Kuru bir yaprak gibi – Bölüm 13

Handan ailesi ile eve döndüğünün ertesi sabahı hâlâ inanamıyordu olanlara. Işıl hanımın sinirli sesini az sonra duyacakmış gibi gerildi yatağın içinde bir süre. Yaşadıkları aklından geçti tek tek. Ağlamaya başladı.

Perihan hanım kızının odasından başını uzattığında onu ağlarken buldu ve hemen gidip sarıldı ona sımsıkı

“Canım benim merak etme, artık evindesin! O kadar üzgünüm ki onlara inanıp seni yolladığıma bilemezsin. Bu yaşadıkların hepimizin suçu.”

“Anne hayır, bu evliliği ben istedim!” diye hıçkırdı Handan.

“Baban sabaha kadar uyuyamadı. Biz yaptık diyor o da. Çok haklı kızım. Senin yaşamını ve yüreğini kendi haline bırakmadık. Beklentilerimizi çok yükledik belki sırtına. Affet bizi!”

“Anneciğim! Affedecek bir şey  yok!”

Mehmet hemen her gün ya uğradı ya aradı. Süha bey olanları duyduktan sonra defalarca Mansur beyi aradı ama adamcağız telefonu açmadı.

“Ben ona güvendim, kızımı emanet ettim. Karısı ve oğlunun oyuncağı hizmetçisi etmiş evladımı. Bir daha ne ölümde ne dirimde görmek istemiyordum Perihan bu aileyi. Bunu vasiyetim sayın!”

Perihan hanımın duygularının da kocasından farkı yoktu. Her şey öyle ani ve karmaşık ilerlemişti ki, her biri düşünmeden hareket etmişlerdi. Handan’da sırf onlar mutlu olsun diye kendini feda etme yolunu seçince, her şey olduğundan daha kötü bir hale gelmişti.

Mehmet’de kendini suçluyordu. Handan’ı dinledikten sonra bile yola devam etmesine izin vermişti.

“Sen ne yapıyorsun kendine! Buna izin veremem! Dur!” diyememişti bile.

Tıpkı Ayşe ve Harun’un onlarla konuştukları gün olduğu gibi dili bağlanmıştı sanki. Tenzile hanım ölümünün ardıdan onun mutluluğu için kaç hayatın feda edildiğini bilse nasıl hissederdi acaba? Bunun düşünmek doğru bir şey değildi belki ama Mehmet’in elinde değildi. Ayşe ve Harun onlara dürüst davranmamış, ardından o kendi acısına dalmış, Handan’ı teselli ettiğini sanırken, onun nasıl bir yola sürüklendiğini atlamıştı. Mansur beyin arkadaşlarının oğullarının peşpeşe ortaya çıkması da ayrı bir tesadüftü gerçekten.

“Tüm bunları bir hikayede okusam, amma da abartmışlar derdim!” demişti Handan’a konuşurlarken. Neyse ki Handan bu kez daha  hızlı toparlanabilmişti. O kadar çok acı tecrübe edinmişti ki artık Harun’dan bahsetmiyordu bile. O bahsetmediği için Mehmet’de hiç açmıyordu konuyu. Harun ve Ayşe hem gerçekte hem de onların yüreklerinde ölmüşlerdi. Daha da doğrusu kendilerini öldürmüşlerdi her iki durumda da. Aslında tüm bu olayların içinden en az zararla kurtulan Mehmet’di düşünce. O sadece Ayşe’nin ihanetini yaşamış ve acı çekmişti. Ta ki Harun ona doğruyu anlatana kadar. Ondan sonrası karmaşaydı. Yine de duygusal fırtınalar dışında hayatı ile ilgili ciddi bir risk yaşamamıştı. Handan’ın bunca hırpalanmasında onun da suçu vardı bu yüzden. Ayrıca Harun’a bir söz vermişti. Bundan sonra onu kimsenin üzmesine izin vermeyecekti. Bu olayları Harun duysa ona güvenini kaybederdi mutlaka ama bundan sonrası için her şeyi kontrolüne alacaktı.

