Pelin devam eden günlerde her gün sınava girdi. Sınav döneminde annesinin yanında kalmak zorunda olduğu için epey bir birikmiş sınavı vardı. Her gün okula koşturup sınava giriyor, koşarak eve gelip, yeniden ders çalışmaya başlıyordu. Ferhat bey ve Ruşen hanım onu neredeyse hiç göremediler sınav haftası boyunca. Sadece Fikriye ile bir şeyler göndermeye devam ettiler. Cevat sınavlara götürüp getirsin diye de haber yolladılar ama kız kabul etmedi.
“Vah! Bu kız tam Türk filminden fırlamış gibi Cevat. Hem fakir, hem gururlu gariban. Hayır insan Zümrüt’ü düşününce bozuluyor biraz.”
“Düşünme öyle Ruşen. Zümrüt başka, bu kız başka!”
“İşte sorun da o ya! Yazık bak anne hasta, bu okul derdinde. Kardeşi mi ölmüş dedin sen bir de zavallının!”
“Evet, evet! Neyse boş ver şimdi iç karartmayalım. Bak el attık işte yardımcı olmaya çalışıyoruz. Bizim çocuklarımız da mutlu olacaklar inşallah!”
“Zor biraz ama dur bakalım!” dedi Ruşen hanım iç çekerek.
Sınavlar bittikten sonra kafası biraz rahatladığı için kaldığı evin önündeki ağaçların altında biraz vakit geçirmeye karar verdi Pelin. Ferhat beylerin bahçesi gerçekten güzeldi. Meyve ağaçları onun kaldığı ev ile büyük evin arasına dikilmişti. Böylece tam olarak iki ev birbirini göremiyordu. Havalar henüz çok soğuk olmadığından bir sandalyeyi dışarı çıkarıp devam eden ders tekrarlarını orada yapmaya başladı. Bir kaç gün okuldan geldikten sonra kendine çay demleyip, bahçede oturunca çok hoşuna gittiği için, içerideki küçük katlanır masayı da dışarı çıkardı. Ruşen hanım evde olduğu günler camdan onu görüyordu ama sürekli yanına gitmeyi de anlamlı bulmadığı için bir şey demiyordu.
“Fikriye bu kız hep evde değil mi?” diyordu arada bir sadece.
“Evet Ruşen hanım okuldan sonra hemen gelip dersine oturuyor Maşallah! Nerede böyle çocuk şimdi!”
“Ya! Maşallah sahiden!”
Fikriye, Ruşen hanımın gelin adayından hoşlanmadığını biliyordu. Pelin gibi kendi halinde, sessiz bir gelini tercih edeceğini de biliyordu. Detaylardan haberi olmadığı için Zümrüt’ü, oğullarının hatırı için onayladıklarını sanıyordu. Kadıncağız sürekli Pelin’i gözetleyince de oğluna onu düşündüğünü sandı haliyle.
Korhan ve Pelin ilk bir ay hiç karşılaşmadılar. Korhan işe geç gittiği için erken uyanmıyordu. Pelin erkenden kalkıp otobüse yetişiyordu her sabah, onun okuldan geldiği saatte o evde olmuyordu. Akşamları da Pelin zaten evden çıkmıyor, Korhan’da Zümrüt ile dışarılarda vakit geçirip geç geliyordu.
“Ferhat bey kızı biraz rahat bırakalım evimizi kiraladık diye hayatına müdahil olmaya hakkımız yok!” dediği için arda bir Fikriye ile haber yollasalarda Pelin’in büyük eve gelmesi için ısrar etmiyorlardı. Aslında Ruşen hanım da böyle olmasını istiyordu.
“Sonuçta evde bekar bir oğlumuz var, genç bir kızın girip çıkması uygun olmaz!” diyerek onaylıyordu kocasının düşüncesini, “Genç nihayet bunlar, kanları kaynar, gözleri kayar! Ne deriz sonra elalame!”
Ferhat bey karısının sözlerine gülümsüyordu sadece, o da isterdi oğlunun gönlü böyle bir kıza kaysın diye ama işte kadar bu kararı onların almasına izin vermemişti bir kere.
“Keşke daha önce tanısydı bu kızı!” diye hayıflanıyordu o da içinden, “Keşke böyle acı tesadüflerle haberimiz olmasaydı!”
“Hayır bir oğlum daha olsa kaçırmam aslında!” diye ağzından kaçırmıştı Ruşen hanım bir keresinde de. Hem kendi, hem oğlundan korkuyordu aslında, Zümrüt ve ailesine karşı sözlerinde durmak zorundaydılar ama elinde olmadan iç geçiriyordu Pelin’e bakarken. Fikriye de kadının kızı oğlu için istediğine giderek ikna oluyordu böylece.
Artık hava sonbahara dönmeye başladığı bir akşam, Pelin sımsıkı giyinip çıkmıştı bahçeye yeniden. Bu defa amacı ders çalışmak değil, serinleyen havada biraz nefes almaktı. Okul, annesi ve ev arasında mekik dokuduğu için hiç bir yere gitmiyordu. Bir an önce mezun olup, hayatını düzene koyması gerekiyorud. Tabi iş bulup, bu evden de çıkması. Annesinin durumu eskisine göre daha iyiydi artık. Bakımevine yatalı neredeyse üç ay olmuştu. Okulun yarı yıl tatili gelmek üzereydi. Her gittiğinde Tekin’den bahsetmiyordu artık, onu ve okulunu da soruyordu. Pelin ona evi satmak zorunda kaldığını söyleyememişti. Dükkanı da boşaltmamıştı henüz, Munise hanım ben annenle oraya geçeceğim deyince dükkan sahibi ile konuşmuştu.
