Film gibi – Bölüm 13

Ayşe hâlâ köftecide karşılaştığı Cüneyt ile Şadiye hanımın nasıl akraba çıktıklarına bir anlam veremese de kardeşi ve kendine küçük bir valiz hazırladı. Oraya gidiyorlardı ama bunun ne kadar süreliğine olduğunu da anlamamıştı pek. Belki bir kaç günlüğüne davet etmişti kadıncağız onları, o yüzden abartıp bir sürü şey götürmeye gerek yoktu. Bir ihtiyaçları olursa evleri buradaydı zaten. Artık kendilerinin bile olmayan evleri.

Sırf Hüseyin mutlu olsun diye gidiyordu zaten, durup dururken bir yabancının evine gitmek Ayşe’nin hiç yapacağı bir şey değildi. Kimseye muhtaç ya da borçlu kalmayı da hiç sevmezdi. Bu insanların iyiliklerini mutlaka ödeyecekti onlara bir gün. Şimdi Hüseyin ve onu mutlu eden şeyler dışında bir şey düşünmek istemiyordu.

“Oyun konsolumu da götürebilir miyim?” dedi Hüseyin uyumadan önce.

“Sanırım götürebilirsin, o evde de bir televizyon vardır herhalde. Yarın geldiklerinde sorarız olur mu?”

“Şadiye teyze ile de oynayacağım biliyorsun, Cüneyt ağabey ile de!”

“Buradaki arkadaşlarını özlemeyecek misin?”

“Bir gidelim onları da davet eder belki Cüneyt ağabey? Öyle değil mi?”

Gülerek saçlarını okşadı kardeşinin Ayşe, “Hayat keşke senin düşündüğün gibi olsa hep, mutsuz hiç bir insan kalmazdı!” dedi sevgiyle, “Haydi uyu bakalım, yarın kaçta geleceklerini bilmiyoruz!”

Hüseyin’i uyuttuktan sonra kendisi de yatağa uzandı ama uykuya dalamadı bir türlü, yabancı bir evde kendi evinde olduğu gibi mutlu olabilecek miydi? Kardeşinin en ufak bir rahatsızlık hissettiğini anlarsa hemen geri gelirdi zaten. Acaba gitmek yerine kardeşi ile baş başa kalmayı mı tercih etmeliydi? Kafası karma karışıktı ama bir kez daha bunu Hüseyin’in istediğini söyledi kendi kendine. O ne isterse, nasıl mutlu olacaksa onu yapacaktı.

Kudret saat on gibi geldi. Önce şirkete gitmiş arabayı almıştı.

“Şoför amca, Şadiye teyzenin evinde televizyon var değil mi?” diye sordu Hüseyin adamı görür görmez.

“Kudret benim adım!” diye güldü Kudret, “Var tabi niye sordun ki? Çok mu televizyon izliyorsun?”

“Hayır oyun oynayacağım!”

“Ha tamam, oynarsın merak etme!”

Kudret Ayşe’nin hazırladığı minik çantayı alıp bagaja yerleştirdi ve ikisini arka koltuğa oturttu.

“Ne güzel araba değil mi abla?” dedi Hüseyin arabanın sağını solunu incelerken.

“Öne gelmek ister misin?” diye sordu Kudret

“Hayır gelemez bu kurallara aykırı o daha küçük!” diye araya girdi hemen Ayşe.

“Doğru!” dedi Kudret, “Kusura bakmayın!”

“Hangi kural?” diye mızırdandı Hüseyin hemen. Son zamanlarda her istediğinin yapıldığını bilmek onun da huylarını değiştiriyordu elbette.

“Trafik kuralları elbette!” dedi ablası, “On yaşından küçük çocuklar ön koltuğa oturamazlar! Polisler görürse ceza yazar!”

“Peki tamam!” dedi Hüseyin polis sözünü duyunca. Başını çevirip dışarı seyretmeye koyuldu. Sessizce vardılar Şadiye hanımın evine, Ayşe biraz gergin hissediyordu.

Melike onları kapıda karşıladı, “Ah demek Şadiye hanım teyzenin anlata anlata bitiremediği o yakışıklı delikanlı sensin, gel bakalım içeri!”

“Nerede o?”

“Yukarıda uzanıyor!”

“Sana Şadiye hanımın biraz rahatsız olduğunu söylemiştim unuttun mu?” dedi Ayşe.

“Onu görebilir miyim?”

“Tabi” dedi Melike gülümseyerek ve onları alıp Şadiye hanımın yanına götürdü.

“Geldiğinize çok sevindim çocuklar, sizi böyle karşıladığım için kusuruma bakmayın!” diyen Şadiye hanım yatağının içine oturmuş, ayaklarını dümdüz uzatmış televizyon seyrediyordu.

“Hiç olur mu burası sizin eviniz!” dedi Ayşe nazikçe

“İşte televizyon!” diyerek hiç çekinmeden Şadiye hanımın yanına oturdu yatağa çıkıp Hüseyin, “Oyun konsolumu getirdim!”

“Sahi mi? Ne iyi yapmışsın. Ben de bir tane buraya alırız diyordum ama getirdiğine göre gerek kalmamış!”

“Evet, çantamda çıkarayım mı?”

“Hüseyin yormayalım istersen Şadiye teyzeni!”

