Mine’nin babası on katlı bir binanın apartman görevlisiydi. Koah (*) hastası olduğu için sürekli oksijen alması gerekiyordu. Annesi Munise hanım da binada ve çevre apartmanlarda temizliğe gidiyordu. Erkek kardeşi Haşim iste genellikle hiç bir şey yapmıyordu. Babasının nefes problemi olmasına rağmen ona yardım edeceğine gidip mahalledeki diğer çocuklarla futbol oynama peşindeydi. Munise hanım oğluna çok düşkün olduğu için ona laf ettirtmiyor, yapılması gereken işlerin neredeyse tamamı Mine’ye kalıyordu. Kız çocuklarına değer eren bir ailesi yoktu maalesef ve onlar için varsa yoksa oğulları Haşim’di. Mine orta sonu okuyordu. Haşim ise orta ikiye yeni başlamıştı ama okula gitmeyi hiç istemiyor, her fırsatta da kaçıyordu Okul müdürü onun devamsızlıktan atılabileceğini söylüyordu sürekli. Atılması kimsenin derdi değildi. Mecburi eğitim olduğu için para cezası ödemeleri gerekebilirdi. Bu nedenle istemese de gitmek zorundaydı. Lise de mecburi olmasına karşılık orta okuldan sonra okumayı istemediğini söylüyordu. Mine bütün ev işleri ve babasının yapamadığı veya yapası olmayan bina işleri kendisine söylenince bazen isyan ediyor ama annesi babasının hasta olduğunu, oksijen almak için bile paraya ihtiyaçları olduğunu söyleyip onun bütün savunmasını kırıyordu. Haşim de yapacaktı ama zavallı çocuk futbol yüzünden sürekli sakatlanıyordu.
Mine’nin asıl hayati konservatuarda müzik okumaktı. Okuldaki müzik öğretmeni onun çok yetenekli olduğunu düşünüyordu. Konservatuara girebilmesi için bir müzik aleti çalması gerektiğini ona söylemişti ama elbette Munise hanım ve Şakir bey buna sadece gülüp geçmişlerdi. Şakir bey Munise hanımla köyde evlenmişti. akciğerlerinde sorun olduğu ortaya çıkınca şehirde yaşayıp hastanelere yakın olmak istemişlerdi. Diğer türlü gelip gitmesi hem zor oluyor, hem de çok masraf çıkıyordu. Ağır fiziksel işleri zaten yapamayan Şakir bey köyde tarla da süremeyeceği için bir tanıdıkları aracılığı ile şehre gelip bu binaya yerleşmişlerdi. Elektrikler kesildiğinde asansörler çalışmıyor Şakir bey de merdivenleri inip çıkamıyordu. Böyle zamanlarda onun işlerini Mine yapmak zorundaydı. Neyse ki oturdukları semt kötü bir semt değildi de sık sık kesinti olmuyordu. Elektrik kesilmese bile merdivenleri silmek aynı sebepten Mine’nin işiydi. On katlı binanın merdivenleri her hafta sonu onun tarafından temizleniyordu. Hafta içi okula gittiği için çok iş yıkamıyorlardı binadan ama annesi evde onun için iş biriktiriyordu. Yemekleri, ütüleri Mine yapıyordu. Munise hanım akşama kadar çalışıp yoruluyor eve geldiğinde parmağını oynatacak hali kalmıyordu. Bir göz evlerinde perde ile ayırdıkları odanın bir tarafında Şakir beyle Munise hanım, diğer tarafında Mine ile Şakir’in yatakları vardı. Gündüz perde açık duruyor, gece olunca çekilip oda ikiye bölünüyordu. Neyse ki ev küçücük olduğu için temizliği ile ilgili fazla bir iş çıkmıyordu. Evdeki herkes söz birliği etmiş gibi Mine’nin ders çalışamaması için her türlü zorluğu çıkarıyorlardı. Öğretmeni bir enstrüman alması ve öğrenmesi gerektiğini söylediği zaman annesinden nerdeyse dayak yiyecekti.
“Hah! Sonra da düğünlere gider dansözlük yaparsın!”
“Anne bu öyle bir şey değil! Bir üniversite, sadece konusu müzik!”
“E orada öğretmiyorlar mı işte bir şey çalmayı söylemeyi?”
“Öğretiyorlar ama yetenek sınavı ile giriliyor, o yüzden sınavdan önce yeteneğimi gösterecek bir müzik aleti öğrenip çalmam gerekiyor. Öğretmenin kulağımın ve sesimin çok iyi olduğunu söyledi.”
“Öğretmenin seni şarkıcı edecek belli ki! Bırak bu saçma hayalleri!”
Mine ne kadar uğraşırsa uğraşsın ailesinden herhangi birine okumak istediği bölümün önem ve güzelliğini anlatamıyordu. Sanki kendisi futbol meraklısı değilmiş gibi en çok Haşim dalga geçiyordu.
