Gönül kapısı – Bölüm 6

Nuran hanımın iyi günleri yedinci ayın sonunda seyrelmeye başladı. Turhan bey bunların normal olduğunu ve karısının hâlâ iyi olduğunu düşünüyordu ama Lale içinde bir yerlerde annesi  ile vedalaşma zamanlarının yaklaştığını hissetmişti.

“Turhan amca başından beri annenin sürecini takip ediyor Lale. Doktorlardan bile daha iyi billiyor bence artık bu hastalığı! Bence içindeki sese kulak verme!” diyordu Alisa sürekli. Ne desindi ki zaten. Lale’de onun yerinde olsa arkadaşına umut aşılamaya çalışırdı. Daha bir kaç ay önce Berke ile ayrıldıklarında da bunun yapmıştı zaten. Berke bir akşam mesaj atıp hayatında başkasını olduğunu söyleyivermişti zavallı kıza.

“Tatilde her şey o kadar güzeldi ki! Ben ilişkimizin kuvvetlendiğini sanırken onun yaptığına bak!” diyerek ağlamaya başlamış ve günlerce susmamıştı Alisa. Her şey o kadar üst üste yaşanıyordu ki Tarık’dan ona hiç bahsetmediğini o zaman hatırlayabilmişti ancak. Yani anlatacak bir şey yoktu elbette. Bir şey yaşanamamıştı ama hissettikleri nasıl olmuşsa canlı kalmıştı içinde. Birazcık mutluluk özlese içinde Tarık’ın olduğu sahil hayaline sığınıyordu.

Alisa bu kadar üzgünken olmamış bir hikayeyi anlatmanında bir anlamı yoktu elbette. Bu yüzden Tarık’ı yine kendine saklayıp arkadaşını teselli etmişti. Berke bir daha ne aramış ne de sormuştu bu arada.

Alisa annesinin hastalığı konusunda hep iyimser olmuştu zaten, “Benim Nuran teyzem güçlüdür!”demişti başından beri ama bu hastalık öyle bir illetti ki işte ne güçlü insanları yıkıp geçmişti.

Nuran hanımın giderek artan halsizlikleri artarak devam ediyordu. Neredeyse yataktan çıkmadan geçirdiği günler vardı artık. Bir akşam nefes almakta zorlanmaya başlaması ile koşturdukları acil servisten annesi olmadan dönmüşlerdi eve.

“Pıhtı atmış!” demişti doktor. Hepsi buydu. Akciğerleri tıkayan bir pıhtı bitirmişti her şeyi.

“Hastalığı değil mi yani sebep?” demişti Lale şaşkın şaşkın.

“Hayır!” demişti doktor sakince yeniden, “Pıhtı!”

Ne saçma bir kelimeydi bu “pıhtı” böyle! Bir türlü algılayamamıştı beyni ne olduğunu. Turhan bey sessizce ağlamaya başlamıştı çoktan. Annesinin çoktan melek olduğunu anlamıştı hemen o ama Lale anlayamıyordu her nedense.

“Pıhtı mı?” dedi durdu bütün gece kendi kendine.

Ertesi gün dostlarınında yardımlarıyla cenaze  işlemleri yapıldı ve Nuran hanım toprağa verildi. Onu mezara koyarlarken yüzüne kocaman bir tokat yedi sanki Lale. Ancak o zaman annesinin o bez parçasının içinde sonsuza kadar kalacağını anladı. Alisa yanında olmasaydı olduğu yere yıkılır kalırdı.

Başsağlığına gelenler ve baba kızın biraz daha kendilerine gelmesi neredeyse bir ay sürdü. Turhan bey neredeyse hiç konuşmuyordu artık. Sessizce oturuyor ve sürekli uzaklara bakıyordu. Lale annesinin acısıyla mücadele ederken bir yandan da babası için endişelenmeye başlamıştı. Bir ayın sonunda onu biraz açılması için bir yerlere götürmeyi teklif etti. Biraz açık havaya ihtiyacı vardı ikisininde.

“Evet!” dedi Turhan bey, “Gidelim. Benimde sana söylemek istediklerim var kızım!”

“Tamam!” dedi Lale. Babasının konuşup açılmaya ihtiyacı olduğunu düşünmüştü. Demek ki o da kızından bir adım bekliyordu bunun için.

Haftasonu ikisininde rahat edebileceği uzak olmayan bir yerde bir otel ayarladı. Evden uzaklaşmayada ihtiyaçları vardı. Belki döndüklerinde yenilenmiş olurlar ve hayatlarına daha kolay devam edebilirlerdi. Nuran hanımın anısı ve acısını elbette hep hissedeceklerdi ama Alisa’nın da dediği gibi bununla yaşamayı öğrenmenin zamanı gelmişti artık. Anneside böyle isterdi hem.

