Çantadaki kısmet- Bölüm 3

Sonunda Reyhan kardeşlerinin ve annesinin “Hakkımı helal etmem almazsan!” demesi sonucunda kabul etti fazladan mirasına ekleneni. Raziye evde tek başına hastalandıktan sonra köydeki ağabeyi evine bir göz daha ekleyip, annesini de yanına almaya karar vermişti. Tek başına başına bir iş gelse haberimiz olmaz korkusu sarmıştı tüm kardeşlerin içlerini. Annemize sen baktın, ben baktım tartışmasına girecek insanlar değillerdi hiç biri.

Annesinin fazladan gelecek payı kabul etmesine tabi ki en çok Nimet sevindi. Tüm aile kızların geleceğini garanti altına almaya çalışırlarken, Nimet’in derdi şimdiydi. Kendine çok güzel elbiseler beğenmişti. Güzel giyinecekti ki güzel adamların dikkatini çeksindi. Onun güzel adam diye nitelediği, güzel parası olan eli yüzü düzgün tiplerdi. Kendini ucuz gördüğü kimseye layık görmediği için en az Hasret kadar iffetliydi. O yüzden kimse ona aklındakiler için hoppalık yükleyemezdi. Hayallerinden kız kardeşi ile bir kaç arkadaşından başka kimseye bahsetmezdi. Hasret, ablasının gözünün yükseklerde olduğunu bilse de, onun gönlüne göre olup, mutlu olmasını isterdi. Nimet’in hayalleri kimse için bir kötülük değildi. Hayatı için iyi olanı herkes kendine göre isterdi. Hasret iyiyi ailesinin tamamı için düşünürken, Nimet’in önceliği kendiydi. Annesini başkalarından eksik görmesi hariç, Hasret’e göre ablası dünya iyisiydi.

Raziye oğlunun eklediği bir göz odaya geçene kadar Reyhan ve Hamit onlara kalanların peşine düşmedi. Ev ve tarlayı satacaklar, elde edilen parayı da onlara vereceklerdi. Eskiden şehirden köye göç varken, şimdi şehirli kaçıp köylere geliyordu. Daha önce de evlerine görücüler gelmişti, şimdi de bekleyen bir kaç alıcısı vardı. Tarlayı da, köylülerinden biri evlenecek olan oğluna düğün hediyesi yapacaktı. Nimet alacaklarının hesabında sabırsızlanıp durduğundan sürekli soruyordu, yaz geçmiş, kış girmiş hâlâ “Gelin, şu parayı alın!” diyen o haber gelmemişti.

“Kızım herkesin kendine göre işi gücü var, dayın hangi biriyle ilgilensin!” diyordu Reyhan. Zor kabul ettiği payın ne olduğunu sormak hiç istemiyordu. Onca ihtiyaca rağmen Hamit’te karısından taraf duruyor, sormasını teklif bile etmiyordu. Zaten gelecek parayı ‘yok’ parası saymışlar, kızlara bırakacaklardı. Bankada değerini her gün kaybeden ‘kötü gün’ parasının üzerine eklenecekti. Az buz değildi bu defa gelecek olan. Hamit diğer para gibi eriyip, gitmesin diye çare düşünüyordu. Köyden yüklü para geleceğini kimse bilsin de istemiyordu. Birileri duysa kesin borç istemek için kuyruğa dizilirlerdi. Herkes geçim derdindeydi ve ne yazık ki bu geçim işi dertten, keyfe bir türlü geçemiyordu. Ne kazansalar ellerinden kayıp gidiyordu. Tam biraz çok para aldık sanırlarken, borçlarla, esnafa hepsi veriliyordu.

Nimet ayakkabıları delik diye ağlasa bile, aslında kendilerine değil, ne varsa onlara alınıyordu. Kahvaltı etmeden gitmesinler, gelişme çağında eksik yemesinler diye, peynir ve yumurta alıp, sadece onlara yediriyorlardı. Bir kaç ayda zor alınan tavuk veya et olursa, Reyhan ve Hamit eti sevmiyormuş gibi yapıp, sebze yemeği ile idare ediyorlar. Et yemeklerini kızlarına yediriyorlardı. Okul masraflarının çoğu aileden gelen harçlıklarla hallediliyordu. Kurumlarda engelli çalıştırma zorunluluğu olmasına rağmen, çoğu kurum ceza parasını ödeyip, engelli çalıştırmak istemiyordu. Hamit aksak olduğundan ve yaşı da artık ilerlemeye başladığından ağır işlere giremiyordu. O gelirken hayal ettikleri bir kapıcılık da bulamamışlardı. Siteler vardı artık daha çok, kapıcılar da bir yeri parsellediler mi başkalarını o bölgeye sokmuyorlar, kendi akrabalarını yerleştiriyorlardı. Oysa bir binada kapıcılık yapıp, elektrik, su, yol ödemeden geçinip gidebilirlerdi.

