“Babalarımız tanışıyormuş herhalde!” dedi Korhan sessizliği bozmak istediği için.
“Evet öyleymiş”
“Okuyorsunuz sanırım değil mi? Bizimkiler konuşurken duydum!”
“Evet okuyorum! Son sınıftayım”
“Ya üniversite yıllarımı özlüyorum aslında, insan bir iş sahibi olunca işin içine sorumluluk giriyor”
“Siz mimarsınız sanırım!”
“Evet, annem anlatmış olmalı. Benim hakkımda konuşmayı hep çok sevmiştir!”
Pelin’in kendi annesi geldi hemen aklına, o da Tekin ve onu anlatırdı hep ahbaplarına. Tekin’de belki böyle büyüyecek, mimar olacaktı. Kudret hanım oğlunun başarılarını anlatıp gurur duyacaktı onunla.
Korhan kız dalıp gidince devam etmedi konuşmaya, zaten onun da kafası çok doluydu ve tek istediği biraz sakinlikti. Hiç konuşmadan öylece oturdular bir süre. Garip bir şekilde ikisi de rahatsız olmadılar bu sessizlikten.
“Ben artık içeri gireyim!” dedi Pelin sonunda, ertesi güne yazması gereken bir makalesi vardı, “Siz oturabilirsiniz. Termosta çay var. Ben sabah alırım!”
“Olur. İyi geceler!” dedi Korhan hiç itiraz etmeden. Termosa uzanıp bardağına bir çay daha koydu. Pelin’de başka bir şey söylemeden içeri girdi.
Korhan kalkıp içeri girdiğinde gece yarısına geliyordu. Karanlıkta bahçede görünmedikleri için anne ve babası onu farketmemişlerdi. Zaten konuşmadan durdukları için de hiç ses olmamıştı. Tek başına, açık havada oturmak sinirlerine iyi geldiği için eve girdiğinde oldukça sakinleşmişti. Hâlâ oturan anne ve babasına selam verip hemen odasına gitti ve derin bir uykuya daldı. Ferhat bey ve Ruşen hanım onun Zümrüt ile buluşup geldiğini sanmışlardı. Oysa Zümrüt her zaman olduğu gibi saçma sapan bir konu yüzünden tartışma çıkarmış, tartışma büyüyünce de Korhan çekip gelmişti. Bütün gece telefon cebinde titreyip dursa da açmamıştı. Şimdi de kendini çok iyi hissediyordu.
Ertesi gün boyunca da Zümrüt aradı durdu ama açmadı Korhan. Akşam onunla buluşmadığı için eve daha da erken geldi ve yine hiç eve uğramadan gidip küçük evin önündeki masaya oturdu hemen. Bu defa Pelin orada değildi. Akşamdan kalan bardaklar, termos ve fazla sandalyeyi de içeri almıştı. İçeride ders tekrarlarını yapıyordu. Hava henüz tam kararmadığı için çıkmıyordu bahçeye. Kimse görmeden rahatça oturmak istiyordu. Yakında hava soğuyacak ve bunu yapmaya fırsatı olmayacaktı zaten. Dersini tamamladıktan sonra, çayını demledi ve yine sarınıp sarmalanıp çıktı dışarıya. Karanlıkta bir gölgenin orada olduğunu görünce sıçradı yerinden, az kalsın tek basamaktan düşecekti son anda tutundu.
“Korkma ben geldim yine!” dedi Korhan endişeyle, “Korkacağın aklıma gelmedi!”
Pelin şaşkın şaşkın baktı bir süre, sonra bir şey demeden termosu masanın üzerine bıraktı içeri girip önce sandalyeyi, sonra da bardakları getirdi. Bu defa yerleri değişmiş oturuyorlardı. Korhan termosa uzanıp ikisine de çay doldurdu.
“Dün kendimi iyi hissettim burada, umarım seni rahatsız etmiyorumdur!” dedi sonra.
“Hayır, sizin bahçeniz burası, yanlız kalmak isterseniz ben gireyim içeri!”
“Hayır, bahçenin bu kısmı sana ait biliyorsun. Ayrıca biriyle sessizliği paylaşmak hiç fena değilmiş. Daha önce hiç denememiştim”
Belli belirsiz gülümsedi Pelin’de. Sonra kendi düşüncelerine dalıp çayını yumumladı yavaş yavaş. Bir saat sonra yeniden izin isteyip girdi eve ve çayı Korhan’a bıraktı. Korhan karanlıkta onun yüzünü seçmeye çalışıyordu ama ışık yeterli gelmiyordu. Ağacın gölgeleri her defasında yüzünü değiştirip başka birine döndürüyordu sanki Pelin’i. Bunca zamandır bahçenin bu kısmında neden hiç oturmayı akıl etmediğini sordu kendine. O küçükken annesi ve babası verandaya çıkardıkları masada uzun saatler geçirirlerdi ama uzun süredir onlarda yapmıyorlardı nedense. İnsanların mecburlarmış gibi aynı mekanda bulunduklarında sürekli konuşma ihtiyacı duymaları komiğine gitmişti burada Pelin ile oturuken. Sanki bir bekleme salonunda birbirini tanımayan insanlar gibi oturuyorlardı hiç konuşmadan. Konuşacak bir şeyleri yok olduğundan belki böyleydi. Bekleme salonlarındaki insanlar birbirleri ile konuşmak zorunda değillerdi, tabi ona rağmen sohbet başlatanlar oluyordu. Oysa burda bir bahçenin içinde, aynı termostan çay içerek bir masada konuşmuyor olmaları rastlanan bir sıradanlık değildi.