Otel ormanlık bir alandaydı.  Daha önce gittikleri bir yer özellikle seçmemişti ki evde olduğu gibi yeniden anıları canlanmasın diye.

Turhan bey otelin olduğu yemyeşil alanı görünce uzun zaman sonra ilk defa gülümsedi. O da kızı gibi böyle yerleri çok severdi. Odaları doğrudan ağaçların olduğu bölgeye bakan bir balkona sahipti.  Lale yine kendi sırt çantasına eşyalarını tepelediği için babasına annesinin yaptığı gibi ayrı bir çanta hazırlamış her şeyi özene bezene yerleştirmişti. Elbette elinden geldiği kadar. Bunu yaparken göz yaşlarına hakim olamadığını da babasından saklamaya çalışmıştı. Her hareketinde annesinin söylediği sözler canlanıyordu hafızasında. Bütün hayatı annesi ve babası ile doluydu.

Akşam yemeğini yedikten sonra ağaçlı yokda bir yürüyüşe çıktılar beraber. Yolun sonunda harika bir seyir terası vardı. Orada yapılan çay servisinin methini duydukları için geç kalmadan gitmeyi planlamışlardı.

“Lale artık sana bazı şeylerden bahsetmem gerektiğini düşünüyorum kızım. Annen bunları konuşmamızı hiç istememişti ama ben yapmak zorundayım”

“Ne oldu babacığım bir sıkıntın mı var yoksa?” dedi Lale endişeyle. Babasının da annesi gibi hastalanmasından korkuyordu en çok bu günlerde. İkisinden birden ayrılmayı kaldıramazdı.

“Bir şeyim yok merak etme, sadece anlatmak istediğim bir hikaye var sana!”

“Tamam o zaman! Ben dinlemeye hazırım!” dedi gülümseyerek.

Evden uzaklaşmak ikisine de iyi gelmişti. Az da olsa gülümsemeye yeniden başlamışlardı en azından. Kızının gülümsediğini gören Turhan beyde gülümsedi.

“Canım kızım iyi ki varsın!” dedi sevgiyle.

“Sende iyi ki varsın canım babam!” diyerek sarıldı ona Lale. Bir süre öyle durduktan sonra ayrılıp yürümeye devam ettiler.

“Biz annenle henüz üç dört yıllık evliydik sanırım.” diye söze başladı Turhan bey, zaten seyir terasına çok bir yolları kalmamıştı. Çay içilen yerin ışıkları görünmeye başlamıştı çoktan.

“Bir çocuk sahibi olmayı düşünmemiştik hemen. Benim o zamanlar tayinlerim falan oluyordu. Çocuk istiyorduk tabi ama hemen istemiyorduk. Bir iki yıl içinde tayinlerim duracak ve memuriyete sabit bir yerde devam edebilecektim. Annenle  o zaman bir çocuk sahibi olmanın daha uygun olacağını düşünmüştük. Yaşımız ileri değildi zaten, erken evlenmiştik. Bu yüzden kaçırdığımız bir şey yoktu. Tam aksine başbaşa epeyce zaman geçirmeyi başardık.”

“Benim gelip rahatınızı bozduğumu mu söyleyeceksin yoksa?” dedi Lale espri olsun diye.

“Hiç olur mu Laleciğim o nasıl söz!” diyerek birden alındı Turhan bey.

Babasının alınmasını hiç beklemeyen Lale “Şaka yapıyorum. Tamam kesmeden dinleyeceğim söz” dedi seyir terasındaki boş bir masaya yerleşirken.

“Oturduğumuz evin hemen ilerisinde bir çocuk parkı vardı.  Önünde de bir otobüs durağı. Annen çalışmadığı için ben her sabah ve her akşam o duraktan işime gidip geliyordum. Bir akşam işler biraz uzadığı için geçe kalmıştım. Hava kararmış parka oynayan çocuklardan eser kalmamıştı. Annenin beni sofrada beklediğini bildiğim için hızlı adımlarla eve doğru yürümeye başlamıştım otobüsten inince. O sırada kulağıma çalınan sesin bir kedi miyavlaması olduğunu düşündüm önce. O kadar can alıcı bir şekilde çıkıyordu ki ses, sonunda dayanamayıp ne olduğuna bakmak için parka döndüm. Kedi yaralı olabilirdi ve ben eğer onu bırakıp gidersem sonradan vicdan azabı çekeceğimi biliyordum. ”

“Yufka yürekli babam benim!”

(devam edecek)

Yorum bırakın