Kapıcı olup, herkesin anne ve babasının ne olduklarını görmelerindense, uzakta bir yerde gecekonduda yaşamayı tercih ediyordu Nimet. Okula gidince, kimler, kimlerdenler kimse bilemiyordu. Reyhan zaten toplantılara gelmiyor, gelemiyordu. Hamit’te işten güçten çıkıp iki kızın toplantısına da hiç gidememişti. Nimet o yüzden hep sallamıştı annesi ve babası hakkındaki gerçekleri. İkisi de güzel işlerde çalışan eli yüzü düzgün tiplerdi. Kimseyi eve davet etmiyor ama kendisi arkadaşlarının evlerine ziyarete gidiyor. Gidip güzel apartmanlarda oturanları görünce haset ediyordu. Hasret onun gittiği arkadaş evlerinden aşırdığı bazı şeyleri görünce sinirlenmişti ama Nimet onları arkadaşlarının ona hediye ettiğini söyleyip, kardeşini iftira atmakla suçlamıştı. Hasret ablasının aşırma huyu olduğunu teyze ve dayılarının evlerine gittiklerinde getirdiklerinden biliyordu. Cebine sığdırabileceği beğendiği bir şey gördü mü, hiç affetmiyordu. Kuzenlerinin dolabından kıyafet bile getirmişti. Hasret annesi üzülmesin diye ona söylemese de ablasının yaptıklarını görüp sinirleniyordu.

“Senin olmayanı alınca sana yâr olur mu sanıyorsun? Kimse görmeyince günah olmuyor mu sence? Hırsızlık bu yaptığın?”

“Hiçte bile, bu benim kısmetimde olmasa mutlaka bir aksilik çıkmaz mı sence? Neden böyle kolayca alabileyim benim olacak olmasa! Ayrıca zaten onların her şeyi fazla, bir şeyleri eksilse ne olacak, ne zararım var onlara?”

Hasret yolda para bulsa, sahibini ararken, Nimet para bulsa, soluğu bakkalda alırdı ya da okul kantininde. Ortalıkta bulamadığından para değildi çaldıkları ama ufak tefek ne bulsa alıyordu okulda arkadaşlarından da. Neyse ki kimse farkında değildi onun cebe attıklarından. Yakalanırsa adının çıkmasından da korkmuyordu tuhaf bir şekilde ya da düşünemiyordu ergenlikten. Tek gördüğü hayatındaki eksiklerdi. Bardağın boş tarafını görenlerdendi. O bardağa sahip olduğu için şükretmek yerine, suyun eksik kısmıyla ilgileniyordu. Hasret’se annesi ve babası gibi, bardağa, bardağı onlara verene, yapana, icat edene kadar dua eder, şükrederdi. Aynı karında yatmış, iki başkaydılar.

“Aynı koğuşta yatan mahkumlar aynı mı olmak zorundalar!” diyordu kendi kendine, biliyordu Nimet, Hasret ile farklarını. Seviyordu kardeşini iyiliği yüzünden ama saflığından faydalanmaktan da geri durmuyordu yine de. Öyle sevebiliyordu o. Sevilmeyi gördüğü, hissettiği halde sevmeyi öğrenemiyordu.

Sonunda kışın en sert günlerinden birinde köydeki dayıdan, evin ve tarlanın parasının hazır olduğu bilgisi geldi. Aslında ilçeye gidip bankadan da verebilirdi ama Raziye ve Hamit kendi paylarından vazgeçip, iyilik eden bu güzel insanları görüp de elden almak istiyorlardı parayı. Dayı kışın sert geçtiğini bildiğinden, “Siz ne zaman uygun olursanız, gelin alın!” demişti. Şehirde sert geçen kış, köyün yollarını kim bilir ne hale getirmişti.

Hamit’in arabası yoktu, böyle durumlarda yakın bir arkadaşının döküntü arabasını ödünç alırdı. Ancak kış şartlarında kış lastiği bile olmayan arabayla yola çıkmak kazayı göze almak olduğundan havaların ısınmasını beklemenin iyi olacağını düşündüler karı-koca.

Nimet paranın hazır olduğunu duyup da durur mu, anne ve babasının başının etini yedi bir an önce köye gidebilmek için. Babası ile o gidecekti. Annesi ve Hasret kalıp beklesinlerdi. Ne zamandır köye gidememişti. Anneannesini, dayısını görmemişti. Babası ile gider, yolda uykusu gelirse diye ona bekçilik ederdi. Kış lastiği yoksa, zincir takabilirlerdi.

Reyhan ne dediyse kızını ikna edemedi. Köyün yolları sert geçmeyen kışlarda bile zorlu olurdu. Bir kaç ay yolların açılmayıp, köyde hapis kaldıklarını bilirdi.

“Öyle zaman mı kaldı anne ya! Senin çocukluğundan bu yana ne yollar yapıldı!” diyordu Nimet sanki yıllardır köye gidip gelen kendisi gibi. Oysa Hasret’te, Reyhan’da biliyor ve görüyorlardı ki köye giden yolların hiç bir yeri düzelmemişti. Otobanlar, ilçeler gene neyseydi ama köyler henüz o rahata erememişlerdi. Yaz günü gidip gelmelerine rağmen, harabeye dönmüş köy yollarında hoplamaktan içeri dönüyordu her sefer.

(devam edecek)

Yorum bırakın