Çantadaki kısmet- Bölüm 2

Reyhan’ın babası iki sene önce ölmüş, Raziye kocası öldükten sonra bir oğlu köyde evlenip yerleşince, diğer çocukların yanına gitmeyip, eski evinde yaşamaya devam ediyordu. Her yaz okullar kapanınca Reyhan kızlarını da alıp annesini görmeye giderdi. Hamit gelirleri kesilmesin diye çalışmaya devam ettiğinden onlarla gelemiyordu. Yaşları ilerledikçe Hasret annesi ile köye gitmeye devam ederken, Nimet güya babası tek kalmasın diye onlarla gitmekten geri çekildi. Asıl amacı babası bütün gün işteyken tek başına gezip, eğlenmekti. Annesi ve kız kardeşi olmayınca babası evin eksiklerini alsın diye parayı da ona veriyordu. Hem kendi harçlığı, hem de evin parasından aşırdıkları ile o da kendince bir hayat yaşıyordu. Tabi özendiği zenginliğe ulaşacak kadar değildi elindeki ama arkadaşları ile bir gün o zenginliklerin hepsine ulaşacağına dair hayalleri vardı. Annesini okula çağırıp da ne halde olduğunu görmesinler diye derslere asılıyordu. Aslında lise okumak gibi bir niyeti hiç olmamıştı ama okumayıp evde oturursa dışarıya hiç çıkamayacağını bildiğinden geçecek kadar çalışıyordu. Hasret ondan bir sınıf altta olmasına rağmen çoğu zaman ablasının derslerine yardım ediyordu. Yazısı da, kalbi de ondan güzel olduğu için yazılacak ödevleri de ablası için yapıyordu.

Allah var ikisi de güzel kızlardı. Anneannelerinden miras güzellik ikisine de kalmıştı. Ergenliğe girdiklerinden beri de göze çarpıyorlardı. Nimet kardeşinden önce fark ettiği bu avantajı doğru kullanacak yerlerin peşindeydi. Neyse ki para hırsına rağmen, her masaya meze olmayacak kadar da zekiydi. Yaşadıkları çevrede ve okulda istediği gibi biri olmadığı için, hayran hayran ona bakan pek çok gözü görmeze geliyor, bu onu daha da ulaşılmaz yaptığı için havalara giriyordu. Üniversite okumayı hem istemiyor, hem de mevcut bilgisiyle kazanamayacağını biliyordu. O yüzden bir an önce kesesi dolgun bir koca bulup evlenmeyi gözüne kestirmişti. Anne ve babaları iki kızında kollarında altın bilezikleri olsun ezilmesinler, ayakları üzerinde durabilsinler diye niyet ederken Nimet’in dileği tam tersiydi.

Hasret de yaşı gereği, kendi ayakları üzerinde durabilsin, altın bileziği olsun şuurunda değilse de, anne ve babası rahat etsin diye okuyup, iyi bir işe girmeyi hedeflemişti. Ablası gibi evlenmeyi veya zengin koca peşinde gezmeyi hiç düşünmemişti. Nimet kız kardeşinin saflığına içten içe gülüyor, o hedefine ulaşınca onun da gözü açılacak nasılsa diye düşünüyordu. Kardeşinin aileye bağlılığı ve gelecek planları onu özgürleştirdiği için de hiç ses etmiyordu. İkisinin birden gözü dışarıda olsa ya da Hasret, Nimet’e uysa o zaman anne ve babaları fark eder, belki yollarını keserlerdi. Nimet’in kendi çocuk hesaplarına rağmen ne Raziye, ne de Hamit ikisi arasında bir fark göremiyordu. İkisini birbirinden hiç ayırmadan seviyor ve destekliyorlardı. Hamit kızlar büyürken Reyhan’ın yetişemediği her işe girmişti. Altlarını bezlemiş, belli yaşa kadar onları yıkamış, yemeklerini yedirmişti. Günlük işlerde çalıştığı için bazen parasız kalmayı göze alıp Reyhan’a yardım etmeyi seçmişti. Reyhan hayatını bu kadar kolaylaştırıp, kendini güvende ve sevilir hissettiren Hamit’ini hep çok severdi. Bilirdi ki anne ve babasından sonra onu hayatta tutan dayanaktı Hamit. Yıllardır şehirde gelirken kurdukları hayallere ulaşmak için çabalıyor olsa da, aksak ayağı ile istediği her işe giremiyor, kızların buradaki hayatları eksilir, köyde yapamazlar diye köye de dönmüyordu. İkisi de okuyup, ayakları üzerinde durduktan sonra dönebiliriz diyordu karısına. Zaten liseye gelmişlerdi, biraz daha dişlerini sıkıp üniversite diplomalarını alsalar, güzel yerlerde çalışıp, bir yuva kursalar daha gözleri arkada kalmazdı ki. Kendileri gibi sevip, sevilecekleri, kıymetleri bilinecek yerler diliyorlardı dualarında.

