İkinci şans – Bölüm 6

“Dün akşam iyi geçmedi mi?” dedi Firuze şaşkın şaşkın.

“O gördüğünüz rezervasyon, bizim için değilmiş!”dedi Suna. Sesi o kadar soğuk çıkmıştı ki Firuze başka bir şey soramadı. Doğukan ile birbirlerine baktılar, “Benim biraz kafamı toparlamam lazım! Bir kaç gün gelmeyeceğim. Eczane size emanet!” diye devam etti sonra.

“Tabi Suna abla sen hiç merak etme biz bakarız!” dedi Doğukan suçlanmış gibi. İkisi de anlamıştı Suna’nın tonlamasından dün gecenin ikisi için değilse de boşanmaya neden olan biri için olduğunu.

“Sinan gelecek olursa, hiç bir şey söylemenize gerek yok! Gitti deyin! O kadar!”

“Tamam!” dedi Firuze ve Doğukan asker gibi.

“Şey abla!” dedi Firuze dayanamayıp, Doğukan gözlerini devirse de aldırmadı ve devam etti, “Bize kızgın mısın?”

Suna dönüp baktı genç kıza, derin bir iç çekti, ağlamak istemiyordu şimdi. Aslında sert sert konuşmasının nedeni kırgınlığını saklamak istemesiydi. Evet onlar söylemişlerdi Sinan’ın dün geceki planını ama nereden bilecekleri olacakları. Aslında iyilik bile yapmışlardı Suna’nın gözünü açarak. Eğer onlar rezervasyondan bashetmemiş olsalardı Sinan ve İdil kim bilir daha ne kadar aptal yerine koyacaklardı onu.

Firuze Suna’nın yüzüne dalıp gitmesinden iyice endişelendi, “Abla?” dedi yeniden.

“Hayır!” dedi Suna toparlanarak, “Size kızgın değilim! Neden olayım ki?”

“Yani sen rezervasyon bizim için değilmiş deyince, ben şey sandım da!” dedi Firuze.

Doğukan iyice gerildi onun sözlerine ve koluna vurdu “Sus artık!” diyerek.

“Şey!” dedi Suna alaycı bir gülerek, “Sandığın şey ama size kızgın değilim! Haydi görüşürüz!” diyerek bir anda dönüp çıktı eczanenin kapısından.

Doğukan tam Firuze’ye söylenecekti ki, kız duramadı çıktı Suna’nın peşinden, “Suna abla, yanlız kalmak istemiyorsan seninle gelebilirim! Doğukan tek başına idare eder!”

“Haydi dön içeri!” dedi Suna bu sefer şefkatle gülümsedi. Bu çocukların ona gerçekten değer verdiklerini biliyordu.

Ağır adımlarla caddeye doğru yürüdü. Bir taksiye binecekti ama henüz nereye gideceğini bilemiyordu. Önünde duran arabanın camı açılıp Levent seslenene kadar onu farketmedi bile.

“Suna hanım!”

“Emanetiniz eczenede yanıma almadım!” dedi Suna onun saat için geldiğini sanarak.

“Sorun değil sonra alırım, sizin nasıl olduğunuzu merak ettim aslında! Eşinizle konuştunuz mu?”

“Boşanıyoruz! Onu seviyormuş!” dedi Suna gözyaşları yine patlama yapmak için hazırlandı ama kendini sıkarak durdurdu onları.

“Anlıyorum!” dedi Levent üzgün bir sesle, “Sizi gideceğiniz yere bırakmamı ister misiniz?”

Cevap vermeden boş boş baktı Suna.

“Gidecek yeriniz var değil mi?”

“İlginiz için teşekkür ederim!” dedi Suna dalgın dalgın ve yürümeye başladı.

“Suna hanım!” diye seslendi yeniden Levent. Suna dönüp baktı ona. Bu kez arabadan inmiş yanına gelmişti.

“Bakın beni iyi tanımıyorsunuz biliyorum ama şehrin biraz dışında bir evim var!”

Suna yine cevap vermeden baktı onun yüzüne.

” Yanlış anlamadığınızı umarım ben sizin zayıf anınızdan yaralanmak niyetinde olduğumu sanmıyorsunuz değil mi?”

“Hayır!” dedi Suna, “Dün gece bana yardım ettiniz!”

Levent arabanın kapısını açtı ona, bu dün gece Sinan’ın İdil’e kapıyı açtığı anı hatırlattı ona ve daha fazla dayanamadı, gözyaşları sel oldu yeniden.

“Oh hayır beni mi bekliyor bu gözyaşları!” diye mırıldandı Levent

Şehrin biraz dışında ağaçlık bir bölgeye geldiler. Suna bu teklifi neden kabul ettiğini bilmiyordu. Ağlamasını durduramıyordu bir türlü, başı yeniden ağrımaya başladı.

Biraz sonra daha önce görmediği küçük bir göle ulaştılar. Gölün hemen kenarında bir kaç ev vardı. Levent arabasını bir tanesinin önüne parketti.

“Buraya bir süredir gelmiyordum! Çok büyük değildir ama sakindir!” dedi Suna’nın kapısını açtıktan sonra.

