“Eviniz neredeydi?” diye sordu Suna’ya dönüp.
“Eve gitmek istemiyorum!” dedi Suna ağlamaya devam ediyordu hâlâ.
“Bence eve gidip eşinizi beklemeli ve geldiğinde onunla konuşmalısınız!”
“Hayır dedim sana! Eczaneye gidelim! Orası benim!”
“Peki biraz hava alsanız daha iyi belki!” diyerek çalıştırdı arabayı genç adam ve liman yolunda sakin bir yere çekti. Kordon boyunca denize dönük banklar dizilmişti. Bir çoğunda sevgililer oturuyordu. Karanlık ve sessiz olduğu için burayı tercih ediyor olmalıydılar. Yolun sonunda doğru olan banklar boştu. Arabayı, o yana doğru sürüp son otoparka parketti.
Arabadan inip hâlâ sarsılarak ağlayan Suna’nın kapısını açtı. Sonra onu kolundan tutarak boş banklardan birine oturttu.
“Ben arabadayım! Burası içinizi boşaltıp, ağlamak için uygun bir yer! Deniz sır tutar!”
Suna boş boş baktı onun yüzüne. Sonra dönüp denize baktı!
“Nasıl yaparsın bunu nasıl!” diye bağırdı denize doğru. Adam arabaya dönüp oturdu. Hemen Suna’nın arkasındaydı zaten. Biraz daha bağırıp ağladıktan sonra Suna’nın kusmaya başladığını görünce inip hemen yanına gitti. Arabada bulduğu peçete kutusunu yanına almıştı. Artık oturacak hali kalmayan kadını alıp arabaya oturttu yeniden.
Şoför kapısına dolanıp oturana denk Suna çoktan sızıverdi.
“Suna hanım!” dedi bir kaç kere ama duyuramayınca sessizce beklemeye karar verdi. İçki gerçekten onun bile zor kaldırabildiği sertlikteydi. Zor bir gece olacağını düşündüğü için istemişti onu. Hepsini içmeyi hiç düşünmemişti zaten.
Suna gözlerini açtığında güneş çoktan doğmuştu, korkunç derecede başı ağrıyor ve berbat bir şekilde kusmuk kokuyordu. Arabada olduğunu anlayınca hızla doğruldu ve başı daha da fena oldu. Şoför koltuğunda uyuyan adama baktı. Buraya geldiklerini hayal meyal hatırlııyordu ama arabada uyuduklarının farkında bile değildi. Omuzuna dokunarak dürttü adamı.
“Uyandınız mı?” dedi adam ışığın fazla geldiği gözlerini kırpıştırarak o da uyumayı hiç planlamadığı ve epeyce uyumadan dayandığı için sersemlemişti.
“Adınız ne?” dedi Suna. Bütün gece sormak aklına bile gelmemişti.
“Levent” dedi adam gülerek.
“Memnun oldum!”
“Ben de!” dedi Levent gülerek yine, dün gecenin ardından bu diyalog çok komik gelmişti bir anda, “Geceyi hatırlıyor musunuz?” diye sordu sonra.
Başını sallası Suna, “Sanırım artık eve gitmeliyim!”
“Doğru karar!” diyerek arabayı çalıştırdı Levent. Sonra Suna’nın tarif ettiği adrese götürdü onu. Birlikte indiler arabadan.
“Çok teşekkür ederim her şey için, emanetiniz eczanede uğrarsanız veririm!”
“Telefonunuz yanınızda mı?”
“Evet” diyerak çantasından çıkarıp ona uzattı Suna. Bir yeri arayacağını sanmıştı.
“Ah hayır aramak için değil!” diyerek aldı telefonu ve kendi numarasını kaydetti.
“Bir ihtiyacınız olursa diye yazıyorum ama lütfen eşinizle sakin konuşun! Her insan hata yapabilir!”
Derin bir iç çekti ama cevap vermedi Suna. Telefonunu geri aldı ve eve doğru yürüdü arkasını dönüp. O kadar yorgun ve berbat hissediyordu ki, ayakkabılarının ayağında olmadığını o zaman farketti. Çorapları delinmiş ve bir çok yerinden kaçmıştı. Eğilip onları farkedince gülmeye başladı kendi kendine. Başı daha da çok ağrıdı bu sefer.
Kapıyı açıp içeri girdiğinde salonda oturmuş kocası ve kayınvalidesini gördü. Sinan o kapıdan girer girmez fırlayıp karşıladı onu.
“Neredeydin bütün gece! Çok merak ettik seni!” dedi her zamanki sakin ve nazik sesiyle.
“Neden?” dedi Suna sallanarak.
“Sarhoş mu o?” dedi Hatice hanım, “Ayakkabıları bile yok baksana! Bu saate kadar nerede olduğunu açıklasın önce!”
“Anne!” dedi Sinan dönüp.
“Siz biliyordunuz değil mi?” dedi Suna alaycı bir sesle Hatice hanıma bakıp, “Hatta eminim teşvik bile etmişsinizdir!”