Zavallı kızın ailesinden deste göremediğini fark eden müzik öğretmeni ders aralarında ona klasik gitar çalmayı öğretmeye başladı. Aslında okulda hafta sonları kurslar da oluyordu ama Mine binanın temizliği ile uğraştığı için bu kurslara gelemiyordu. Binanın işleri olmasa da zaten ailesi gitar kursuna onu asla yollamazdı. Ders araları çok kısa olduğu için orta okul bittiğinde pek ilerleme kaydedememiş olsalar da en azından işin özünü kavramıştı Mine. Öğretmeni kendi eski gitarını ona vermek istemiş ama Mine anne ve babasının onu eve sokmayacağını söylediği için bunu da yapamamıştı. Mine sınavla kazanacağı bir liseye gideceği için de bundan sonra derslere devam etme şansları olmayacaktı. Şakir bey Mine’nin lise okumasına kesinlikle karşıydı. Orta okulu bile okuması gereksizdi ona göre ama eğer kızı okula göndermezse hem göndermediği her gün için hem de ceza olarak ayrıca para ödeyeceğini duyunca yine mecbur kaldı. İyi bri muhitte oturdukları için çevreden de kızı okutması için baskı yapıyorlardı.
“Sanki onlara neyse!” diye kızıyordu Munise hanım kimsenin yüzüne bir şey diyemese de, “Sanki okuyup ne olacak? Biz okuduk da mı evlendik, çocuk çocuk sahibi olduk. Bak gül gibi geçiniyoruz. Çalışıyoruz da çok şükür kimseye muhtaç değiliz!”
“Köyde olsa hangi liseye gidecekti, sanki lise mi var? Şehre geldik diye cezalandırıyoruz resmen? Sanki okula bedava gidiliyor, kitabı, defteri hepsi masraf! Niye? Hepsi boşuna’!”
“Bunun yaşında evlenmiştik hatırla! Bu kız ne zaman evlenecek? Ne zaman çocuk doğuracak?”
“Aslında Muhterem ağanın yeğenine istediler geçen gün?” dedi Şakir bey.
“Aman çulsuzun biri o adam Şakir! Okuyor deseydin!” dedi bu sefer Munise hanım hemen.
“Öyle dedim zaten!”
Ne kadar istemeseler de mecburen liseye gönderdiler Mine’yi. Artık iyice genç kız olduğundan okul dışında bir yere çıkmasını da yasaklamıştı babası. Haşim orta okulda olduğu için artık kardeşi ile beraber gelip gitmiyorlardı. Bir dakika geç kalsa kıyamet kopuyordu evde.
Lisede ki müzik öğretmenleri de Mine’nin yeteneğini fark etmişlerdi. Ancak orta okul öğretmeni gibi ders aralarında ona gitar çalıştıracak zamanları yoktu maalesef, o sınıftan o sınıfa koşuyorlardı zaten. Mine ne yapıp edip yetenek sınavlarını aşacak kadar kendini geliştirmenin bir yolunu bulmalıydı. Zaten yetenek sınavından önce üniversite sınavına girip kazanması gerekiyordu Liseyi zor okutan ailesi onu üniversite sınavına sokar mıydı orası bile meçhuldü henüz. Mine bunun mümkün olmayacağını biliyor olsa da yine de umudunu kaybetmiyordu.
“Keşke üniversite okumak da mecburi olsaydı!” diye üzülüyordu sürekli.
Bir hafta sonu akşam yemeklerini yemiş, Mine yer sofrasını toplarken kapı çaldı.
“Hayırdır bu saatte?” dedi Munise hanım ama çoğu zaman apartmandan da birileri gelip Şakir beyden bir şeyler istedikleri için Şakir bey umursamadı. Mine’ye işaret etti açması için. Haşim ayaklarını yaymış öylece oturuyordu babasının yanında boş boş. Gelen elinde minik bir valizi olan orta yaşlı bir kadındı.
“Merhaba kızım! Şakir beyin evi değil mi?” dedi nazik bir şekilde.
“Evet efendim, çağırayım mı?” dedi Mine.
“Kim gelmiş kız?” diye bağırdı Şakir bey o sırada.
“Seni soruyor bir kadın baba!” diye seslendi Mine’de. Daha cümlesi biter bitmez babasından önce annesi uçtu geldi hemen. Kapının ağzında elinde valiziyle duran kadını süzdü baştan aşağı, kocasını bu saatte soran kadını merak etmişti.
“Hayriye?” dedi sonra şaşkınlıkla, “Kız sen misin?”
“Benim munise abla!” dedi kibar kadın.
“Gel buyur içeri! Şakir kız kardeşin gelmiş!” diye seslendi içeri Munise hanım bu sefer. Hayriye’yi gördüğüne sevinmediği her halinden belli oluyordu. O zamana kadar bir halası olduğundan haberi olmayan Mine şaşkın şaşkın bakıyordu kadın ayakkabılarını çıkarırken.
Şakir bey gelmişti kapıya, onun da yüzünde memnuniyetsiz bir ifade vardı. Bir kız kardeşine, bir valizine bakıyordu.
“Hayırdır Hayriye?” dedi daha hoş geldin bile demeden.
(devam edecek)
(*) Koah : Okumak için tıklayınız >