Beni Unutma! – Bölüm 2

Pınar ve Hatice  o gün Ali’lere geldiklerinde zaten haftalardır öleceğini bildiği için kendini kötü hisseden Gülser göz yaşları içindeydi. Hatice arkadaşına sımsıkı sarılarak, Pınar’a Ali’yi alıp bahçeye çıkmaları için kaş göz etti.

Zaten Pınar’ın yolunu gözleyen Ali’de görmüştü Hatice teyzesinin işaretini, hiç ikiletmeden çıktılar iki çocuk odadan. Ali annesini nasıl teselli edeceğini bilemediği için sevinmişti onların gelmesine.

Hatice Gülser’in göz yaşlarını son zamanlarda gelen ataklardan biri olduğunu düşünmüştü. Kolay değildi yaşadıkları Ali henüz on bir yaşındaydı. Gülser’in anne ve babası hayatta değildi, kardeşi yoktu. Öldüğü takdirde babası ile kalacaktı çocuk. İnsanın evladından ayrılması ve onu büyütemeyeceğini bilmesi gerçekten çok acı verici bir şeydi.

“Suat beni aldatıyor” dedi Gülser başı arkadaşının omuzundayken.

Hiç beklemediği bu söz karşısında irkildi Hatice birden.

“Emin misin?” dedi, ne söyleyeceğini bilemediğinden.

Arkadaşının kollarından geri çekilen Gülser yaşlı gözlerle baktı onun yüzüne.

“Eminim. Üstelik kız hamileymiş”

İyice şaşırmıştı Hatice, zavallı arkadaşı zaten canı ile uğraşırken bir de böyle bir tramvayla baş etmek zorunda kalacaktı demek. Üstelik eşinin desteğine en çok ihtiyaç duyduğu zamanda.

“Ne yapacaksın peki?” dedi endişeyle.

Eğer kocasından ayrılmak isterse birlikte oturabilirlerdi. Düşünceler hızla şekilleniyordu zihninin gerisinde. Arkadaşını bu şartlar altında tek başına bırakamazdı. Ali ile Pınar’da beraber büyürlerdi hem böylece. Onlar da birbirlerine bakarlardı.

“Ben ölüyorum Hatice, o kızın karnında tazecik bir can  var doğmayı bekleyen.”

“Evet” dedi Hatice gözleri dolarak arkadaşının yüzüne baktı.

“Suat’ı terketsem. O çocuktan kurtulun desem ne olacak? Ben kendi canımı koruyamazken, o doğmamış günahsızın canına, hayatına nasıl kastedeyim?”

Hatice ağlamaya başlamıştı artık. Diyecek söz bulamıyordu.

“Suat’a ‘Ben ölünce evlenin, Ali’ye de sahip çıkın’ dedim.” diyerek yeniden ağlamaya başladı Gülser.

Şimdi Hatice’de ağlıyordu onunla birlikte. İki kadın başlarına gelenlere, çocuklarına, doğmamış o zavallı çocuğa, kendilerine epeyce ağladılar uzun süre.

Pınar’ı düşünmüştü Hatice hemen bebeği duyunca. Hamile kalan kızın niyetini ve evli adamla neden beraber olduğunu bilmiyordu elbette ama elinde olmadan kendi kızı gelmişti aklına. Gülser’in gösterdiği olgunluğa ise hiç inanamıyordu. Suat karısının söylediklerinden sonra bütün gece ağlamış ve özür dilemişti. Karısını seviyordu, son günlerde yaşadıkları stresli dönemler yüzünden bir hataya düşmüştü. O kızla evlenmek istemiyordu, Gülser’in yaşayacağını biliyordu.

Gülser gülüp geçmişti kocasının söylediklerine, “Sevsende sevmesen de, oğlumuzun ve o kızın rahmine bıraktığın çocuğun sahipsiz kalmaması için evlenmek zorundasın” demişti mağrur bir ifadeyle.

Hasta ve ölecek olmasaydı elbette böyle bir tavır gösteremezdi. Göz yaşları içinde Suat’ı terkeder ya da intikam almaya çalışırdı ama şartlar öyle değişikti ki şimdi. Farklı düşünmesine neden oluyordu.

“Hayat ne garip!” demişti Hatice gözleri uzaklara dalmış, “İnsan hiç bir şeyi yapmam dememeli belki de. Ben senin yerinde olsaydım, yine de böyle davranabilir miydim gerçekten bilmiyorum. Kendimi bile bilmiyorsam, başkalarının şahit olmadığım karar ve davranışları hakkında nasıl yargıda bulunabiliyorum ki değil mi?”

“İnsanın aklına gelmeyen başına geliyor işte Hatice, oğlumu düşünmek zorundayım. Suat genç daha nasılsa evlenecek biriyle, hiç değilse baştan bu kızın oğluma bakacağını billirsem ben de gözüm arkada gitmem.”