“Ben de bu sabah öğrendim ama haklısın başından da bilseydim kesinlikle teşvik ederdim!” dedi yaşlı kadın başını dikleştirerek.
“Hiç şaşırmadım!” diyerek doğruda odalarına yürüdü Suna.
Sinan’da peşinden gitti, “Suna konuşalım!”
Suna odaya girer girmez gardroba yürümüş çıkardığı çantaya dolaptan kendine ait olanları doldurmaya başlamıştı bile!
“Nereye gideceksin? Gitmek zorunda değilsin!”
Suna yine kocaman bir kahkaha attı, “Ne yapacaksın Sinan? Harem mi kurmayı planlıyorsun!”
“Hayır bak onu demek istemedim. Yani ben senin üzülmeni istemezdim.”
“Onu seviyor musun?” dedi Suna kocasının gözlerine bakıp, “Bu salonda yatmalar falan!”
Sinan cevap veremedi.
“Onu seviyor musun?”
“Yani ben! Evet onu seviyorum! Ama bu senin bu evi terketmeni gerektirmiyor. Ne olur anlamaya çalış!”
“Neyi anlamaya çalışayım Sinan?” diye bağırdı Suna sonra derin bir nefes aldı yine, çantamı toplayıp bir duş alacağım ve gideceğim.”
“Nereye?” Sinan endişeli bir sesle.
Suna, yatak odalarının banyosuna girdi kapıyı çarparak ve kilitledi arkasından. Yine bir ağlama krizi gelmişti ama bunu Sinan’ın önünde yapmak istemiyordu. Duşu açtı ve sarsılarak ağladı biraz. Sonra suyun altına girdi.Bu onu sakinleştirdi. Duşunu aldı ve çıktı banyodan. Sinan odada değildi. Hızlıca giyindi. Parmağındaki yüzüğü çıkarıp komodinin üzerine bıraktı. Kalanları daha sonra alabilirim diye düşünmüşü. Bir anda her şeyi alıp çıkması mümkün değildi. Bu evde Sinan’a bırakmak istemediği şeyler vardı.
Odadan çıktığında kocası ve annesi hâlâ salonda oturuyorlardı. Hatice hanım daha da tepeden bakıyordu şimdi. Umursamadı yine.
“Avukatım seni arar!” dedi Sinan’a.
“Tamam anlaşmalı ayrılırız!” dedi Sinan.
“Sen bana paramı verdikten sonra!”
“Ne parası?” dedi Hatice hanım hışımla, “Bir de para mı istiyorsun? Bir torun bile veremedin bize!”
Sinan ters ters baktı dönüp annesine.
“Evlenirken ailemden kalanları bana sattırdın ve şimdi o parayı geri istiyorum! Onlar benim ailemin parasıydı! Onu ödemeden seninle boşanmam!”
“Yalancı!” dedi Hatice hanım.
Sinan yine döndü annesine, “Konuşalım!” dedi Suna’ya dönüp. Nazik olmaya çalışıyordu ama gerildiği belliydi.
“Avukatımla konuş!” dedi Suna ve kapıdan çıkıp gitti.
Gidebileceği tek yer eczaneydi. Sinan’ın peşine düşeceğini sanmıyordu. Ecznaneyi ailesindne kalan para ile açmıştı. Kendine ait tek mal varlığı orasıydı. Arkadaki depoya bir çek yat alabilir bir süre orada kalabilirdi. Başı hâlâ çatlayacak gibi ağrıyordu. Dün gecenin ardından evden söyleyerek çıktıkları için kendini takdir etmişti. Onların yanında hiç ağlamamıştı. Kocasının olanlara rağmen nazik ve sakin konuşma şekli midesini bulandırmıştı. Yıllarca bu tonlama ile konuştuğu her şeyin yalan olduğunu hissettirtmişti ona.
Saate baktı, çocuklar eczaneyi açmış olmalılardı. Aslında bir süre kafasını dinleyebileceği bir yere gitmesi daha iyi olurdu. Toparlanmadan ezcanenin işlerine dönmek iyi bir fikir değildi. Yine de önce ezcaneye gidip çocuklara haber vermeliydi. Arabayı kocası aldığı için almadı. Cadde çıkıp bir taksi çevirdi.
Firuze ve Doğukan akşam olanları dinlemek için heyecanla onu bekliyorlardı. Onu elinde küçük bir valizle görünce meraklandılar.
“Günaydın çocuklar!” dedi gülümsemeye çalışarak. Kapıdaki zilin ötmesi ile ikisi birden kapıya dönmüşlerdi.
“Bu çanta ne?” dedi Firuze her zamanki sabırsızlığı ve düzlüğü ile, “Dün geceki sürprizden sonra yeniden balayına mı gideceksiniz yoksa?”
Suna iki gencin meraklı ve heyecanlı yüzlerine baktı, “Biz boşanıyoruz!” dedi kötü bir ses tonuyla, az kalsın yeniden ağlamaya başlayacaktı.
“Ne?” dedi Doğukan ve Firuze aynı anda şaşkınlıkla.
(devam edecek)