Sessiz ol! – Bölüm 19

“19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramımız Kutlu Olsun!”

“Hayır miras onlara dönemez, çünkü ikisi de Laven’e ait mülk ve gelirler benim üzerime geçirilirken onların mirasçım olmadığına dair Gülnaz teyzemin düzenlettiği belgeyi biliyorlar! Yani bana bir şey olursa, Laven’in hisseleri kimseye kalmayacak! Yani çocuk sahibi olmadığım sürece ve bu kadar kolay kurulacak bir denklemin kahramanı olacak kadar aptal değillerdir değil mi?”

“İnsanların gözünü hırs bürüdüğünde zekalarının nasıl işleyeceğini kimse tahmin edemez!” dedi Saygın ama şimdi Neval’in aklını şüpheyle doldurmaktan çok onu rahatlatmak için çabalaması gerektiğine inanıyordu, “Bak ne diyeceğim!” dedi hevesli bir sesle, “Son zamanlarda hiç çıkmadığım kadar dışarı çıktım ve sanırım bu hoşuma gitmeye başladı. Neden bu akşam da çıkıp dışarıda bir şeyler yemiyoruz!”

“Sen ciddi misin?” dedi Neval, onun kalabalıklarda olmaktan hoşlanmadığı için kendini bu otelin gölgelerine sakladığını biliyordu.

“Otelde kalıp, saldırganın yeniden ortaya çıkmasını bekleyerek yaşayamayız öyle değil mi?”

“Yani korumalar bizimle gelmeyecek mi?”

“Ah! Gelecekler! Üzgünüm ama tek başıma seni gözü dönmüş birinden koruyamam!”

“Tamam o zaman önce eve uğramak istiyorum, alacağım bir kaç şey var!”

“Benim de bir görüşmem var, sen Sedat ile eve git, döndüğünde de çıkarız!”

“Sedat?” dedi Neval, “Korumamın adı sanırım!”

Saygın başıyla onayladı ve Sedat’ı arayıp yapması gerekeni söyledi, Neval otelin kapısına vardığında Sedat çoktan kapıya varmış onu bekliyordu. Onunla birlikte taksiye binip, Eve uğradı ve üstüne başına yeni bir şeyler aldıktan sonra geri döndü ve Saygın ile birlikte onun seçtiği bir restorana gidip yemeklerini yediler.

Neval, Saygın’ın hayatında giderek daha kalıcı bir yer edindiğini hissediyordu artık. Saygın’da ilk defa birinden kendini gizlemeden bir şeyler yapabildiği için mutluydu. Çekirdek ailesi dışında kimsenin yanında böyle rahat olamıyordu. Hatta kardeşlerinin huzursuz ettiğini düşündüğü için onlarla bir araya geldiği çok nadir zamanlarda bile rahat değildi. Evet tehlikenin geçmediğini biliyordu, hissettikleri onu yoğun bir stresin içine çekiyordu ama yine de kendini gizlemek zorunda olmamanın verdiği özgürlüğü yaşamak hoşuna gitmeye başlamıştı. Neval’in onu bir ucube olarak görmediğini bilmek ve aralarında oluşan güven duygusuna kendisinin de ihtiyacı olduğunu hayretle fark etmek hoşuna gidiyordu. Farklı bir yere gidip, farklı bir şeyler yemek ikisine de iyi gelmişti. Olanlardan hiç bahsetmeden farklı şeyler konuştukları bir gece geçirdikten sonra arabaya doğru yürürlerken Saygın’ın aklından bunun bir flört başlangıcı olabileceği geçiyordu ki, istemsizce gözlerinin önüne dikilen erkek yüzü onu huzursuz etmeyi başardı. Bu yüzü daha önce de gördüğünden emindi ama kim olduğunu henüz çıkaramıyordu. Gördüklerinden Neval’e bahsedip onu huzursuz etmek istemediği için, az önce hissettiği güzel duygulara kendini teslim etmeyi seçtiği sırada başının arkasına yediği sert darbe ile yere yığılıverdi. Nereden çıktığını anlayamadıkları adam önce Saygın’ı arkasından da Neval’in başına indirdiği darbelerle ikisini de bayıltmıştı.

“Neval! Sessiz ol! Şimdi seni bulacağım!” diyen o melodik ses kulaklarında çınlamaya başladığında Neval yine o kabusun içine sürüklendiğini düşünüyordu. Kabusu içinde olmasına rağmen başındaki korkunç ağrının nedenini anlayamamıştı. Ses arada bir hırıltılı bir nefese döndükten sonra yeniden konuşmaya başlıyordu, tıpkı o gece annesi ve babasını öldürdükten sonra evin içinde onu ararken olduğu gibiydi.

“Sıra sana geldi Neval! Seni bulacağım!”

Sanki ruhu beden denilen bu elbiseyi üzerinden sıyırıp atmak istiyor gibi bir sürükleniş hissettikten sonra rüyada olduğunu fark ettiğini düşündüğü için “Bu bir kabus, şimdi uyanacağım!” diye mırıldandı kendi kendine.

“İşte nihayet seni buldum!” dedi karanlığın içinden gelen ses, isterik bir kahkaha patlattı ve “Sana söylemiştim! Sıra sana geldi! O zavallı erkek arkadaşının seni benden koruyabileceğini mi sandın?”

“Saygın?” diye inledi Neval ve olanları hatırlayarak, yoksa o da mı bir rüyaydı?

