Çantadaki kısmet- Bölüm 1

Reyhan henüz ergenlik çağına girmeden menenjit geçirmişti. Beş kardeşin en küçüğüydü ve babası kızının sağlığı için onu hiç üşenmeden ilçedeki hastaneye götürüp getirmişti. Yıllar geçmesine rağmen karısına hâlâ aşık olan Hüseyin bey, yaşadığı coğrafyanın içinde yeşeren bir gül bahçesi gibi yüreğe sahipti. İkisi kız, üçü erkek beş çocuğunu birini diğerinden ayırmayarak çok iyi yetiştirmişti. Köylünün ne diyeceğini hiç umursamadan karısı Raziye’nin gözlerinde yanan ışığı söndürmezse, ömrünün iyi geçeceği kulağına fısıldanmış gibi duruma hakimdi. Cinsiyetin değil, yüreğin güç olduğunu, korkularını korkmadan konuşabileceği bir insanın varlığının her şeyden değerli olduğunu, yanında hiç bir çekincesi kalmadan yaşayabilmenin mutluluk olduğunu her nasılsa çözmüş, Raziye ile çevresinde örneği görülmemiş bir rüyayı yaşıyordu. Reyhan’a menenjit teşhisi konulduğunda geç kalmışlardı ama bu Hüseyin’in suçu değildi. Ağır hava şartlarından ve hastalığın önemini ilk aşamada anlamadıklarından ilçeye geç ulaşmışlar, hastalık her ne kadar tedavi edilmişse de Reyhan’ın bedeninde ve yaşamında kalıcı izler bırakmıştı. Yine de sevgi temelli bir ailede doğan Reyhan’a iyi yazılar yazılmıştı. Her erkeğin babası gibi olmadığı bu hor dünyada, bir ayağı aksak diye adı topala çıkan Hamit, Reyhan’a talip olmuştu. Bir kadının sevildikçe güzelleştiğini bilmeyen diğerleri Raziye’nin güzelliğini, menenjit olacağını kimsenin bilemediği Reyhan’a yüklediğini düşünürken, kızda kalan kalıcı hasarı görünce, güzelliği unutuvermişti.

Hamit doğuştan aksak olduğundan kendi köyünde herkes ona topal Hamit derdi. Reyhan’ı ilk gördüğünde güzelliği ve etrafa yaydığı enerjisinden o kadar etkilenmişti ki onun hastalığından kalan kusurlarını görememişti. Eksik sayılmanın ne olduğunu onun kadar iyi anlayan bir insan daha olabileceğini daha önce hiç düşünmemişti. Reyhan’ı görür görmez beğendiğinde köylünün tabiri ile eksik olduğunu bilemezdi ama sonra öğrendiğinde ona duyduğu yakınlık ve koruma hissi daha da kuvvetlenmişti. Hayatı henüz bilmeyen çocukların, hayasızca gülüp alay ettiği eksiklerin onlar için bir hediye olabileceğini Reyhan’ı sevince keşfetmişti. İnsan sadece kendini tamamladığını düşündüğü biri ile mutlu olabilirdi. Onun çok güzel olması, çok etkileyici olması gerekmezdi. Onun yanında özgür olmak en güzeliydi. Onunla tamamlanacağını insan başta göremese de, eninde sonunda anlayabilirdi ki, Hamit görür görmez Reyhan’ın doğru kişi olduğundan emindi.

Reyhan geçirdiği hastalık nedeniyle hayatı ağır çekim düzeninde yaşıyor gibiydi. İnsanın aklının yavaş olması, bedensel tüm aktivitelerini yavaşlatıp, şaşırtsa da, kalbin sesine ve onun seçtiğinde kimse itiraz edemezdi. Hamit rençper olarak köye gelmişti. Köylünün kendi içinden değildi. Reyhan’ı gördükten sonra o köye onun için geldiğini kanının her damlasında hissetmişti. Reyhan’ın öyle güzel gözleri, öyle güzel bir etkisi vardı ki, ağzını her açtığında bocalamasından etrafından kaybolan prenslerin aksine, Hamit onun katıksız masumluğundan çok ama çok etkilenmişti. Reyhan seven ve sevilen bir anne babadan miras aldığı gibi sevildiği bir eve gelin gitmişti. Tüm kardeşlerin hatta annesi ve babasının bile onun evlenebileceğine dair ümidi bedeni kadar eksikken, Hamit neredeyse yalvararak onu kocası olmayı seçmişti. Belli ki onlar daha doğmadan birbirlerinin olmayı seçerek gelmişlerdi.

Reyhan’ın annesi ve babası sevginin ne olduğunu bildiklerinden Hamit’in sevdasını boş görmediler ve en küçük çocuklarını kıymetini bileceğini inandıkları rençper Hamit’e vermeyi kabul ettiler. Reyhan ile nikahları kıyıldıktan sonra rençper diye geldiği köyden ayrılamayan Hamit ile ikisine köylünün de el atması ile ayrı ev açtılar. Bir yıl sonra bu özel çiftin nur topu gibi bir kızları oldu. Çoğunluk Reyhan’ın hastalığından kalanlarla bir anne olmasının mümkün olmadığını, hatta bir kocaya eş olacağını sanmasalar bile Reyhan hepsini utandırdı. Nimet’in doğumundan bir buçuk yıl sonra, Hasret katıldı aralarına. Reyhan ve Hamit iki kız çocuk sahibi olduklarına çok sevindiler ve Allah’a onlara verdiği bu şans için hep şükrettiler. Aslında her şeye sahip olduğunu sananlardan çok hayatı ve sahip olduklarını bir hediye gibi görenlerden olduklarını kendileri de bilmediler. Etraflarındakiler de görmediler.

