Film gibi – Bölüm 12

Ayşe, Hüseyin’in peşinden gülümseyerek içeri geçip, giren adamın arkasından bakakaldı şaşkınlıkla. Nereden çıkmış, onları nasıl bulmuştu bu adam? Hepsinden ötesi Hüseyin’in jön demesine hiç şaşırmadığı gibi onu tanıyormuş gibi yapıyordu. Neler olduğunu anlamak için peşlerinden çocuğun odasına gitti. Hüseyin adamı da yanına oturtmuş en sevdiği oyunu açmıştı. Konsolun tek kumandası olduğundan ikisi sırayla oynuyorlardı.

“Sen benden iyi oynuyorsun!” dedi adam.

“Dur Cüneyt ağabey daha ne numaralarım var!”

“Cüneyt ağabey mi? Neler oluyor burada?” diye geçirdi içinden Ayşe. Bir rüya mı görüyordu yoksa. Son zamanlarda hiç iyi uyuyamıyordu. Kardeşinin bir gün kollarından kayıp gideceği düşüncesi onu mahvediyordu. Yoksa bu baskıya dayanamayıp halüsinasyonlar mı görmeye başlamıştı. Tam kendini cimcikleyip rüya görüp görmediğini kendince anlayacağı sırada, Cüneyt başını çevirip onu gördü kapıda ve gülümsedi.

“Yok artık!” dedi Ayşe içinden, “Şimdi de bu adamın ne kadar güzel gülümsediğini mi düşünüyorum. Bu kesin bir rüya! Bir doktora görünmeliyim belki de!” diyerek arkasını dönüp salona girdi. Elleriyle yüzünü tokatladı, derin bir nefes aldı ve yeniden dönüp odanın kapısına geldi. Adının Cüneyt olduğunu az önce kardeşinden duyduğu adam hâlâ oradaydı ve Hüseyin onun söylediklerine kahkahalarla gülüyordu.

“Bir şey ister misiniz? Çay, kahve?” diye sordu adamın orada olduğundan iyice emin olmak için.

“Aslında ben hepimiz için bir şeyler getirmiştim ama hemen oyuna dalınca veremedim. Orada kapının yanındaki torbada!” dedi Cüneyt nazikçe Hüseyin kumandayı ona verdiği için gözünü konsoldan ayıramıyordu.

Ayşe eğilince gördü torbayı, kocamandı ve içi de dolu görünüyordu.

“Neden zahmet ettiniz!” dedi alırken.

“Ne zahmeti, film şirketinden gönderdiler aslında!”

“Film şirketi mi?” dedi Hüseyin heyecanla, “Ablam benim de bir filmde oynayabileceğimi söyledi! Tabi senin kadar yakışıklı değilim ama?”

“Sahi mi? Oynayabilirsin tabi, orada ablanı herkes çok seviyor. Gelecek vaat eden bir oyuncu! Ben de konuşurum yönetmenle. Değil mi?” dedi Cüneyt sonra dönüp Ayşe’ye baktı ve göz kırptı.

“Ya tabi!” dedi Ayşe, iyice kafası karışmıştı. Hüseyin’in yanında bir şey soramadığı için torbayı alıp mecburen içeri geçti. Torbayı tezgahın üzerine koyup boşaltmaya başladı.

“Bunları film şirketi mi yolladı şimdi?” diyordu bir yandan. Amerikan sinemalarında yeni yıl gecesi dilek dileyip ertesi sabah uyandıklarında dileği gerçekleşmiş insanlar gibi hissediyordu kendini. Acaba onun da dilekleri gerçek mi olmuştu. Hüseyin’in bu film işinin sahte olduğunu hiç anlamamasını dilemişti çoğu kez. Bir mucize olmasını ve onun iyi olmasını da tabi. Kalbi heyecanla atmaya başladı.

“Saçmalama Ayşe! Böyle şeyler ancak filmlerde olur” dedi sonra kendini azarlayarak, “Ya değilse?”

Cüneyt bir çocuğun sevebileceği her şeyi toplayıp getirmişti. Gazlı içecekler, şekerlemeler, çikolatalar, kurabiyeler, cipsler. Hepsinden biraz biraz tabaklara koydu ve yeniden Hüseyin’in odasına geldi.

“Abla bak Cüneyt ağabeyi yeniyorum. Eğer yenilirse beni sinemaya götürecek söz verdi! Bir de evine davet etti. Bizi almaya gelmiş!”

“Evine mi?” diye şaşkınlıkla tekrarladı Ayşe, birazdan düşüp bayılacaktı. Artık dayanamadığı için Cüneyt’in koluna dokundu gerçek mi diye. Bu defa Cüneyt ona bakıyordu merakla, “Kimsin sen?” diye fısıldadı kardeşi ekrana kilitlenmişken.

“Cüneyt! Rol arkadaşın, şu jön hani?” dedi Cüneyt gülerek, aslında böyle bir şaka yapmaya niyeti yoktu ama geldiğinden beri Ayşe’nin hali öyle komikti ki, elinde olmadan söyleyiverdi bu sözleri.

“Ne filmi?” diyecekti tam Hüseyin oyunu kaybettiği için kumandayı bırakıp tabaktakilere saldırdı, “Abla gidiyoruz değil mi? Cüneyt ağabeyin kocaman bir evi varmış!” dedi ağzını tıka basa doldurduktan sonra.