“Hayır, tam tersi o bana iyi geliyor, haydi çıkar da oynayalım biraz. Ancak ben bağlayamam biliyorsun.”

“Ben yaparım sorun değil!” dedi Hüseyin ve hemen ablasının elinde duran sırt çantasından konsolu ve kabloları çıkarıp televizyona bağlamaya çalıştı.

“Kızım niye ayakta duruyorsun. Melike geri gelip odanızı gösterir şimdi.” der demez Melike elinde iki kurabiye tabağı, Hüseyin için süt, Ayşe için çay ile içeri girdi.

“Melike kızım Ayşe’ye odalarını göster, kızcağız rahat etsin!”

Hüseyin, Şadiye hanım ile odada kalırken, Ayşe Melike hanımın peşinden odaya geçti. Hemen çaprazdaki odaydı onların ki, “Şadiye hanım size evin en güzel misafir odasını verdi!” dedi Melike neşeyle, “Sen de pek gençmişsin a kızım! Kardeşine çok üzüldük!” dedi fısıltıyla.

“Teşekkür ederim, kader sanırım!”

“Allah’tan ümit kesilmez! Sen rahatına bak!” diyerek çıktı Melike yanından, o konuşkan kadın bile ne diyeceğini bilememişti.

Ayşe odaya baktı şöyle bir, bir süre burada yaşayacaklardı. Odanın iki duvarına dayalı karşılıklı iki yatak, tam ortalarında iki kapılı bir gardırop vardı. İkisinin de yattığı yerden görebileceği şekilde duvara monte edilmiş bir televizyon, altına da minik bir çalışma masası konmuştu. Balkon kapısına doğru yürüyünce buranın kocaman kare bir balkon olduğunu fark etti, arka bahçedeki ağaçlara bakan harika bir balkon. Gardırobu açıp çantayı içine bıraktı. Ayıp olmasın diye kardeşi ve Şadiye hanımın yanına döndü. Yatağın yanındaki koltuğa oturup onları seyretmeye başladı. Kurabiyeler gerçekten çok lezzetliydiler. Hüseyin onları iştahla yiyordu. Belki de Şadiye hanım haklıydı. Ayşe ona kendi evlerinde böyle bir konforu asla sağlayamazdı.

Biraz geçtikten sonra Şadiye hanım artık yorulduğunu söyleyip oyunu bıraktı. Hüseyin onun yatağında oturup oynamayı sürdürüyordu.

“Sizin için yapmamı istediğiniz bir şey var mı?” dedi Ayşe.

“Biliyor musun gözlerim artık hiç iyi görmüyor, bu alette biraz yordu sanırım. Bak şurada kitabım var! Bana okur musun?”

“Elbette!” dedi Ayşe, eğilip komodinin üzerindeki kitabı altı ve ayıracın konduğu sayfayı açtı, “Burası mı?” diye sordu yine de emin olmak için.

“Evet, tam olarak orası!” diyerek arkasına yaslandı Şadiye hanım, “Bu benim için harika bir keyif olacak!

Ayşe bir kaç sayfa okuduktan sonra kulağı onlarda olan Hüseyin oynamayı bıraktı ve Şadiye hanıma sokularak o da kitabı dinlemeye başladı. Ayşe kardeşinin bu kadar cana yakın olmasına gülümseyerek baktı. Çocuklar ne kadar yargısız ve içlerinden geldiği gibi hareket ediyorlardı. Çocuğun ona doğru sokulması Şadiye hanımı da duygulandırmıştı. Kolunu onun boynuna sarıp, başını göğsüne aldı ve birlikte Ayşe’nin okuduğu sayfaları dinlediler. Beş dakika sonra Hüseyin derin bir uykuya dalmıştı.

“Onu alayım da sizi rahatsız etmesin!” dedi Ayşe kitabı bırakarak.

“Sakın alma, uzun zamandır bir çocuk bana böyle sarılmamıştı. Özlemişim, bırak kalsın! Sen de yoruldun, istersen Melike ile takıl biraz. Ben de sessizce bu anın tadını çıkarayım!”

“Tamam!” dedi Ayşe ve kapıyı kapatıp çıktı odadan, aşağı inip, mutfağı buldu. Melike masaya oturmuş fasulye ayıklıyordu. O da bir sandalye çekip yanına oturdu ve yardım etmeye başladı. Melike mutfaktaki televizyonda merakla takip ettiği dizisini seyrettiği için konuşmadan ayıkladılar ikisi. Fasulye düdüklüye girdiğinde Naime hanım geldi. Kızı ve çocuğu merak etmişti o da. Hüseyin ve annesinin yatakta sarılmış uyurlarken bulunca şaşırdı ama mutlu oldu.

“Annem sizi çok sevmiş belli, herkese böyle kalbini açmaz!” dedi gülümseyerek.

“Evini de açtı o çok iyi bir insan!”

“Biraz aksidir, dediğim dediktir ama pırlanta gibi bir kalbi vardır. Onun kızı olduğum için her zaman gurur duydum!”

“Ne güzel!”

“Senin hikayen nedir?” deyince Ayşe kardeşi ve onun hikayesini kısaca anlattı Naime hanıma, henüz bitirmişti ki, Şadiye hanım ve Hüseyin el ele indiler aşağı.

(devam edecek)

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s