Nimet ile Hasret, konuşması, düşünmesi eksik ama yüreği tam anneleri ile bir ayağı aksayan babaları ile birlikte büyüdüler. Raziye ve Hüseyin, miraslarından Reyhan’a düşecek payı hiç eksiltmediler. Diğer evlatlarına ne verdilerse ona da aynısından düşündüler. Hamit’in ailesinden gelen pek bir şey yoktu ama Hüseyin’in kızına sağladıkları ile köyde güzel bir yaşam sürdüler.

Tüm eksiklere rağmen iki nesildir her şey masal tadında ilerlerken, hayatın sınavlarından biri ile yüzleşeceklerini ikisi de düşünemediler. Hasret ve Nimet büyüdükçe ikisi arasında hiç ayrım yapmamalarına rağmen büyük kızlarının, küçük kızlarından ve soylarında farkını sezemediler.

Kızlar ilkokula devam ederken Hamit yorulduğu ırgatlığa rağmen, arkadaşının şehirden gelen çağrısını geri çevirmek istemedi. İstedi ki iki kızı da şehirde büyüsünler, töreden, adetten, eksiklikten beslenmeyip, güzel bir hayat geçirsinler. Amelelikle başlayıp, kapıcılıkla son bulacağını hayal ettikleri bir hayalin peşine düşüp, şehre geldiler. Kızların ikisi de büyümek, yetişmek ve eğitilmek için köyde bulamayacakları imkanları burada bulacak, Reyhan da kocasına göre layık olduğu rahata ulaşacak diye düşündüler.

İlkin arkadaşlarının gecekondusunun bulunduğu yere bir tane de kendileri için yaparak şehrin bir kenarına iliştiler. Yeni hayatlarının, uyduruk da olsa yeni evleri bitene kadar Hamit’in amelelikten kapıcılığa henüz geçememiş arkadaşının evinde misafir oldular. İkinci ay tamamlanmadan, Hamit ile arkadaşının gece gündüz çalışarak yaptıkları evlerine geçtiler. Okulların açılmasına yakın iki kızlarını da en yakındaki okula kayıt ettirdiler. Şehirde ameleliğin, köyde rençper olmak kadar geçerli bir iş olduğunu sanmış olsalar da, sigortasız çalışıp, şehirde gelecek elde etmenin ne zor olduğunu yaşadıkça öğrendiler.

Yine de, Reyhan ve Hüseyin’in tertemiz kalplerinde kimselerin ummadığı kadar güçlü olan sevgileri sayesinde geçinip, mutlu olmayı bildiler. Nimet ve Hasret ortaokulu bitirip, liseye de şehirde gittiler. Hasret anne ve babasının ne çektiklerini, nereden nereye geldiklerini. Babalarının amelelik başta sigortasız her bulduğu işe girip, ne kadar yorulduğunu idrakinde olsa da, Nimet onun tam tersine, gittikleri şehir okulunda, kendilerinden fazlasına sahip olanların peşinde kendi eksiklerini görme eğilimindeydi daha çok. Aynı karında yatmış, aynı güzel sevgilerle donanmış iki kardeş birbirinin tam zıttı haldeydiler. Hasret anne ve babasını anlayıp, onlara yardım edip, adam olma hayaliyle yaşarken, Nimet onun aksine, köyde göremediği şehrin tüm avantajlarını daha sahip olamadıkları her şeyle bir an önce yaşama alevindeydi. Aralarında bir sınıf fark olan kardeşler farklı arkadaş çevreleri ile farklı ortamlar peşindeydiler. Hasret’e göre hayata bir yıl önde başlayan Nimet, daha güzel kıyafetler, daha güzel yemekler ve kendi deyimiyle paranın satın alabileceği daha nice güzellikler peşindeydi. Annesinin hastalığı yüzünden eksilenlerinden utanıyor, topal babasının onlar için bulduğu her işte çalışıp kazanmasını yetersiz buluyordu. Evlerine aldıkları tüplü televizyonda gördüğü diziler ve filmlerdeki kızların yaşamlarını gerçek sanıyor, ergenliğin heyecanına kapılmış arkadaş grupları ile mevcut şartların ona sağlayamayacağı bir gençlik arzularının peşinde koşuyordu.

Hasret onun aksine sahip olduklarına şükrediyor, annesi ve babası başarıları ile mutlu olsun, çabaları boşa gitmesin diye elinden geleni yapıyordu. Köyden anneannesi ve dedesinin gönderdiklerini bayılarak tüketiyor, ablası gibi kafelerde, lokantalarda satılan şehir yiyeceklerinin peşine düşmüyordu.

(devam edecek)

Yorum bırakın