Eve dönüşünün ardından bir yıl geçmişti Handan’ın artık. Kendini çok daha iyi hissediyor. Hatta bir işe girmiş çalışıyordu da. Mehmet onun izleri kalsa da yaralarının kapandığını, gözlerinin yeniden ışıldadığını görebiliyordu.

Handan geldiği bu iyi nokta için Mehmet’e çok şey borçluydu, o hem yüreğini, hem düşüncelerini onarıyordu sanki. Hatta artık konuşmasalar bile varlığı ile Handan’ı güvende hissettiriyordu. Bir o kadar da değerli.

Annesi ona her zaman “Bir erkeğin seni değerli hissettirtmesi her şeyden önemlidi. Bu değeri mücevherler, çiçekler, hediyeler de arama. Öyle de hissetmesini sağlama. Evet olmasın mı? İstiyorsanız  onlar da olsun ama önemli olan şey seni dinlemesi, tanıması ve anlaması. Tıpkı en iyi dostun gibi. Zaten bunlar en önemli hediyeler değil mi? Zaten bunları sadece değer verenler yapmaz mı? İşte böyle bir kısmet çıksın istiyorum karşına hep!” derdi.

Aslında şimdi bu tanıma en çok uyan kişi Mehmet’di. Öyle hırpalanmıştı ki bu kadar zaman da geçmiş olsa hiç bir ilişkinin içine girmek istemiyordu artık. Sadece Mehmet ömrü boyu yanında kalsın istiyordu. Erkekler’in yapabildiklerini görmek çok yaralımıştı onu. Dahası koruyup kollaması gerekirken Işıl hanım gibi bir hemcinsinin davranışı. Süha beyin pasifliği. Cinsiyetlerle değil kişilerle ilgiliydi bunlar doğrudan.

“Gerçekten çok mutluyum!” demişti Perihan hanım sorduğunda annesine, “Gerçekten inan bana!”

Perihan hanım bu mutluluğu gözlerinin içinde aramıştı bu kez kızının. Sözlerin tek başına bir anlam ifade etmediğini anlamıştı artık. Mansur bey de o da yaşlanıyorlardı artık. En son “Kızımız kendi ayakları üzerinde dursun yeter! Onu kimseye değil, sadece kendine emanet etsek yeter!” diye karar vermişlerdi.

Kim bilir ne çok anne baba evlatlarını emanet etme kaygısıyla yanlış beklentilere girip, gençlerin hayatlarına müdahale etmişlerdi. Aslında ne çoğumuz yapıyoruz bunu eşimize, dostumuza. Kendi doğrularımızın herkes için en doğrusu olması düşüncesine nasıl saplanıyoruz acaba?

Evet tam da beklenildiği gibi Mehmet ve Handan  evlendiler sonunda. Handan’ın en gerçek, en sevgi dolu birlikteliği oldu bu. Perihan hanım ve Mansur bey kızlarının evlendiğini ve mutlu olduğunu görmekten çok çok mutlu oldular. Gözleri arkada kalmadı.

Hayatlarının kalanı boyunca “Gençleri kendilerine emanet edecek kadar donanımlı yetiştirin! Gerisi zaten kader!” dediler etraflarındaki herkese.

Çoğu insan bu sözlerin ne anlama geldiğini anlamadı. Anlayanlar ise zaten çoktan ağzı yanmışları.

Hiç değilse bir mutlu sona daha ulaştık bizler hep birlikte. Daha nice mutlu sonlu hikayelerde buluşmak dileğiyle.

Önce Allah’a sonra kendinize emanet olun!

Gülseren Kılınç

SON

Kuru bir yaprak gibi – Bölüm 13” için bir yanıt

Yorum bırakın