Suzan stadyumda onlar için ayrılan sıraya gidip oturdu tek başına, Zeynep’in montunu da hemen yanındaki koltuğun üzerine bıraktı. Ergin ve takımı ısınmak için sahaya çıkmışlardı. Ergin deminden beri ayırdığı boş koltuklara bakarak onların gelmesini bekliyordu. Suzan’ın tek başına gelip oturduğunu görünce göz işareti ile Zeynep’i sordu ama Suzan iki elini yana açarak “Bilmiyorum!” dedi dudak hareketlerini okuması için. Ergin takım arkadaşları ile ısınmaya devam etti ama sonunda duramayıp Suzan’ın olduğu tarafa geldi.
“Zeynep nerede?” dedi yeniden.
“Metin ile depoya inip geleceklerini söylediler, bana da sen git stadyumda buluşuruz dediler!”
“Ne deposu?”
“Okulun deposu işte aşağıda!”
“Ne yapacaklarmış Metin ile orada?” dedi Ergin şaşkınlıkla, “Maça geç kalmak uğruna hem de!”
“Arkadaşım gelirler sen dert etme! Haydi oyununa dön! Zeynep’i bilmez misin?”
“Zeynep’i bilirim! O hiç böyle bir şey yapmaz!”
“Metin yanında işte merak edecek bir şey yok!” dedi Suzan yarı imalı bir sesle.
Ergin Suzan’ın yüzüne baktı bir süre, sonra bir şey demeden takımın yanına döndü. İlk periyot sona erdiğinde Zeynep ve Metin hâlâ orada değildiler. Suzan ise maçın keyfini çıkarıyordu tek başına. Ergin’in aklına istediği tohumu ektiğini anlamıştı. Ergin gerçekten iyi bir çocuktu, her anlamda dört dörtlüktü ama başarıları sonucu gördüğü ilgi, zengin bir ailenin tek oğlu olması o farkında olmasa da egosunu yükseltiyordu. Kendinden fazla emindi. Zeynep’in ondan başka kimseye bakmayacağından, herkesin ona ne kadar hayran olduğundan. Bu egoyu sarsacak en ufacık tehditte gerildiğini daha önce keşfetmişti Suzan. İnsanların zayıf yönlerini sezme özelliği hayatı boyu kazandırmıştı ona. Şimdi de Ergin’in zayıf tarafı ile oynuyordu. Zeynep insanların dünyanın parasını ödeyeceği koltuklarda oturup sözlüsünün maçını seyretmektense Metin ile vakit geçirmeyi tercih etmişti. Bu Ergin’in kolay altından kalkacağı bir değersizleştirme değildi. Zeynep gibi yumuşak başlı, iyi niyetli kızı bulmuş, egosunu şişirip duruyordu. O salak kız her durumdan mutlu oluyordu zaten bunun Ergin’in harika biri olması ile bir ilgisi yoktu ki. Asıl hedefi Zeynep olmasına rağmen Ergin’in de bu olaydan nasibini almasına mutluydu. Kendini insanlığa hizmet etmiş gibi hissediyordu tam olarak. Bu gibi şişik egolu erkekler, kadınları asla küçümsememeliydi.
Her periyot sona erdiğinde Ergin giderek gerilen bir yüzle Suzan’ın oturduğu tarafa baktı. Suzan ise sanki çok endişenmiş gibi bir surat ifadesi takınıyordu o her baktığından. Son periyottan önce Ergin yine onun yanına gelince, “Tamam artık bende endişeleniyorum. Aradım ama telefonunu montunun cebine koymuş” dedi eliyle Zeynep’in montunu göstererek. “Metin’i arıyorum ona da ulaşılamıyor! Ben okula dönüp bakayım neler olduğuna sen maçını düşün tamam mı arkadaşım? Biliyorsun sizin için her şeyi yaparım!”
“Tamam! Periyot uzun sürmeyecek, mutlaka bana mesaj falan at! Maç biter bitmez haberleşiriz!”
“Tamam sen içini rahat tut!”
Suzan yüzünde büyük bir endişe ile oturduğu yerden kalktı ve merdivenleri çıkmak için arkasını döndüğünde yüzüne kocaman bir gülümseme yayıldı.
“Dur bakalım daha neler göreceksin acaba?” dedi kendi kendine. Salondan ayrıldıktan sonra ağır hareketlerle dışarı çıktı. O kadar iyi hissediyordu ki, keyfini hiç bir şey bozamazdı şimdi. Stadyumun hemen önündeki kahve arabasına yaklaştı, “O kadar güzel koktu ki! Bir tane içeyim!” dedi adama.
Kahvesini alıp ağaçların altına yürüdü, bir banka oturdu hüpleterek çekti bardaktan kahveyi ama umduğu tadı bulamayınca yüzünü buruşturup kalktı ve hemen yanındaki çöpe fırlattı.
