Beni unutma ! – Bölüm 4

Karısının ölümünden sonra oğluyla kopan bağlarını yeniden kurmaya çalışırken, üvey oğlunun saçmalıklarıyla uğraşmak istemiyordu şimdi. Halası Ali’nin kekemeliğini de tedavi ettirmişti Almanya’da, yıllar önce Mustafa’nın ezdiği o çocuk gitmiş sosyal, yakışıklı bir delikanlı gelmişti onun yerine. Yine yaşıtlarına göre daha sakin ve sessiz bir gençti Ali ama en azından artık eskisi kadar içine kapanık değildi.

Döneceği zaman onu Mustafa ve üvey annesi ile aynı evde yaşamak zorunda bırakmamak için ayrı ev tutmuştu Suat bey. Zaten onu evden istemeyen Fikriye memnun olmuştu bu karara. Bir tek Mustafa kıskanmıştı bu ayrıcalığı. Yıllarca ortalarda olmadığı halde babası onu ödüllendirmişti döner dönmez. Oysa Mustafa evlatlık yapmıştı ona asıl. O Ali gibi çekip gitmemişti elin memleketine.

Fikriye, “O yüzden seni yanından ayırmak istemiyor baban” diyerek ikna etmişti oğlunu.

Ali’nin burada çok arkadaşı olmadığı için bir yandan iş arıyor, bir yanda da vaktini kitapçlarda veya sinemalarda geçiriyordu. Geleli henüz dört ay olmuştu. Çocukken terkedip gittiği bu ülke ve şehir hakkında hafızasında çok detay kalmamıştı. Halası okul bittikten sonrada Almanya’da kalması konusunda ısrar etse de, içinde yenemediği bir sese uyup yeniden dönmek istemişti. Şimdi babasının eline bakmamak ve evin kirasını kendi ödemek için iş arıyordu. Bulduğu ilanlardan bir kaçından haber gelmiş, görüşmeye gitmişti. Geri dönmelerini beklerken özlediği şehri karış karış gezmeye devam ediyordu.

Her zaman gittiği kitapçıda gördü Pınar’ı uzaktan. O kadar güzel bir kızdı ki bir anda gözleri takılıvermişti. Pınar’da onu farketti ama sonra başını çevirdi.

O kadar tanıdık gelmişti ki delikanlının gözleri, yeniden bakmak ihtiyacı hissetti sonra.

“Aman Tanrım!” dedi kendi kendine, o kaşın üzerindeki yarık izi, bu gözler Ali’den başkasına ait olamazdı ama yine de emin olamadı bir türlü. Bu arada ona baktığını farkeden Ali’de gülümsemeye başlamıştı. Pınar onu tanıdığını düşünüp gülümseyerek gitti yanına.

“Merhaba ben Ali!” diye önünde uzanan eli görünce durdu birden.

Eğer onu tanımış olsa tepkisi böyle olmazdı muhtemelen.

Yanına kadar gülümseyrek gelip, elini uzatınca yüzünün neden asıldığını anlayamadı Ali. Eli havada bekledi öylece ona bakıp.

Pınar’da bilemedi ne yapacağını. Yıllardır hiç unutmadığı ve evleneceğine söz veren arkadaşı unutmuş muydu onu yoksa.

“Artık kekelemiyorsun!” dedi yine de gülümseyerek.

Şaşırma sırası Ali’ye geldi bu kez. Bu güzel kızın onu kekelediği dönemden tanıması nasıl mümkün olabilirdi.

“Aynı sınıfta mıydık yoksa?” dedi merakla.

Cevap vermedi Pınar. Aklına ilk gelen ihtimalin bu olmasına iyice bozulmuştu.

“‘Beni unutma!’ diye tembihlemiştin ama sanırım sen kendin tutamamışsın sözünü!” diyerek döndü arkasını.

Öfkelenen yüzündeki mimiklerinden tanıdı onu Ali, “Beni unutma!” demişti o son gün ağaçların altında ona.

“Pınar!” dedi şaşkınlıkla.

Pınar döndü hemen, gözlerinden anladı Ali’nin hatırladığını, koşup sarıldı boynuna.

“Buna inanamıyorum” dedi Ali şaşkınlıkla, bir kafeye gidip oturdular beraber. Birbirlerinden laf çalarak hatırlardılar o eski günleri tek tek. Ali’nin annesini gözleri dolarak andılar.

“Hatice teyzenin iyi olmasına çok sevindim” dedi Ali.

Sonra Almanya’da geçen yılları anlattı ona, Pınar’da ona onsuz burada yaşanılanları. Saatin nasıl geçtiğini bilemediler beraber.

“Neden benimle bize gelmiyorsun, annem çok sevinir seni gördüğüne!” dedi Pınar neşeyle.

Bu fikir Ali’yi de çok heyecanlandırdı. Nasılsa onu evde bekleyen kimse yoktu.

Beraber döndüler eve, Hatice hanım, bu yakışıklı delikanlının Ali olduğuna inanamadı önce. Bütün gece sarılıp sarılıp ağladı çocuğa. Demek Gülser’in o minik Ali’siydi bu karşısındaki koca adam.

Sonraki günlerde Ali ve Pınar görüştüler sık sık. Hatice hanımın hastalığı ilerlemeye başladığından Ali onu da ziyaret etti sürekli. Onun annesinin hastalığı sırasında nasıl yanlarında olduğunu unutmamıştı.

