Kim? – Bölüm 1

“Üç ayı geçirdin artık, ödeyeceğim diyorsun, ödemiyorsun!”

“Vallahi ödeyeceğim Dilber hanım. Şu çocuk hastalandı geçen ay biliyorsun gidemedim işe.”

“Peki ya öbür aylar!”

“İlaç parası, tavuk suyu içsin dediler! Söz veriyorum bu ay ödemeye başlayacağım!”

“Artık ben bilmem! Ödemezsen kapının önündesiniz haberin olsun. Şu kızına da söyle oğlumla oynamasın bir daha! Kaç kere tembihleyeceğim!”

“Tamam Dilber hanım merak etmeyin!”

“Yarın erken gel! Ütü var!”

“Tamam Dilber hanım!”

Dilber hanım hırsla dönüp çıktı merdivenleri. Kocası apartmanın sahibiydi. On daireydi bütün bina. Bu daire hariç tabi. Buraya daire bile denilemezdi. Depo diye yapılmıştı. Sonra kocası burayı on daireye bölüştüremeyince, bir tuvalet, banyo ekletip kiraya vermişlerdi. Apartmanın masrafları karşılanıyordu iyi kötü.

Oturan kadın köyden kaçıp gelmişti kızıyla. Anlattığına göre kocası Hasan ile imam nikahları vardı. Zaten köy yerinde başka türlüsü olmazdı ki. Kızları Zehra doğduktan üç ay sonra ölüvermişti adam. Öyle durduk yere. Beyin kanaması demişlerdi sonradan. Hafize genç yaşta dul kalında köyde peşine düşen çok olmuştu bu sefer. Rahat vermemişlerdi. Kayınpederi bile! Canına tak deyince kızı da alıp kaçmıştı köyden. Hasan Zehra henüz yeni doğmuşken öldüğünden çocuğa bir kimlik çıkarmakta kısmet olmamıştı. Dört yaşına gelmişti hâlâ kimliği yoktu. Teyzesinin kızı ilçededen evlenmişti. Kızı kaptığı gibi ona gitmişti önce. Pek memnun olmamıştı kuzeni ama bir an önce gitsin diye burayı bulmuştu sorup soruşturup.

Ankara’ya giden bir arkadaşla konuştum, “Gelsin buraya, koca şehirde onu kimse bulamaz!” dedi.

“Ardıma mı düşerler diyorsun?”

“E düşerler tabi! Adamların torunlarını kaçırdın! Bak bu kağıtta yazıyor adres, sana yer de bulacaklar, işte! Ben yarın biletini alayım sen kızını al git!”

O zaman anlamamıştı kuzeninin onu kocasından kıskandığı için sepetlemeye çalıştığını. Sahiden yardım ettiiğini sanıp güvenmişti Hafize. El kadar çocukla hayatında bir kez bile görmediği birinin sözüne güvenip göndermişti onu Ankara’ya. Üstelik okuması yazması da yoktu Hafize’nin. Eline tutuşturduğu kağıtta yazan adresi bile okuyamıyordu. Yine de sımsıkı tutup saklamıştı adresi. Ertesi gün de kuzenin sözüne uyup kızıyla otobüse binip düşmüştü yola.

Zorla adresi bulup, varmıştı kapıya. Kapıyı açan kadın daha içeri bile buyur etmeden kolundan tuttuğu gibi buraya getirmişti onu. Dilber hanımın yanına. Her çağırdığında Dilber hanımın işlerini görmek, aylıkta iki yüzlira kira vermek koşuluyla girmişti bu depodan bozma eve.

Dilber hanımın onu çalıştırmadığı saatler başka işlerde çalışması serbestti. Dilber hanımın da oğlu o zamanlar üç yaşındaydı. Bazı geceler kocasıyla bir yere gideceklerinde de oğlanı getirip Hafize’ye bırakıyordu.

Böylece Ankara’daki hayatı başlayan Hafize, Dilber hanımın işleri yüzünden mesaili bir işe giremeyince yarım yamalak şeyler yapmaya başlamıştı. Yakındaki bir holdingin önünde her sabah poaça satıyordu sabahları. Dilber hanım geç uyandığı için o saatlerde çağırmıyordu. Erkenden kalkıp hamuru karıyordu. Köy usulu yaptığı pofidik poaçalara herkes bayılmıştı burada. Evine götürmek için bazlama siparişi veren de olduğundan arada pohçalarla birlikte onları da pişirip götürüyordu. Bir kaç yere temizliğe de başlamıştı. Başlarda Zehra’yı da yanında götürüyordu ama kız artık büyümüş, ne çenesi, ne eli ayağı durmuyordu. Zaten bir kaç saat gidip geldiği için onu evde durmaya alıştırmak zorunda kalmıştı. Bir kaç aydır deniyordu ama Zehra güzelce duruyordu sahiden tek başına. Kapıyı kimseye açmamasını tembihliyordu annesi giderken. Gelirken ona şeker alacağına da söz veriyordu. Gittiği evlerden ortada bulduğu şekerlerin birazını cebine dolduruyordu bazen Çocuğu olduğunu bildikleri için ev sahipleri de ses çıkarmıyor hatta bazen ayrıca kendileri de veriyorlardı. Hafize de hepsini bir kerede kıza vermek yerine her çıktığında birer birer veriyordu eline.

