundan başka önemli bir şey olamazdı zaten. İdil’i Hüseyin’i ziyaret ettiğinde bir kaç kez görmüş beğenmişti Mert. Kızın Hülya hanımın kızı olduğunu öğrenmesi ise tamamen bir tesadüf eseri olmuştu.
Mert’in İdil’i beğenmiş olması ve kocasının ihaleden alacağı para bir araya gelince hemen bir plan yapmış ve Mert’i ziyarete gitmişti Hülya hanım. Kızının o gerizekalı ağabeyine ne kadar düşkün olduğunu biliyordu. Bu hepsinin işine yarayacaktı şimdi.
Mert ile de konuşup anlaştıktan sonra planlarını uygulamaya koydular.
İki hafta sonra Hülya hanım kızını arayıp mutlaka ona uğraması gerektiğini ve konunun çok önemli olduğunu söyledi.
İdil “Benim seninle konuşacak bir şeyim yok!” demesi üzerine konunun Hüseyin olduğunu vurgulayarak, eğer gelmesse delikanlının başına kötü şeyler gelebileceğini söyledi hemen.
Ağabeyinin adını duyunca neler olduğunu anlayamayan İdil, gitmeyi kabul etti.
“Bakıyorum da Hüseyin der demez uçarak geldin! Annenin bile o kadar değeri yok gözünde” diye sitem etti Hülya hanım kızı gelir gelmez.
“Sen benim annem değilsin, bunu defalarca konuştuk. Ne olmuş Hüseyin ağabeyime?”
“Senin oğlan biraz para afırmış canım kızım. Belki de sandığım kadar salak değildir!” diyerek bir kahkaha attı Hülya hanım.
“Hüseyin ağabeyim hayatta öyle bir şey yapmaz. Ayrıca o getir götür işi yapıyor, ne parası?”
“Bunun eline bir yere götürmesi için para vermişler şekerim. Hem de epeyce yüklü bir para. Seninki iç etmiş hepsini. Şimdi o parayı ödemezse hapsi boylayacak!”
“Yalan bu! Sen nereden biliyorsun ayrıca?”
“Bak İdil, senin benim kızım olduğunu bilen bir çok insan var. Ağabeyinin patronu Mert’de bunlardan biri. Seni görmüş bir kaç kez oğlanın yanında. Bu iş olunca arayıp bana sordu. Ben de anlattım durumunuzu. Senin oğlana ne kadar değer verdiğini bildiğim için bir pazarlık yaptım Mert ile. Eğer şimdi söyleyeceklerimi kabul etmezsen ağabeyin hapiste çürüyecek canım.”
İdil gözleri fal taşı gibi açılmış annesine bakıyordu.
“Ne kadar para kaybolmuş”
“Kaybolmuş demedim, parayı senin ki iç etmiş.”
“Saçmalama, nerede para o zaman?”
“Onu da Hüseyin ağabeyine sorarsın. Şimdi beni dinleyecek misin, dinlemeyecek misin?”
“Neymiş teklifin?”
“Eğer Mert ile evlenirsen bu konu kapanacak. Bu kadar basit. Bir milyarderle evlenmiş olacaksın hepinizin hayatı kurtulacak.”
“Sen ne saçmalıyorsun böyle, tanımadığım bir adamla neden evleneyim?”
“Para için!”
“Ben sen değilim tamam mı? Ayrıca ağabeyim öyle bir şey yapmaz. Mutlaka bir hata olmuştur. Yapmışsa da ben o parayı öderim Ne kadar bir paradan bahsediyoruz?”
“On milyon lira canım. Emekli olana kadar biriktirirsin artık o stajyer maaşıyla”
İdil yutkundu. Şimdi bu parayı bulabileceği bir yer yoktu henüz ama bulabilirdi belki. Belki ağabeyinin patronu ile konuşurdu gidip bir orta yol bulurlardı.
“Kızım adam seni görmüş beğenmiş, teklif ondan geldi. Neyi konuşacaksın gidipte?”
“O zaman sen öde bir annelik yapıp!” diye bağırdı İdil.
“Elalemin sıpasını mı kurtarayım boş yere! Bunu senin için bir fırsata çeviriyorum daha ne istiyorsun?”
“Allah kahretsin!” diyerek kapıyı açıp çıktı İdil.
“İdil hata yapıyorsun! İyi düşün! Hapiste ölür o çocuk. Katili de sen olursun, kurtarmak varken. Bu vicdan azabıyla yaşayabilir misin?”
İdil annesini duysa da bahçe kapısına doğru yürümeye devam etti.
(devam edecek)