Ali ile karşılaşmalarının ardından altı ay sonra hayata gözlerini yumdu Hatice hanım. Ali bir kez olsun yanlız bırakmadı Pınar’ı bu süreç boyunca.

“Şimdi ikimizde yalnızız” dedi cenazeden dönerken.

Pınar, Ali’nin babasının evine neredeyse hiç uğramadığını, onunla  ve annesi ile görüştüğünden de babasına veya Fikriye’ye bahsetmediğini biliyordu.

“Evet sanırım ikimizde yalnızız” dedi içini çekerek Pınar.

“Sözümü tutmamın zamanı geldi artık ne dersin?” dedi Ali bir gün birlikte kahve içerlerken . Hatice hanım öleli üç ay olmuştu. Bu süreç boyunca Pınar’ın toparlanıp kendine gelmesini beklemişti.

“Hangi sözünün ?”

Kafedeki insanlara aldırmadan sandalyesinden kalkıp Pınar’ın önünde diz çöktü ve cebinden çıkardığı annesinin yüzüğünü ona uzattı.

Pınar Gülser hanımın parmağında gördüğü  yüzüğü hatırlamıştı görür görmez. Çocuk aklıyla o yeşil taşlı yüzüğü çok beğenmişti onun parmağında daha ilk gördüğünden beri.

Aslında yıllardır Ali’yi ve bu teklifi beklediğini o an hissetti içinde o da. Elini uzattı çocukluk aşkına, o da yüzüğü taktı parmağına.

“Sence nikah  dışında bir formaliteye ihtiyacımız var mı?” dedi Ali ona sarılırken.

“Hayır” dedi Pınar.

Zaten çağıracakları bu mutluğu paylaşacakları kimse de yoktu. Neden gidip hemen evlenmiyoruz o zaman?”

“Şimdi mi?”

“Evet şimdi?”

“Oluyor mu öyle?” dedi Pınar heyecanla.

“Bilmem sorar öğreniriz.”

Neşeyle kalkıp gittiler evlendirme dairesine. Ertesi güne randevu aldılar nikahları için.

“Suat amcaya söylemeyecek misin?” dedi Pınar bir anda aklına gelmiş gibi , “Yani izni gerekmiyor mu?”

“O evlenirken benden izin aldı mı?” dedi Ali gülerek, nikahtan sonra gidip birlikte söyleriz.

Bir anda evlenmeye ve evleri birleştirmeye karar veren gençler, ertesi günü gidip hallettiler nikah işini, Henüz işe giremediği için kirasını babasının ödediği daireyi boşalttı Ali ve Pınar’ın yanına taşındı. Tam taşındığı gün geldi başvurduğu yerlerden birinden haber. Hemen bir kaç gün içinde çalışmaya başlayacaktı.

Evi yerleştirdikten sonra beraber Suat beyin evine gittiler bir akşam. Ali hem anahtarı verdi babasına hem de Pınar ile evlendiklerini söyledi. Oğlunun birden bire evlenip gelmesine şoka giren Suat bey hiç bir şey söyleyemeden dinledi.

Pınar’ın karısının en yakın arkadaşı Hatice’nin kızı olduğunu duyunca söyleyecek kelime bulamamıştı. Fikriye’nin umurunda bile değildi zaten olanlar. Sonuçta onlara bir iş çıkmadan oğlan kendi kendine evlenmişti. Ne güzeldi işte.

Kahvelerini içerlerken salona giren Mustafa, Pınar’ı görünce neredeyse sevinçten çıldıracaktı.

“Anne! Onu nereden buldun!” diye çığlık attı girer girmez.

Mustafa’nın kocaman çıkan sesi ile irkildiler hepsi. Fikriye’de oğlunun ne yaptığını anlayamamış şaşkın şaşkın bakıyordu.

“Anne o kız işte, bu o kız!” dedi Mustafa yeniden sayıklar gibi. O kadar heyecanlanmıştı ki yerinden kıpırdayamıyor sürekli  aynı şeyi tekrarlıyordu.

Mustafa’nın bu tuhaf halinden tedirdgin olan Ali, Mustafa karısının üzerine doğru yürümeye başlayınca ayağa kalkıp onun önüne geçti.

“Çekil önümden ezik, aşkıma hoş geldin diyeceğim” dedi Mustafa dik dik.

“Aşkım dediğin o kız benim karım Mustafa!” dedi Ali sert bir sesle.

Mustafa dönüp annesine baktı hırsla, Fikriye onaylar gibi başını salladı ne yapacağını bilemediğinden. Oğlan yeniden hırsla dönüp itti Mustafa’yı ve Pınar’ın koluna yapıştı.

“Hayır! O benim karım!”

Suat beyin yerinden kalkıp oğlanın suratına indirdiği yumruğu hatırlıyordu Pınar en son. Ali’nin kollarına yığılıp kalmıştı. O geceden sonra Mustafa’nın bir sinir hastalıkları hastanesine kapatılmasına karar verildi. Fikriye oğlunun hastaneye kapatılmasına neden olduğu ve yumrukladığı için boşanma davası açtı Suat beye. Suat bey hiç itiraz etmedi bu duruma. Pınar ve Ali’den özür diledi olanlar için. En çokta Ali’den. Baba oğul bir gece sabaha kadar konuşup dertleştiler.

Şimdilerde torununu seviyor Suat bey. Hatice Gülser koydular adını.

SON

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s