“Ya bir keyif yapacağız bu ne böyle bulaşık suyu gibi!”
Sonra yeniden toparlandı ve caddeye doğru yürüyüp bir taksi çevirdi. Bu arada periyodun on dakikası geçmişti zaten. Ergin’in maçı birazdan sona erecekti. Okulun önünde inip biraz da oralarda oyalandı. Sonra içeri girip öğrenci işleri, kantine girip çıktı ağır ağır ve gördüklerine Zeynep ve Metin’i sordu sanki nerede olduklarını bilmiyormuş gibi.
Biraz sonra Ergin’den bir mesaj geldi “Bulamadın mı?”
Demek ki maç sona ermişti, “Hayır henüz değil, okuldaki herkese soruyorum!” diye yanıtladı mesajı
“Tamam geliyorum ben de yarım saate oradan ayrılma!”
“Tamam!” yazdı Ergin’e ama içinde “Memnuniyetle canım, asıl yeri sona saklıyorum senin için!” diyerek güldü kendi kendine. Kantinden yine bir kahve aldı ve oturdu.
“Oh be nihayet kahveye benzeyen bir şey!” diyerek ağır ağır içti kahvesini. Sonra Ergin’in gelmek üzere olduğunu hesaplayarak koridorlarda hızlı adımlarla dolaşmaya başladı. Ergin onu geldiğini haber vermek için onu yeniden aradığında nefes nefese kalmıştı.
“Depoda yoklar mı?” dedi Ergin, “Hangi cehennemde bunlar?”
“Depoya bakmadım bunca saat ne işleri var orada?” dedi Suzan şaşkın şaşkın
“Oraya indiklerini sen söylemedin mi?”
“Evet de?” diye iki elini yana açtı, “Kaç saat önceydi o?”
“Nerede şu depo?” dedi Ergin gergin gergin.
“Aşağıda!”
“Ne bakıyorsun? Götürsene bizi oraya!”
Suzan Ergin’in kabalaşmasına bozulurdu başka zaman olsa ama bu egonun artık kontrolü ele aldığının göstergesiydi. Gülümsedi yine çaktırmadan ve depoya inen merdivenlere doğru yürüyüp aşağı indi.
“Burası çok karanlık, Zeynep burada olamaz, karanlıktan korkar biliyorsun!” dedi yalvarır gibi bir ses çıkararak.
“Metin yanında dedin ya?” dedi Ergin gene sert sert.
“Senin aklında ne var Allah aşkına?” diyerek durdu Suzan, güya arkadaşı hakkında yanlış düşünülmesine çok bozulmuştu.
“Suzan bak gerginim zaten, maçı da kaybettik, uzatma! Depo nerede?”
“Ya belki de okulda bile değillerdir ne yapacağız depoya bakıp gel gidelim, nasılsa ortaya çıkarlar!”
“Depoya gitmeyi neden istemiyorsun?” dedi Ergin bu kez.
“Yok yani niye istemeyeyim. İşte orası!” diyerek hızlı adımlarla deponun kapısına gitti ve Ergin fark etmeden karanlıkta anahtarı çevirip cebine attı ve kapıyı açıverdi. Ergin o sırada hemen arkasına gelmişti bile. İçerisi çok karanlık olduğu için Suzan telefonun ışığını yakıp kapıyı açar açmaz içeri tutmuştu. Zeynep ve Metin sesleri duyunca kurtulacaklarını anladıkları için kapıya doğru geldiler sevinçle ama birden bire gözlerine ışık tutulunca ikisi de bastıkları yeri göremedikleri için sendelediler. Işıktan kapıyı açanların kim olduğunu da göremiyorlardı. Metin Zeynep’in canı yanıp yanmadığı anlamak için durdu ve dönüp onun elini tuttu düşmesin diye, “İyisin değil mi? Canın acıdı mı?” dedi yumuşacık bir sesle. Uzun süredir onu göğsünde tutmanın sarhoşluğundaydı hâlâ, “İyiyim merak etme!” dedi Zeynep. Karanlıktan kurtulmak için bir an önce kapıya doğru attı kendini yeniden ama ayağı yeniden takılınca Metin onu belinden yakaladı bu defa, ikisi kol kola ışığa doğru yürüyüp çıktılar. Zeynep başını sımsıkı Metin’e dayadığı için tişörtünün düğmelerinin izi yanağına çıkmıştı. Saçları korkup terlediği için darmadağındı.
Ergin kapının kilitli olmadığını da bilmediği için ikisinin de içeride saatlerdir ne yaptığını düşünmekten aklını oynatacak seviyeye gelmişti. Metin’in ona nasıl aşkla baktığını görmüştü. Suzan onlar dışarı çıkınca telefonun ışığını yüzlerinden aşağı indirdi ve böylece ikisi de Ergin ve Suzan’ı görebildiler.
(devam edecek)