“Saygın nerede? Bu bir kabus değil mi? Kabus biliyorum uyanacağım!” diye kıvrandı olduğu yerde. Soğuktu ve hareket etmek istese de bir şeylerin onu tuttuğunu hissediyordu. Çoğu zaman gördüğü kabusların içinde kilitlendiğini hissettiğinden, uyanmak için başını sağa sola sallamaya çalıştı ama

“Benim için bir buluşma!” dedi ses hırlar gibi, “Yarım kalmış bir işi tamamlayacağım bir buluşma!”

Neval’in karanlığa alışan gözleri bir kabusta olmadığını yavaş yavaş fısıldıyordu zihnine. Elleri ve ayaklarının bağlı olduğu sert bir zeminde yatıyordu ve başı aldığı darbe yüzünden hem acıyor, hem ağrıyordu.

“Kimsin sen?” diye bağırdı karanlığa, gözleri alıştıkça iki metrekareden daha küçük bir odanın içinde olduğunu fark etmeye başlamıştı. Tavanı oldukça basık olan odanın içinde hiç eşya yoktu. Pencereleri de olmayan odanın tek bir kapısı vardı ama elleri ve ayakları sımsıkı bağlandığı için doğrulamıyordu.

“Beni tanımadın mı?” diyerek kahkahayı bastı o iğrenç sesin sahibi, çocukluğunda duyduğu bu sesi bu kadar kolay hatırlayabileceğini kendi bile beklemeyen Neval aklını başında tutmaya çalışıyordu. Bu bir kabus değilse, neler oluyordu? Buraya nasıl gelmişti? Bu ses gerçekten anne ve banasını öldüren o katile mi aitti yoksa birisi ona kötü bir oyun mu oynuyordu?

“Saygın? Ona ne oldu?” diye inledi yeniden.

“Kimin umurunda?” dedi ses, “Onunla bir hesabım yok!”

“Kimsin sen? Neden yapıyorsun bunu?”

“Ah Neval! Beni şaşırtıyorsun! O geceyi unutmadın değil mi? Annen ve babanın ölürken çıkardıkları o sesleri nasıl unutursun! Sana unutulmaz bir gece yaşatmak için girdiğim riskler düşünülürse, bu yaptığına nankörlük denir öyle değil mi?”

“Artık senden korkmuyorum anladın mı pislik? Haydi kendini göster cesaretin varsa de bitir şu işi artık!”

“Ölmeyi bu kadar istediğini bilmiyordum!” dedi ses hırlayarak, “Ne oldu para sana saadet getirmedi mi? Yoksa beni mi özledin bunca yıl boyunca ha?”

“Ortaya çık pis korkak!” diye bağıran sesi ile çınladı oda Neval’in, “Senin yüzünden hiç mutlu olamadım ben! O gece benden alıp götürdüklerin yüzünden kimse yaralarımı saramadı!”

Bir sürelik sessizlikten sonra “Tamam! Madem öyle istiyorsun o halde geleyim!” diye yanıt geldi sesten ve kapının kilidi yavaşça dönmeye başladı. İçeriye giren gölge çevik hareketlerle yerde yatan Neval’in yanına gelip, üzerine eğildi.

“Bak bakalım kimim ben?” diyerek yüzünü Neval’in yüzüne iyice yanaştırdı. Karanlık yüzünden etrafı seçebilse de her şeyi net göremiyordu Neval, üzerine eğilen adamın ağzından yayılan pis kokuya rağmen gözlerini açıp onu görmeye çalıştı. O kadar yakın duruyorlardı ki, hissettiği onca şeyle birlikte gözlerinin gördüğü görüntüyü toparlayıp, beynine ulaştırması mümkün olmuyor gibiydi. Onun yüzüne vuran pis nefesini duyarken, gölge “Dur sana yardımcı olayım!” diyerek doğruldu ve cebinden çıkardığı telefonun ışığını kendi yüzüne tutarak yeniden eğildi.

“Cevdet?” dedi Neval hayretle, “Bu nasıl olur?”

“Cevdet ya! Seni küçük aptal!” dedi Cevdet doğrulup ardındaki kapıyı iterek tam açılmasını sağladı. Dışarıdan süzülen ışık etrafı ve onu rahatça görmesine izin veriyordu artık, “Senden zamanında kurtulmalıydım!” diyerek yeniden Neval’e yaklaştı sonra.

“Sen benim ailemi öldürdün?” diye haykırdı Neval, “Neden? Nasıl? Hayatımı bir kabusa çevirdin! Sen?”

“İstediğim bu değildi aslında biliyorsun. O gece seni öldürmüş olsaydım şimdi o aptal anne ve babanda cennetteki bir parktaydın belki! Kaderin istedi başına bunların gelmesini ben değil ama çok büyük hatalar yaptın! Gelip benim annemi çaldın karşılığında öyle değil mi? Artık ölmeyi daha çok hakkediyorsun? Belki de böyle olması gerekiyordu değil mi? Masum bir çocuğun kanına bulaşmış olmayacağım artık! Annemi ve mal varlığımı çaldın benden! Benim için bir neden yarattın! Eğer o gece annen ve babanı öldürdükten sonra diğerleri gibi seni de gebertmiş olsaydım bunların hiç biri olmayacaktı! Şimdi bir günahkâr olmayacağım!”

(devam edecek)

Yorum bırakın