Hamit’in yaşlı anne ve babası çoktan ölüp gitmişlerdi. Zaten ağabeyinin yanında yaşadıklarından geriye bir şey bırakmayacak kadar fakirlerdi. Kalan olsa da, anne babasına onca yıl bakan ağabeyinin elinden fazlasını almazdı Hamit. Reyhan’ın kardeşleri de kendi yağlarında kavruluyor olsalar da yine de kızlara harçlık veriyoruz diyerek destek oluyorlardı çaktırmadan. Raziye herkesin payına düşeni vermişti çoktan, bir oturduğu ev, bir de tarla kalmıştı kendine. Hamit ve Reyhan şehirdeki evlerini kurmak için harcamışlardı paranın çoğunu, pek azı da ileride kızlara lazım olursa diye duruyordu bankada ama paranın satın alma gücü çoktan azaldığından, durdukça azalmıştı sanki duran para. Nimet’e kalsa zaten azalmış parayı çekip, bari şimdi canlarının çektiğini yapsalardı, nasılsa durdukça kendiliğinden artmayacaktı ama “Kötü gün parası” diyordu Reyhan. Kötü gün diye ayrılan her paranın kötü gün çağıracağını söylememişti kimse ona.

Hasret lise iki, Nimet lise üçe giderken hastalanmıştı biraz Raziye köyde. Oğlu yakınında olduğundan götürmüştü bir hastaneye. Öyle önemli bir şeyi olmasa da tam bir kontrolden geçirilmiş, yılların yorgunluğuna bağlı yaşlılık hastalıklarından başka bir şeyi çıkmamıştı çok şükür. Yine de Reyhan’ın yumuşak kalbi çok üzülmüştü annesine, Hasret’in de kendi annesinin üzülen kalbine.

“Anneannem kazık çakacak değil ya!” diyordu Nimet, güya teselli ediyordu annesi ile kız kardeşini.

Kazık çakmayacağını Raziye’de biliyordu, tüm çocuklarının durumu yerindeydi çok şükür. Hastalanıp her çocuğunca ayrı ayrı yoklanınca, kalan ev ve tarlayı Raziye ile Hamit’e vermek için hepsinin ağzını aradı. İkisi de diğerlerinden azı ile başlamıştı hayata ve daha iyisi için yıllardır ellerinden geleni yapsalar da, olduğu kadardı. Tüm kardeşler biliyordu durumlarını, kız kardeşlerinin durumuna rağmen onu sultanlar gibi seven Hamit’i de destekliyorlardı. İkisinden öte iki tane pırlanta gibi kız yeğenleri vardı ve onların geleceklerini garanti altına alabilmek için bu şansı kullanmalarına razı oldular. Güzel insanların, gözü, karnı tok çocuklarıydı onlar. Yine de her ailede ibretlik olsun diye mi bilinmez bir aç gözlü oluyordu işte, o da Reyhan’a denk gelmişti.

Raziye tüm diğer çocukları ile konuşup, gönül rızalarını aldıktan sonra Reyhan’la konuştu.

“Yok!” dedi Reyhan, “Ben kimsenin rızkına giremem!”

Hamit’te “Yok!” dedi, karısıyla, elinden geldiğince çalışır kızların tahtını yapardı, bahtını elbet Allah açacaktı.

Olurdu, olmazdı, kardeşler araya girdi. Hamit’i rencide etmeden, kızların geleceği için olduğunu söylediler. Söz de zaten onlar paylarını fazla almışlardı da, Reyhan’ın payı az kalmıştı derken bir kaç ay karı kocayı ikna etmeye uğraştılar.

“Siz rahat etmek istemiyorsunuz yemin ederim!” diyordu Nimet, “Fakirlikten mi besleniyorsunuz anlamadım ki! İnsanlar gönülleriyle veriyorlar, almıyorsunuz!”

“Annem ve babam hakkı olmayan şeyi almak istemiyorlar abla!” diyordu Hasret, “İkisi de biliyor ki, diğerleri kendi paylarından vazgeçip de veriyorlar!”

“Ne olmuş ? Ne güzel işte! Daha ne istiyorlar. Biraz daha iyi yaşasak ne olur sanki. İnsan önüne düşen kısmete de hayır demez ki, çalmayacaklar, çırpmayacaklar! Anneannem kendi payından veriyor ayrıca, ona dedemden mal düşmüyor mu sanki!”

“Annem ne karar alırsa saygı duyacağız!” diyordu Hasret.

“Güldürme beni ne kararı ya annemin yarım aklıyla!”

“Abla!”

“Yalan mı Hasret, babam olmasa annem ne yapabilir Allah aşkına! Tamam iyiliğine, güzel kalbine tamamım da, babamın da biraz rahat etmesi hakkı değil mi? Daha iyi bir ev, daha iyi bir yaşam! Şu ayağındaki ayakkabılarına baksana, okulda bizim gibi altı delik ayakkabı giyen kaç kişi var. Gözükmesin diye ayağımı sürüyerek yürüyorum ben!”

(devam edecek)

Yorum bırakın