Pelin içeri girdiğinde oturduğu yerde bir boşluk oluşuyordu ama sessizlik bölünmüyordu. O akşam da bunları düşünerek oyalandı gece yarısına kadar aynı sandalyede. Telefon dün geceki kadar olmasada da epeyce titredi yine cebinde.
Gündüz okumuştu Zümrüt’ün yazdığı mesajları. Bir sinirlenmiş, bir özür dilemişti sürekli. Belli ki Korhan ona geri dönmedikçe hırslanmıştı iyice.
Ertesi sabah salondan gelen seslerle uyanmıştı. Zümrüt sabahın köründe çıkıp gelmişti evlerine. Giyinip geldiğinde onu ailesi ile kahvaltı ederken bulmuştu.
“Günaydın!”
“Günaydın oğlum, kızcağız ulaşamamış sana merak edip gelmiş!” dedi annesi.
“Ah uyuyakalmışım akşam duymamışım!” dedi Korhan umursamaz bir şekilde.
“İki gündür mü uyuyorsun?” dedi Zümrüt hırsla.
“Yoğundu biraz unuttum herhalde!”
“Konuşalım!” diye ayağa fırladı bu kez kız.
Ferhat bey bir kıza bir oğluna bakıyordu, “Kahvaltımızı bitirelim konuşursunuz!” diye çıktı ağzından Zümrüt’ün haline şaşırınca.
Ruşen hanımda anlamamıştı ikisi arasında neler olduğunu.
“Ben işe gideceğim kahvaltıdan sonra, akşam konuşsak olmaz mı Zümrüt!” dedi Korhan sıkıntıyla.
“Hayır olmaz!”
“O zaman şimdi konuşalım!” dedi içeriyi göstererek.
Oğlunun sözüne itiraz etmedi Ferhat bey bu defa, kız sinirle kalktı masadan ve içeri doğru yürüyen Korhan’ın peşinden gitti. Az sonra içeriden sesler yükselerek onlara kadar ulaştı. Ruşen hanım gergin bir tavırla kalkarak mutfağın kapısını kapattı ve yerine döndü.
“Genç bunlar, olacak o kadar kavga, bizi hatırlasana. Kavgasız iletişim olur mu?” dedi Ferhat bey karısının endişelendiğini görünce.
“Olur tabi de!” dedi Ruşen hanım devamını getirmedi, Fikriye’nin de yanlarında olduğunu hatırlayınca.
Birazdan Korhan tek başına geri geldi mutfağa.
“Nerede oğlum nişanlın?”
“Gitti baba!”
“İyi mi aranız?” dedi Ruşen hanım bu defa
“Evet iyi!”
“Sen iki akşamdır Zümrüt ile değil miydin?”
“Hayır!”
“Neredeydin ya?”
“Bahçede!”
“Hangi bahçe?”
“Bizim bahçede!” diye güldü Korhan.
Karı koca birbirlerine baktılar ama oğullarının başka bir şey söylemeye niyeti yoktu. Kalkıp duşa girdi.
“Bahçeymiş!” dedi Ruşen hanım sinirle, “Kesin birini buldu bu! Yandık biz!”
“Dur bakalım!” dedi kocası, aslında oğlunun Zümrüt’e mecbur kalmasını mantıklı bulmuyordu eskisi kadar. İkisinin birbirlerine göre olmadıkları açıktı. Zamanında böyle yapışmamış ve o yüzüğü takmamış olsalardı her şey belki daha kolay olacaktı hepsi için. Yine de oğluyla konuşacaktı karısına bahsetmeden. Ruşen hanım çabuk endişeleniyor ve karamsarlaşıyordu. Ne olduğunu tam anlamadan ona bir şey söylememek en iyisiydi bu yüzden. Ayrıca sahiden de çocuklar olağan bir kavga dönemi atlatıyor olabilirlerdi bal gibi.
O akşam Zümrüt ile konuşmak için sözleştiklerinden bahçeye vaktinde gelemedi. Geldiğinde Pelin çoktan girmişti eve ama termos ve sandalye orada duruyordu.
“Beklemiş demek ki!” dedi kendi kendine. Hoşuna gitti ve dönüp eve girdi gülümseyerek.
Zümrüt ile konuşmuşlar çözemeseler de unutmaya karar vermişlerdi olanları. Şimdi yine her gece dışarı çıkacaktı onunla. Oysa bahçede oturmaktan keyif almaya başlamıştı.
(devam edecek)