Hayat isterse – Bölüm 13

Dila yola çıkalı üç saat olmuştu. Kaynana çoktan toprağa verilmiş evinde Kur’an okunuyordu. Kimsenin aklına Dila’ya haber vermek gelmemişti, gelmiyordu ama Osman akıl edivermişti. Saate baktı sekize varmıştı, şimdi arayıp dese ne olacaktı? Cenaze de olmuş bitmişti, annesini bırakıp zaten gelmek istemeyecekti. Boş verdi. Büyük ağabeyin efendi oğlu olarak ailesinin yanında kalıp onlara destek oldu. gerçi kimse ağlayıp sızlanmıyordu. Oğlanları erkekliğe yakışmadığından, gelinleri zaten sevmediklerinden ketum görünüyorlardı. Ciddiydi herkes, gülmüyorlardı, saygıdandı gidene. Konu komşu doluşup gelmişlerdi. İkizler de olanca ciddiyetleriyle duruyorlardı sonradan babaları olan amcalarının yanında. Dürdane veya ablaları akıllarına bile gelmiyordu.

Ertesi sabah gün ağarırken varacağı yerin otogarına çoktan inmişti Dila. Başka toprakların ürkütücü tedirginliği vardı üzerinde. Herkes iki ayaklı, iki bacaklı olmasına rağmen sanki uzaydan gelmişler gibi yabancıydı Dila’ya. Şehirdi geldiği yer, otogar neredeyse köyü kadardı. Gökyüzünün rengi her yerde aynıydı belli ki, otobüsten ağır ağır indi ama karanlık yüzünü kaldırmadığı için günden otogardan çıkmaya çekindi. Dışarıda bilmediği dünyanın ancak aydınlığında ilerleyebilirdi. Gidecekleri yere kalkacak otobüsünü bekleyenlerin yanına sanki o da bir yere daha gidecekmiş gibi ilişti. Onlar binip gittiler, başkaları geldi. Yanına gelen kadın kendine hazırladığı yolluk poğaçasından bir parça ona verdi. Öyle güzel kokmuştu ki acıkan karnına, hemen uzanıp aldı, teşekkür etti. Onlar da yollarına gidince havanın aydınlığı yeterli geldi gözüne, çıkmaya karar verdi. Verdi ama ne tarafa gidecek, hangi insan kalabalığının peşine sürüklenecek bilemedi. Sonunda kendine yakın yaşta bir kıza yanaşıp sordu çekinerek, belli ki o da öğrenciydi. Kız ona gülümseyip tarif etti yolu. Yürüyen merdivenleri görünce durup insanları seyretti. Sonra yanaşıp, önündeki adamı taklit etti. Yüzündeki gülümseyişin farkında değildi ama dönme dolaba binmiş bir çocuk gibi sevinmişti. Merdiven biterken gördüklerinden yolun altından üstüne geçtiğini fark etti. Otobüs nasıl olmuş da yerin altına girmişti o fark etmeden bilemedi.

Taksi durağını görünce oraya meyletti, kıyıp açamadığı kargo paketinin üzerindeki adresi gösterdi. Adam taksiye bineceğini sanarak arabanın kapısını açtı ama Dila’nın henüz o kadar cesareti yerinde değildi. Adamın da genç bir kızı olduğundan, kızın çekincesini anlattı, güzelce tarif etti otobüse bineceği yeri. Şansı vardı ki tek otobüsle gidilecek yerdeydi Fatma’nın evi. Ürkek adımlarla, etrafını seyrede seyrede durağı buldu. Otobüs geldiğinde bindi ama herkesin elinde öten o karttan kendinde olmadığını düşününce Fatma’nın cüzdanı aklına geldi, düşmemek için şoförün hemen arkasında tutunup çantanın içinden cüzdanı buldu. Az önce gördüğü karta benzettiği bir kartı çekip makinaya doğru uzattı, doğru tutmadığı için şoför uyarıp, düzelttirdi. Kart az önce bağırdığı o kocaman sesiyle bipledi. Bipleyen kartla otobüse binmek için para yüklenmesi gerektiğini başka bir gün fark edecekti.