“Ali’ye ben de bakarım Gülser” dedi Hatice inleyerek, elbette bu  kocasına sahip çıkmak anlamında değildi. Çocuk için elinden geleni yapardı ama Gülser haklıydı, babası başında olan bir çocuğa dışarıdan ne kadar bakabilirdi ki?

“Biliyor musun?” dedi sonra gözlerinden yaşlar inmeye devam edereken, “Ali Rıza, yani Pınar’ın babası yıllar sonra bir ilik hastalığına yakalandı. O bahsettiği kuzeni ile evlendi bu arada söylediği gibi. Nedense çocukları olmadı ikisinin. Bu hastalığa yakalanınca da kendi kanından birinin kanına ihtiyaçları oldu nakil için.”

Gülser arkadaşının daha önce hiç bahsetmediği konuyu dinlemeye başladı kendi unutup. Aslında biraz da kafası dağılsın diye  anlatmaya başlamıştı Hatice. Yoksa bu konu ne hatırlamak ne de anlatmak istediği bir konu değildi.

“Anne ve babasının ve kardeşlerinin kanı Ali Rıza’yı kurtarmaya yetmeyince akıllarına ben gelmişim düşünsene. Daha doğrusu Pınar. O istemedikleri, zamanında sırtlarını döndükleri kızım.”

“Allah ne büyük!” dedi Gülser iç çekerek.

“Bana geldiler, Pınar’ın kanına baktırmak istiyorlardı. O zamana kadar bir kez olsun gelip ne aradılar, ne de sordular kızımı. Hepsi Ali Rıza’nın kızı olduğunu biliyordu oysa.”

“Vermeseydin!”

“Aslında vermeyecektim, verdirtmeyecektim daha da doğrusu. Sonra ne oldu bilmiyorum kabul ettim. Doktorlar bunun kızıma bir zararı olmadığını söylediler. Bir damla kanı ile babasnın hayatını kurtarabilecekti. O zaman altı yaşındaydı Pınar ve babasının hayatta olduğunu bile bilmiyordu.”

“Çocuğa ne söyledin peki?”

“Hiç bir şey söylemedim, bunun bir tahlil için gerektiğini söyledim. Doktorlara ve Ali Rıza’nın ailesine de Pınar’a hiç bir şey söylememeleri koşuluyla kabul edeceğimi bildirdim.”

“Keşke kızının geleceği için bir şeyler isteseydin, tam sırasıymış.”

“Evet onu da düşündüm ama gönlüyle kızıne bile bir şey vermeyenin malından mülkünden hayır gelmez, kızıma daha çok zararı dokunur diye düşünüp onu da yapmadım.”

Gülser’in iyice sinirleri bozulmuş kahkaha ile gülmeye başlamıştı birden. Onun güldüğünü gören Hatice’de gülmeye başladı.

“Kızım biz yeryüzünde en zor bulunan  türden enayileriz yemin ederim!” dedi Gülser. Şimdi gülmekten yaş geliyordu gözlerinden.

“Heykelimizi dikerler belki ikimizin!”

“Peki sonra bir şey yapmadılar mı Pınar veya senin için? İyileşti mi adam, ne oldu?”

“İyleşti.”

“E?”

“O kadar işte, hayat kaldığı yere geri döndü. Bir daha haber almadık.”

“Ciddi olamazsın!”

“Çok ciddiyim!”

Gülser hüzünlendi bu kez, onun ardından kocasının veya yeni karısının oğluna nasıl davranacaklarını, onun hayatı boyunca başına neler geleceğini hiç bilemeyecekti. Daha da kötüsü o kendi başına hayat mücadelesi verirken, üzerinden gölgeleri kırdığı evladının yanında bile olamayacaktı. Mutlu günlerini göremeyecek, canı yandığında öpüp teselli edemeyecekti.

İki kadın akşama kadar gülüp ağladılar o gün sürekli. Hatice Gülser’i son görüşü  olduğunu bilmiyordu elbette. Koşturmalar işler yüzünden bir kaç hafta uğrayamadıktan sonra onu kaybettikleri haberini almıştı aradığında.

Ali ve Pınar’ında çocuklarına ait son anıları olacaktı o gün bahçede geçirdikleri gün. Yukarıda annelerinin neler konuştuklarından habersiz oyuna dalmışlardı her zaman oynadıkları ağaçların altında.

Gülser’in ölümünden sonra en azından Ali’nin nasıl olduğunu görmek için Pınar’ı alıp ziyaretlerine gitmişti bir  kez Hatice. Suat bey gerçekten de bir süre sonra evlemişti hamile kalan o kızla. Evi değiştirmemişlerdi. Gidince öğrenmişti ki çocuk düşmüştü doğamadan ama adı Fikriye olan yeni gelinin on beş yaşında bir oğlu vardı ilk evliliğinden. Hatice ne diyeceğini bilememişti olanları öğrenince, bebeğe üzülmüştü ama arkadaşının o bebek için yaptığı fedakarlığı düşününce iyice üzülmüştü.

(devam edecek)

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s