Hayat isterse – Bölüm 16

Dila ile olabileceği fikri, düşündükçe Hakan’ında içine sinmişti. Anneleri ölüp, babaları başka kadınla evlendikten sonra yengeleri onlara annelik, ağabeyleri de babalık etmişti. Kardeşleri olmasına rağmen bir anda annesiz, babasız kalma hissinin nasıl olduğunu bilirdi. Dila’nin tek başına cesaretle yaşama tutunmasından belli etmese de hep etkilenmişti. Kısa zaman da olsa, vakit geçirdikçe onun ne kadar saf ve iyi niyetli olduğunu da hissetmişti. İçinde bir yerlerde büyümemiş bir kız çocuğu olduğunu gözlerinde gördüğünde kalbi sevgiyle titremişti. Bir an önce yuvasını kurup, o da ağabeyi ve yengesi gibi mutlu olmak istiyordu. Diğer kardeşleri arasında en çekinden ve sessiz olan olduğu için öne çıkmayı hiç bilmemişti. Kimseye öyle kolay kolay içini açabilecek biri de değildi. Ağabeyinin yükünü hafifletmek için elinden geleni yapmıştı bu güne kadar. Kız kardeşinin okumasın için onu yüreklendirmişti. En küçükleri olan erkek kardeşleri ise zaten hepsinin göz bebeğiydi. Yengesi üçüncü kez sıkıştırınca gülümseyişinden ikna olduğunu hemen sezdi. Tabi bir tek Hakan’ın ikna olması yetmezdi. “Buraya gel!” diyerek Dila’nın ağzını aramasını Habibe’ye yengesi tembihlemişti, kız istemezse zorla güzellik olacak değildi. Dila gelirse yine Habibe ile kardeş gibi yaşar giderlerdi. Habibe, arkadaşının sesinin tonunda anlamıştı bu teklife çok sevindiğini, Hakan ağabeyi ile evlenseler, tam kardeş gibi olacaklarını düşünüyor ve Dila’ya konuyu açmak için can atıyordu. Yengesi öyle doğrudan söyleyip kızı zora koşmanın hoş olmayacağını söylediğinden susuyordu. Olacağı varsa onlar şartları sağladığında zaten olurdu. Yüzlerine vurup, olmazsa ikisini de zorda bırakmaya hiç gerek yoktu.

Hakan ağabeyinin ikna oluşunun ardından Habibe yine aradı Dila’yı ve ailesi ile konuştuğunu eğer gelip oraya yerleşmeyi isterse arkasında olacaklarını söyledi. Dila’yı herhangi bir yere bağlayan işi ya da ailesi yoktu, eğer kendisi isterse her yere gidip hayatına oradan devam edebilirdi. Dila her ne kadar Fatma’nın evini garanti gibi görse de, arkasında bir ailenin desteğini hissetmenin daha iyi olacağını biliyordu. Habibe ilk söylediğinden beri düşünüyordu bunları aslında. Dernek okuyan çocukların arkasında duruyordu ama sonuna kadar yanında olacağının da garantisi yoktu. Gönüllü olarak her yerden yardımcı olabileceğini düşünüyordu çünkü derneğin destek anlamında çeşitli faaliyetleri olduğunu biliyordu. Yine de Habibe’in ikinci teklifine rağmen, arsızlık edip hemen atladığı düşünülmesin diye çekimser kalmak zorunda hissetmişti kendini.

Habibe iki yıl aynı odada yaşadığı arkadaşını iyi tanıdığından onun iki çağırmayla gelmeyeceğini zaten biliyordu. Hem kendisi evlenebilmek, hem de arkadaşının rahat edeceğini garantilemek istiyordu.

“Gelir bir süre bizimle kalırsın!” dedi, “Burada ikimiz bir iş buluruz, aynı yerde çalışırız bakarsın! Arkadaşının evini de boşaltırsın!”

Dila çok yakın olmalarına rağmen Fatma’yı arkadaşı olarak söylemiş, öldüğünden hiç bahsetmemişti. Ölmüş birinin evini ve eşyalarını izinsiz kullanmayı zaten içine hiç sindiremiyor kendini kötü hissediyordu ama çaresiz olduğu içinde bir türlü düzeni değiştirmeyi becerememişti. Habibe’nin çağrısına uyarsa da bir süre onlara yük olacaktı belli ki, üstelik Habibe evde iki erkek kardeşi ile yaşıyordu. Bir hafta kaldığından Hakan kızlar rahat etsin diye ağabeyinin evine geçmişti ama Dila sürekli kalırsa bu düzenin yürümesi de pek mümkün değildi.

“Sen gel! Yengem seni evlendirir hemen burada!” deyivermişti Habibe telefonda ama Dila’nın aklına onun kendi ağabeyini kastettiği hiç gelmemişti. Habibe Dila’yı ikna edemeyince, Hakan’la da konuşup, Dila’yı ziyarete gitmeye karar verdiler. Hakan, Dila ile olacağına ikna olduğundan yengesinin sözünü dinledi. Sözde o şehirde bir iş vardı ve kalacak yerleri de olmadığından Habibe’de onunla gelecek, Dila’da misafir olmak isteyeceklerdi. Dila arkadaşının bu ziyaretine elbette hayır demedi ve seve seve onları misafir edeceğini söyledi. Zaten hafta sonu gelip gideceklerinden birlikte vakit de geçirebileceklerdi. Dila cumartesi günleri çalışıyordu ama o hafta bir arkadaşı ile yer değiştirdi.