Otobüste adresi göstererek nerede ineceğini de ona söylemelerini istedi. Hastaneden çıkıp, buralara gelebilmiş olmasına kendi bile inanamıyordu şimdi. Otobüsten inince özgüveni biraz olsa da tazelenmişti. Sonuçta burada yaşayanlar da öcü değildi. Eve ulaşma çabası biraz olsun acısını unutturduğu için otobüsten indiğinden beri ağlamıyordu. Gözlükler yine de gözündeydi. Yürürken geçtiği vitrinlerin camlarında kendi yansımasını görünce kendine yabancı ama şehre tanıdık olduğunu fark etti. Yokuş bir sokağın baştan ikinci apartmanına geldi, devrilmesin diye birbirlerine yapılık dikilmiş apartmanlardan oluşan bir sokaktı burası. Yokuşun en altındaki binayı yıksalar hepsi sıradan yıkılıp gelecekti sanki. Sırayı ayakta tutmanın yorgunluğu mu bilinmez, en eski binaydı yokuşun altındaki. Bahçesi olmayan binanın ağır demir kapısını açıp içeri girdi. Fatma’nın dairesi olduğunu düşündüğü kapının önüne gelince, kara kedili anahtarı buldu çıkardı. Kargo paketini çıkarıp adresi tekrar kontrol etti, hata edip başkasının kapısına anahtar sokmak istemezdi. Anahtarı korkarak kilidin deliğine itti, çevirdi. Anahtar yuvasını tanıyıp, kolayca dönüverdi, bir tur daha attıktan sonra da kapı açıldı. Ayakkabılarını dışarıda çıkarıp, içeri girdi. Uzun süredir havasız kalan evin içinde ağır bir hava var gibiydi. Kapıyı kapatıp omzunun birini aşağı çeken çantayı yere bıraktı. Mutfak kapıdan girince hemen soldaydı. tezgahına fayans döşenmiş, dar ve küçüktü. Tek kişilik bir masanın üzerinde yarısı dolu bir sürahi ile plastik ipten örülmüş bir ekmek sepeti vardı. Çelik çaydanlık sanki altındaki suyu kaynamış gibi demliği bir tarafa eğrilmiş bekliyordu. Tezgah üstü olan ocağın hemen altındaki perdeler, tüpü saklıyordu. Mutfağın neredeyse tek kişilik bir balkonu vardı. Renkli ve ince tülün bir kısmı güneşten eridiği için yırtıktı.

Mutfaktan dönüp diğer kapıdan salona girdi. Kahverengi yüzü solmuş büfenin raflarında kitaplar ve bir kaç süs eşyası ve bir de televizyon duruyordu. Kahverengiye çalan geniş kadife kanepenin bir de tekli koltuğu vardı. Ortada duran yüzü hafif soyulmuş sehpanın üzerinde annesinin ördüğüne benzeyen dantel bir örtüden başka bir şey yoktu. Kanepenin arkasına sığdırılmış yemek masasının üzerinde de aynı motiften bir örtü seriliydi. Salona açılan kapı yatak odasıydı. Fatma seyahate çıkarken bu yatağa yeniden dönüp uyuyacağının eminliğindeydi muhakkak. Onun öldüğü hastane yatağını hatırlayınca içi bir tuhaf oldu çıktı odadan. Devam eden bir hafta boyunca kanepede uyuduğu için odaya hiç girmedi. Banyo ve tuvalet mutfağın hemen karşı kapısındaydı. Tek kişilik sade bir evdi burası, eşyalar eskiydi ama ev tertemizdi. Dila korkusuna iki gün boyunca evden dışarı hiç çıkamadı. Mutfak dolaplarında bulduğu fasulyeyi ıslatıp, buzdolabındaki yağ ve salça ile pişirdi. Çeşmeden doldurduğu çaydanlık ile çay da yaptı kendine. İlk gece evde birinin olduğunu hemen anlamalarından çekindikleri için ışığı yakmadan düşündü durdu. İkinci gün perdeleri çekip antrenin ışığını yaktı sadece. Hiç huyu olmadığı için televizyonu açmak aklına gelmiyordu. Buraya kadar her şey tamamdı da şimdi ne yapacaktı? Sınav sonuçlarının açıklandığını nasıl haber alacaktı? Nasıl takip edecekti? Ne yiyip, ne içecekti. Annesinin verdiği ile Fatma’nın cüzdanında duran paralar vardı. Üçüncü gün cesaret edip, mahalleyi keşfetmeye çıktı. Küçük marketi, yufkacıyı, çocuk parkını ezberledi. Dışarı çıkmak iyi gelmişti. Bir tane ekmek alıp, eve geri geldi. Dila’nın başına gelenleri yeniden yeniden düşünüp idrak etmesi tam bir haftasını aldı. Küçücük evin içinde salon, tuvalet ve mutfağı ses çıkarmadan kullanarak yaşadı. Bir haftanın sonunda Fatma’nın kapısını yeniden açtı, ilk girdiğinde fark etmediği diz üstü bilgisayar odadaki küçük masanın üzerinde duruyordu. Gidip çekinerek bilgisayarın kapağını kaldırdı ve açma düğmesine dokundu. Bilgisayar bir papatya resmi ile açıldı. Annesi sayesinde gittiği lisede bilgisayar kullanmasını öğrenmişti ve şimdi bunu yapabildiği için ilk kez şükretmek aklına geliyordu. Sınav sonuçlarının açıklanıp, açıklanmadığını bakacağı siteyi buldu. Sonuçlar açıklanmıştı. Hangi gün olmuştu bilmiyordu ama gerekli bilgileri girip sonucunu görebileceğini yazıyordu. Bilgileri girmeden gözlerini kapattı içinden bildiği surelerden okudu, elleri ile yüzünü sıvazladı ve sonra çantasından kendi kimliğini bulmaya gitti. Elleri titreyerek bilgilerini girdi. Ekranda dönerek birbirini kovalayan o küçük noktaları kalbi duracak gibi seyrettikten sonra sonuç sayfası karşısına çıkınca gözleri bir anda bulanıklaştı. Elleri ile gözlerini ovuşturup, sayfanın sağına soluna bakıp sonunda kazandığı okulun adını gördü. Fatma’nın şehrindeki okullardan biriydi.

(devam edecek)

Yorum bırakın