“Bir dakika tatlım, biz Cüneyt ağabeyinle biraz konuşalım!” dedi Ayşe artık gerildiğini kardeşine çaktırmamaya çalışarak ve az önce dokunduğu kolundan Cüneyt’i çekerek kaldırdı ve içeri gelmesini işaret etti başıyla.

“Sıra Cüneyt ağabeyimde ama?” diye seslendi Hüseyin cılız sesiyle

“Gelecek tatlım, rollerimiz hakkında biraz konuşmamız gerek!” diye yanıtladı Ayşe onu, sonra oda kapısından uzağa geldiklerine emin olunca, “Kimsin sen? Nereden çıktın?” dedi ellerini farkında olmadan beline koyup, hesap soran bir sesle “Kardeşime bir zarar verecek olursan seni şu sobanın maşasıyla hırpalarım anladın mı?”

Cüneyt sobanın yanına dayanmış maşaya baktı, “Ben ona zarar vermeye değil, yardım etmeye geldim. Benim jön olduğumu sanmıyor muydu?”

“Evet sanıyordu ama o köftecide denk geldiğimiz içindi. Nasıl buldun sen burayı, bu hikayeyi nereden biliyorsun? Hırsız mısın yoksa söyle? O konsolu kardeşimden asla alamazsın!”

“Dur sakin ol duyacak Hüseyin!” dedi Cüneyt, şakanın iyi bir yere gitmediğini anlamıştı. Ayşe’nin zaten sinirleri bozuk olduğu için duygudan duyguya geçiyor ve giderek de panikliyordu anlaşılan, “Ben Şadiye hanımın torunuyum!”

“Şadiye hanımın torunu mu? Nasıl yani?”

“Bu uzun hikaye, anneannem dün buradan çıktıktan sonra biraz rahatsızlandı. Hüseyin için çok üzülüyor. Onun bizim evde daha iyi bakılacağını düşünüyor. Yani onun evinde, beni de size haber vermem için yolladı. Yarın sabah Kudret gelip sizi alacak!”

Ayşe dikkatle dinledi Cüneyt’in söylediklerini ama aklı hızlıca birleştiremedi olayları. Sonra yeniden baktı onun yüzüne dikkatlice, “Ne bileyim ben senin onun torunu olduğunu?” dedi şüpheyle. Bu defa Cüneyt onu tuttu kolundan ve pencereye sürükleyip, perdeyi araladı ve dışarıda bekleyen Kudret ve arabayı gösterdi.

“Haydi Cüneyt ağabey!” diye bağırdı Hüseyin yine.

“Geliyorum!” diye içeri seslendi Cüneyt “Şimdi tamam mı? Anneannem bana filminizi anlattı, ben de jönü oynamayı kabul ettim! Şimdi rolüme dönebilir miyim?”

Ayşe başını salladı iyice afallamıştı.

“Sen de hazırlanmaya başla istersen!” dedi Cüneyt odaya girmeden ona.

“Dur! Şadiye hanım iyi mi? Onun rahatsızlandığını söyledin?” dedi sonra peşinden gidip.

“Evet iyi! Ama yarın sizi göremezse hem o kötü olacak hem de Kudret ile beni kötü yapacak muhtemelen!” diye yanıtladı Cüneyt.

“A sen Şadiye teyzeyi tanıyor musun?” dedi Hüseyin bu sefer.

“Benim anneannem!” dedi Cüneyt kumanda elinde oyuna konsantre olmaya çalışarak

“Olley!” diye bir sevinç çığlığı attı Hüseyin ve ablasına bakarak ellerini çırptı.

Cüneyt bir saat daha Hüseyin ile oynadıktan sonra izin istedi, ertesi gün işe gitmesi gerekiyordu. Hüseyin tabaktakileri yemeye devam edip, oyunu kendi başına sürdürürken o da Ayşe’nin yanına gitti.

“Bak ben çok özür dilerim aslında gelince söyleyecektim ama Hüseyin birden beni görüp tanıyınca, onu mutlu etmenin önceliği olduğunu düşündüm!”

“Hayır, ben özür dilerim. Aptal gibi davrandım!”

“Aptal değildin ama komiktin!” dedi Cüneyt gülümseyerek. Yine çok güzel gülmüştü ve gerçekten de filmlerdeki jönler kadar yakışıklıydı.

“Çok geçmiş olsun Şadiye hanıma da!” dedi Ayşe konuyu değiştirmek için, “Aslında böyle bir şeyi kabul etmemem gerekiyor ama Hüseyin o kadar mutlu oldu ki sanırım yapmak zorundayız!”

“Anneannemi henüz tanımıyorsun. Sen gelmezsen o buraya gelip yerleşir!”

Güldü Ayşe, “O iyi biri!”

“Kesinlikle, şimdi gitmek zorundayım, yarın akşam muhtemelen görüşürüz!” diyerek çıktı Cüneyt evden. Kudret bu kadar süreceğini tahmin etmediği için dışarıda epeyce sıkılmıştı. Niyeyse bu eve giren çıkamıyordu bir türlü. Cüneyt arabaya biner binmez Şadiye hanımı aradı, hem nasıl olduğunu sordu, hem de kız ve oğlanın yarın geleceğini müjdeledi. Şadiye hanım gerçekten çok mutlu olmuştu.

“Unutma anneanne söz verdin!” dedi Cüneyt kapatırken.

“Söz verdim!” diye tekrar etti Şadiye hanım da, “O ameliyatı olacağım, zaten annen çoktan konuştu doktorla yakında tarihi söyler bize!”

(devam edecek)

Yorum bırakın