“Annenin iyileşmesini bekliyorum, sona kız kardeşim o ben geçeriz başına dükkanın dursun, kiraya yardım edeceğim. Nasılsa kurtuldum şu heriften!” diyordu sürekli.
Gerçekten de bir celsede boşanmıştı adamdan, bir genç kıza saldırdığı için hakim sorgulamamıştı bile. Dükkanın mevcut kirasının yarısını ödüyordu sahiden, kız kardeşi de katılmıştı olaya. Hepsi birden Kudret hanımın iyileşip dükkanın yeniden işleyeceği günleri hayal ediyorlardı. Evin parasını bankata yatırmıştı Pelin. Ferhat bey ona neredeyse hiç para harcatmadığı için masrafı olmuyordu. Ona olan borcunu da işe girdikten sonra ödeyecekti. Evin kalan parası ile dükkanın kirasını ödeyebilecekti okulun sonuna kadar. Munise hanıma göre annesi o zamana kadar çoktan düzelecekti zaten. Doktorları ile o sürekli konuşuyordu. Pelin çok mutlu oluyordu annesinin iyi olmasına, o da hayattan giderse iyice kimsesiz kalacaktı çünkü. Munise hanım ve Ferhat bey olmasa ayakta kalması da mümkün olamazdı bu acı ve sıkıntılarla. Munise hanımın kız kardeşi komşusunun küçük oğluna bakıyordu evde. Bir kaç ay sonra ile çocuğu kreşe vereceği için dükkanı tek başına işletmeyi deneyecekti bir kaç gün. Böylece boşa kira ödemiş olmayacaklardı. Munise hanımda eskiden Kudret hanıma yaptığı gibi iş çıkışı gidecekti kardeşinin yanına.
Pelin karanlıkta ağaçların hışırtısını dinleyip geleceğin hayallerini kuruyordu kendi kendine. Uzun bir süredir geleceğe umutla bakamamıştı bir türlü. Hayallerinde kardeşine yer veremiyordu artık ve onu hatırlayınca göz yaşlarına boğuluyordu hâlâ ama hayat devam ediyordu bir şekilde. Annesi için güçlü olmak zorundaydı. Büyük evden görünmemek için ışık yakmamıştı. Sadece evinin penceresinden düşen cılız ışık düşüyordu biraz oturduğu yere. Termosa doldurduğu çayını yudumlayıp gözlerini kapatıyor ve ağaçların dökülmeye başlamış kuru yapraklarının hışırtısını dinliyordu.
Korhan o gün Zümrüt ile kavga ettiği için her zamankinden erken gelmişti eve. Aslında hırsından ne yapacağını bilemediği için eve gelmişti düşünmeden ama sakinleşmeden içeri girmek istemediği için biraz bahçede oyalanmaya karar vermişti. Srkadaki evin sızan ışığından Pelin’in gölgesini görünce hiç düşünmeden oraya doğru yürüdü. Pelin’de yaklaşan ayak seslerini duyunca gözlerini açtı hemen.
“Merhaba, siz annemlerin meşhur kiracısı olmalısınız!”
“Merhaba” dedi Pelin çekinerek.
“Şey yeni tanıştık biliyorum ama eve pek giresim yok, biraz eşlik edebilir miyim size?”
“Evet elbette, burası sizin bahçeniz” dedi Pelin, onu daha önce görmemişti ama annesi ve babasının bahsettiklerinden ve evdeki fotoğraflarından biliyordu, “Şey bir çay içer misiniz?”
“Harika içerim biraz serin değil mi bu akşam!”
“Evet serin!” diyerek eve girdi Pelin bir sandalye ve bir bardakla geri dönünce, Korhan hemen sandalyeyi alarak yardım etti ona.
(devam edecek)
Cok guzel vede akıcı bir roman keyifle okuyor yarını sabırsızlıkla bekliyorum teşekkürler.
BeğenLiked by 1 kişi
Teşekkürler 🌸
BeğenBeğen
Merhaba Ben tesadufen buldum ve okudum can borcunu surukleyici bir hikaye begendim ve takip ediyorum tesekkurler basarilar dilerim
BeğenLiked by 1 kişi
Teşekkürler 🌸
BeğenBeğen
Ayrı yazılması gereken -de ekleri bazen ayrı bazen bitişik ve hatta bazen -te şeklinde kullanilmis. Bu durum sürekli konsantre bozuyor.
Hikaye çok güzel bir lafım yok ama – de lere takik biri olarak kaptırıp gidemiyorum
Eleştirimi dikkate alırsanız ne mutlu bana
Kaleminize sağlık
BeğenLiked by 1 kişi
Teşekkürler 🌸
BeğenBeğen
Çok güzel..
BeğenLiked by 1 kişi
Teşekkürler 🌸
BeğenBeğen