Arkadaşı ve ağabeyinin onu ziyarete gelmiş olması, Dila’yı çok mutlu etmişti, çünkü bu aileyi ve ona hissettirdiklerini gerçekten çok sevmişti. Habibe şehri bildiğinden ağabeyine sözde rehberlik etmeye gelmişti. Sonra bir arkadaşı ile görüşeceğini bahane edip, rehberlik işini Dila’ya devretti. Hakan gelirken cesaretle her şeyi söyleyebileceğini sansa da, Dila’nın yüzünü görünce cesaretini kaybetti ve ilk gün hiç bir şey söyleyemedi. Ret edilirse en kötü döner giderlerdi. Yani yengesi öyle demişti ama şimdi kızın yüzüne duygularını söylemek, öyle yengesi ile konuştukları kadar kolay değildi. Habibe ağabeyinin açılamayacağını anlayınca gülse mi, ağlasa mı bilemedi. O da sözlüsüne sürekli beklemesini söylüyor, kendi evliliklerini erteliyordu. Buradan da eli boş dönerler, Dila taşınmaya cesaret edemezse aralarını yeniden bağlamak için çareler tükenecekti. Kaldıkları ilk gecenin ertesinde kahvaltı ederlerken, Dila’ya ağabeyinin yanında, “İkiniz aslında çok iyi anlaşırsınız!” deyiverdi. Dila ayrı, Hakan ayrı kıpkırmızı olmuştu.

“Ne var bunda utanacak!” dedi Habibe arsızlığı bir kere eline almıştı artık, “Ağabeyim dünya iyisi sen de, en iyi arkadaşımsın!” diyerek gülümsedi. Dila gözlerini kaldırıp, Hakan ile göz göze geldi. İkisi de o an hissettiler Habibe’nin haklı çıkacağını ama hemen kaçırdılar gözlerini. Habibe bakışları yakalayınca, üzerini değiştirme bahanesi ile odaya kaçıp gitti. Dila’da ne yapacağını bilemediğinden masayı toplamaya davrandı. Hakan’da kalkıp ona yardım etti. Hiç konuşmadan her şeyi topladıktan sonra Hakan, “Denemek ister misin?” diyebildi çekine çekine.

“Neyi?” dedi Dila şaşkınlıktan ne diyeceğini de bilememişti.

“Yani ben..” diye başladı Hakan bir kaç saniye sustuktan sonra eğer isterse onunla evlenmek istediğini ima etti. Dila çenesi gerdanına yapışmış gibi başını eğmiş, yanaklarından fışkıran ateşi zapt etmeye uğraşıyordu. Habibe odanın kapısına kulağını dayamış nefesini tutarak duymaya çalışıyordu olanları. Bu aileye yakın olup, evlerinde misafir olmak için bile bu kadar sevinirken, şimdi aileye gelin olup, içlerinde yaşamak fikri Dila’nın zihnini ele geçirmişti. Hakan’ı zaten hep beğenmişti, kendine yüksek sesle itiraf bile etmemişti belki ama onun sessiz nezaketi, davranışlarındaki zerafeti, daima sakin ve yumuşak cümlelerde konuları anlatması Dila’nın hırçın fırtınalarla törpülenen hayatında huzuru hissettiren yegane kişisiydi. Onun yanında olmak ve maviye çalan gözlerine bakmak bile dingin bir gölün kenarında oturup huzuru bulmak gibiydi. Kirpikleri gölün üzerinden havalanan ördekler gibi simsiyahtı. Düzgün kaşları alnına dökülen perçemlerinin arasından parlıyordu. Yüzüne çok yakışan burnunun altındaki dudakları her arandığından ılık bir meltem rüzgarı gibi çıkıyordu anlattıkları.

Kendine yasakladığı, içinde olduğunu hiç anlamadığı ne kadar duygu varsa, ateş olup yanaklarına çarpıyordu Dila’nın. Yüreği çoktan davulları çalıp, karnındaki kelebeklere düğün yapmaya başlamıştı. Hakan’ın beyaz bir yelken gibi rüzgara kapılıp gelen eli çenesinin altından tutup mavi gözlerindeki gölde güveni bulsun diye başını kaldırdı.

Dila sihir diye bir şey varsa, tam o anda ikisini de sarıp sarmaladığına yemin edebilirdi o an, annesinden sonra hissettiği en güçlü, bir o kadar da farklı sevgiydi içindeki. Yanağındaki ateşi söndürmek isteyen göz yaşları süzülüp inince, Hakan’ın yumuşak elleri iki damla göz yaşını silip, “Mutluluktan olduğunu söylersen, rahatlayacağım!” dedi.

Dila’nın gözleri, onun gözlerinden ayrılmadan başı onun değilmiş gibi kendiliğinden aşağı yukarı sallanarak, onayladı onun sözlerini.

(devam edecek)

Yorum bırakın