Geçen ay nasıl olduysa kız bir hastalık kapmıştı.

“Çocuk hastalığı bunlar. Olacak!” demişti doktor. Kızın bir kimliği olmadığı için sağlık ocağının doktoruna götürüyor, karşılığında da adamın ütüsünü yapıyordu. Doktor kendi başına yaşadığı için evinin işini görecek kimse yoktu. Yaşı da ilerlemişti. O kimliği olmadığını bildiği kıza parasız bakıyor, karşılığında Hafize’de ona yardım ediyordu. Doktor kıza ücretsiz baksada ilaçlar ne yazık ki paralıydı. Bu son hastalığın geçmesi için de epeyce ilaç alınması gerekmişti. “Tavuk suyuna çorba yap kız toparlansın” demişti doktor. Zaten bir ay önce kirayı ödemeyemişti, üzerine bunlar gelince kira birikmiş üç aylık olmuştu

Dilber hanımın paraya ihtiyacı yoktu ama nedense Hafize’nin kirası söz konusu olunca peşine düşüyordu. Apartmandaki diğer kiracılarla gün yapmışlardı. Hafize apartmana geldiğinden beri hepsi biraz rahatsızdı. Bu gürbüz, köylü güzeli dul kadını kocalarından kıskanıyorlardı. Başlangıçta bu konu aklına hiç gelmeyen Dilber hanımda onların aklına uyunca rahatsız olmaya başlamıştı. Kızın işini gücünü yapmasıyla rahat etse de kocasına göz dikecek diye durmadan onu huzursuz ediyordu. Hafize’yi de kocası varken eve hiç çağırmıyordu.

Dilber hanımın uğradığının ertesi günü, onun gibi temizliğe giden bir arkadaşı ile karşılaştı.

“Hafize! Seni yerde ararken gökte buldum. Ben de akşama uğrayım diyordum!”

“Hayırdır Saliha kötü bir şey yok inşallah!”

“Yok kız! Benim patronun bir arkadaşı bir ev yaptırmış, şu çekmeköy mü diyorlar her ise işte! İnşaat temizliği için birini arıyorlar ama ben gidemem biliyorsun herif huysuz! Beş gün gidilecekmiş. İyi de para veriyorlar. Aklıma sen geldin!”

“Deme? Vallahi de giderim, billahide giderim!”

“Yarın sabah gelip seni evden alacaklar bana öyle dedilerdi yani! Sen hazır ol, yarın gelen olmasa da sonraki gün gelirler illa ki. Tamam mı?”

“Tamam!” dedi Hafize sevine sevine.

Gerçi Zehra’yı biraz uzun evde bırakması gerekecekti ama artık dururdu herhalde. Bu akşam gidince iyice konuşurum diye düşündü. Alacağı parayla kira borcunu da öderdi. Gerçi zormamıştı kaç lira diye ama iyi para verecekler dediğine göre epeyce vardı herhalde.

Akşam eve döner dönmez Zehra’yı aldı karşısına bir güzel konuştu.

“Kapıyı kimseye açmayacaksın tamam mı! Ben sana masanın üzerine yemek bırakacağım. Isıtmana gerek yok, sakın ocakla falan oynayım deme. Ben her yere işaret koydum. Bir yaramazlık yaparsan zaten anlarım! Bu sefer gelirlen sana daha çok şeker getireceğim!”

“Tamam!” diyerek ellerini çırptı Zehra.

Ertesi sabah erkenden kalktı, o yokken kız üşümesin diye sobayı yaktı. Kış tam girmemişti ama havalar serinlemişti. Bina kaloriferli olsa da, burası depodan bozma olduğu için bir ısıtma sistemi yoktu. Duvara dışarı açılan bir delikten çıkıyordu duman dışarı. Giyinip beklemeye başladı. Sonra adamlar binanın içinde hangi kapıyı çalacaklarını bilemezler diye çıkıp dışarıda beklemeye karar verdi. O gün yeni işe gidecek diye poaça satmaya da gitmemişti ama kızına bir kaç bazlama yapıp bırakmıştı. Acıkınca yesin diye.

(devam edecek)

Kim? – Bölüm 1” için bir yanıt

Yorum bırakın