Suna indi arabadan ve hayranlıkla baktı karşısındaki manzaraya. Tüm acısına rağmen etkilenmemek mümkün değildi bu manzaradan.

“Burayı bir arkadaşımın büyük babası yaptırmış. Aslnda gerçek bir göl değil! Bu nedenle haritalarda görünmez. Özel mülk olarak geçiyor!”

Levent Suna’nın çantasını arabadan aldı ve eve doğru yürüdü.

“Bir kaç hafta önce arkadaşlarıma vermiştim anahtarı. Dolapta bir şeyler olabilir, bakalım. Boşsa ben alıp getiririm!”

Suna onun arkasından girdi eve, burası küçük, az eşyalı bir evdi.

“İki odası var!” dedi Levent, buzdolabına bakarken. Salon ve mutfak birleşikti zaten ve kapı doğrudan salona açılıyordu.

“Teşekkür ederim!” dedi Suna iç çekerek, “Burası gerçekten çok güzel bir yer!”

“Dolap boş! Ben gidip bir şeyler alayım. Özellikle istediğiniz bir şey var mı?”

“Hayır! Hiç yorulmayın!”

“Burada açlıktan ölebilirsiniz yiyecekler olmadan!” diye gülümsedi Levent ve çıkıp gitti.

Gerçekten çok güzel bir yerdi burası. Gölün yapay olması doğanın onu kabul etmesini engellememiş görünüyordu. Başka bir zaman olsaydı böyle bir yerde olduğu için çok mutlu olurdu ama şimdi hiç bir şey onu mutlu edemiyordu. Daha önce sevdiği her şeye, hatta kendine bile yabancı gibi hissediyordu.

Nasıl da aptal gibi evlilik yıldönümleri için Sinan’ın yer ayırttığını, hatta annesini bile evden yolladığını düşünmüştü. Tam dokuzuncu yılları dolmuştu. Dokuz yıldır hiç bir özel günü atlamadan ona özel hissettirmişti kocası. İşini çok önemsediğini, başarlı bir cerrah olduğunu ve sorumlulukları olduğunu biliyordu. Bu yüzden fazlasını beklemiyordu hiç bir zaman ondan ama o yine de gününü güzelleştirecek bir şeyler yaparak sevgisini hissettiriyordu.

“Ne sevgisi?” dedi zihni birden bire.

Hiç mi sevmemişti yani Suna’yı Sinan. Yoksa İdil’i bulana kadar mı sevmişti sadece. Sekiz yıla dair pek çok anı akmaya başladı zihninde.

“Bir çocuğumuz olmadığı için mi?” diye sordu zihni bu sefer

Hiç bir zaman bir çocuk istediğini söylememişti Sinan. Suna istemişti aslında ama kocasından beklemişti nedense konuyu açmasını. Onun yoğunluğunun bitmesini beklemişti belki de. Hatice hanımın tüm söylemlerine rağmen ne o ne de kocası oturup konuşmamışlar, bir sorun olup olmadığını anlamak için bir doktora başvurmamışlardı.

“Garip değil mi?” dedi zihni onu kışkırtmak ister gibi.

Bir çocuk için çabalamamışsa bunun onu aldatmasıyla bir ilgisi olamazdı ki. Zihninin dolduruşuna gelmeyecekti bu konuda. Çocuk isteyen tek kişi Hatice hanımdı.

Ne eksikti o zaman bu ilişkide, ne eksikti ki Sinan o kadına kaptırmıştı kendini.

İdil canlandı bu kez gözünün önünde, çekici bir kadındı o. Hani kadın gibi kadın dediklerinden.

“Cinsel bir tercih mi?” diye sordu zihni.

“Ne değişecek bunu bildiğimde sanki?” diye söylendi yüksek sesle. İçi daraldığı için çıktı dışarıya. Göle doğru baktı. Hiç bir şeye değmeyecek bir adam için mi bu güzel yerin tadından yoksun kalacaktı yani? Onu zihninden çıkarıp atabilirdi bal gibi.

Telefonunun sesini duydu sonra içeriden, “Sinan mı?” diye sordu zihni. Tereddüt etti geri dönmeye. Sustu telefon, tam göle doğru bir adım daha attı ki yeniden çalmaya başlayınca geri döndü bu sefer. Oysa zaten açmazdı ama çocuklar arıyor olabilirdi eczane ile ilgili bir konu için.

Elini kapıya attı ama açamadı. O dışarı çıkınca kapıda kapanmıştı arkasından. Sinirleri boşaldı bu sefer. Telefon çalmaya devam ediyordu.

Ağlayarak oturdu evin girişindeki basamaklara. Levent’in gelmesini beklemekten başka çaresi yoktu şimdi.

(devam edecek)

İkinci şans – Bölüm 6’ için 2 yanıt

  1. Erkeklerin aldatması için sebebe ihtiyacı yoktur erkek bir kadınıelde edene kadar sever sonra kıymeti kalmaz öyle erkekler gòrdüm mükemmel kadınları aldatan öyle erkek gördüm sıfır kadına prenses muamelesi yapan aldatmak ahlak karakter meselesi

    Liked by 1 kişi

Yorum bırakın